Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 14 EYLÜL 2014 / SAYI 1486 RESİM BENİ KORUDU H Çok tartışıldı. Dışlandı. Sanat camiasında kendine yer bulması hiç kolay olmadı. Taner Ceylan, cesur işlerin ressamı. Her eseri bir hesaplaşma. Şimdi “Altın Çağ” serisiyle karşımızda. “Ruhani” ummalı bir çalışma içinde yakalıyorum onu. bir uzantısı. Hiçbir zaman rasyonel bilimlere ilgim olmadı. Bir yandan ArtInternational’da sergilenecek Çocukluğumdan beri doğaüstü denilen alanlarda eserlerini bitirme telaşı, bir yandan çektiği onca geziniyorum. Belki de resim yapmamın, resimde zorluktan, dışlanmadan sonra tırnaklarını kazıya kazıya kaybolmamın, sanatın bana bir dünya açmasının nedeni geldiği konumun onda en büyük sevinç yaratan meyvesi bu. Matematiğim sıfırdı mesela. Hayatımda rüyalarım Florya’daki evatölyesini, genişletmek için giriştiği çok etkilidir, belirleyicidir. Benim için Altın Çağ varılacak tadilat. Uzun zamandır merak ettiğim sanatçılardan biri bir nokta. Orada artık ölüm de yok, terk ediş de. Hem Taner Ceylan. Yalan yok; karşımda, bata çıka ilerlediği bedenlisin, hem bedensiz. yolda zenginleşince biraz ters, snob hale gelmiş birini Şimdi çok özgürüm bulacağımı düşünüyordum. Ne de olsa bir karalamasını bulmak için çöpleri karıştırılan, eserleri 100 bin liraya “Kayıp Resimler” gibi çok siyasi ve tarihsel satılan, New York’taki Paul Kasmin Gallery’le çalışan referansları olan bir seriden bir sanatçı o. Ama hiç öyle biri değil Ceylan. Mütevazı. sonra Altın Çağ’a başlamak Daha da ötesi samimi. Cumhuriyet’le anısını anlatarak nereden çıktı? başlıyor sohbete: “İlk haberim Cumhuriyet’te çıkmıştı. “Kayıp Resimler”de oryantalist Kendi yazdığım sergi bültenimi gazetelere yollamıştım, resimle hesaplaştım. Oryantalist Cumhuriyet birkaç cümleyle yer verip, sergimi resim çok güzel, cazibelidir. duyurmuştu. Ne kadar mutlu olmuştum, anlatamam”. Ama büyük oranda da eksik, O birkaç cümlelik haberden onlarca ülkenin çarptırılmıştır. Harem gazetesinde manşet haline gelmeyi nasıl mı başarmış? resimlerinde cıbıl Bunun için Sotheby’s’in müzayedesinde 175 cıbıl hatunlar, afyon bin liraya satılarak, onu yaşayan en pahalı içerler, filan. Oysa Türk ressamlardan biri haline getiren “Ruhani” gerçekte onlar köledir. tablosundaki gibi çok yumruk yemiş. Resimleri Ya da Şeker Ahmet yüzünden ders verdiği üniversiteden istifa Paşa gibi pembe ettirilmesini mi anlatayım size, homoerotik yanaklı paşalar, resimlerini görünce “bunları giydir, öyle gel” aslında bugünkiler diyen koleksiyonleri mi? gibi yolunu çok iyi Ama izin verin kasedi bugünden geriye bilen insanlardır. saralım. Çünkü Ceylan’ın kimi eserleri dört ESRA Bu resimlerle yıl aradan sonra yeniden Türkiye’de! 2527 AÇIKGÖZ gösterilmeyeni Eylül’de düzenlenen ArtInternational’da; göstermek istedim. “Altın Çağ” serisinden “Persephone” ve Şimdi de kafam, klasik dönem “Cypharissus” adlı işlerinin Türkiye’deki ilk; “Ay Teni” resmindeki eksikliklerle meşgul. ve ilk heykeli “Ay Masalı”nınsa dünyadaki ilk gösterimi Mesela Ayvazovski’nin, Zonaro’nun, Claude Lorrain’in yapılacak. muhteşem peyzajları içinde hiç muzip, heyecanlı bir Altın Çağ; Türk mitolojisinde, zenginlik ve huzur şey yoktur. İçinde öpüşen iki erkek neden olmasın? Ya içinde kavgasız ve özgürce yaşanacak bir geçmiş ya da sevişen bir çift? Malum, resimlerimin en özel unsuru da gelecek ideali olarak açıklanıyor. Nostradamus homoerotik oluşu, erkeklerin birbirine duyduğu aşkı, gibi kâhinlere göreyse, sondan önceki yükseliş... ilişkiyi anlatması. İşte o öyküleri, bu resimlerin içine ben Sizin için anlamı ne? oturtayım diye yola çıktım. Dur bakalım; çok heyecanlı. Şu Benimki biraz daha 60’larda oluşmuş makro felsefenin an tarihsel, politik referanslardan kurtulmaktan mutluyum. Müthiş bir özgürlük. Seride şu an dört resim var; “Persephone”, “Cypharissus”, “Divine Ego” ve “Ay Teni”. Bir de heykel var: “Ay Masalı”. Bu ilk heykeliniz. Heykele neden bulaştınız, resimdeki gerçekliği daha fazla zorlayıp boyut atlama isteği mi bu? Resim benim için bitmeyecek, daha keşfedilmemiş bir alan ve sürekli öğreniyorum. Biliyorsun, hiperrealist denilen, ben “duygusal gerçekçi” diyorum çok büyük gerçeklikle resim yapıyorum. Galiba onun bir üstünü hissetmek istedim. Etrafında bir döneyim, dokunayım istedim. “Persephone” Resimleriniz yüzünden, ders verdiğiniz üniversiteden istifa etmek zorunda kaldınız. Bir koleksiyoner size “Bunları giydir, öyle gel” bile dedi. Oysa şimdi Türkiye’nin en pahalı ressamlarındansınız. Bu size ne hissettiriyor? Duyguma asla ihanet etmemem gerektiğini, yaptığım şeyin doğru olduğunu... İçgüdülerime, rüyalarıma sarılmaya devam ediyorum. Öyle dönemler oldu ki, bütün dünya karşında ve sen yalnız; uçurumun kenarındasın. Ya atlayacaksın ya da içlerine dalıp savaşacaksın... Savaştım. Neden bu kadar zorluk çektiniz? Sanırım dönemle alakalıydı. 80 sonrası Türkiye’yi biliyorsun, YÖK, Kenan Evren... O dönem nü resim olan sergiler kapatılıyordu. Erotik resmin e’si yok, bunun üzerine homoerotik resimler yapıyorsun. Üç galeri var. Kelle koltukta oluyor haliyle. İlk serginizin açıldığı 1991’den bugüne, 23 yıl geçti. Dönüp bakınca ne görüyorsunuz? Çok yorucuymuş ya. Bugün önüme sunulsa, baş böyle, son böyle dense, seçer miydim, bilmiyorum. Tamam, bunları ben seçtim, mutluyum da. Egom çok güçlü, hırslarım var, kabul ediyorum. Ama kolay değil. Savaşacak çok şey var Artık ekonomik anlamda büyük bir özgürlüğe ulaştınız. Aranan bir isimsiniz, kapılar size açılıyor. Sizin için de Altın Çağ’ını yaşıyor, diyebilir miyiz? Ben hiç orada değilim, biliyor musun? Galerist’le çalışırken 10 yıl boyunca, kademe kademe uluslararası açılımım gerçekleşti. Hep bir basamak yukarı, bir basamak yukarı... Müzayedeler, rekor fiyatlar... Ama bunlar olurken krem pastanın en üstündeki kiraz gibi değildim. Çok büyük badireler yaşadım. 34 ayım polis korumasında geçti. Koleksiyonlerle, küratörlerle, sanat tarihçileriyle yaşadığım handikaplar... Ben ne krema kısmına, ne de çukur, karanlık tarafına dahil oldum. Hep resmimde kaldım. Hayat, her şey başına gelebiliyor, iyi ya da kötü. Ama resim hep benimle kaldı, beni korudu. Kendi biyosferimi oluşturdum. Etrafımda son beş yıldır hakikaten çok büyük olaylar oluyor, ama onlara dahil olmamayı öğrendim. Bu benim ne Altın, ne Karanlık Çağ’ım. Biri geliyor, biri gidiyor. Önemli olan resim yapmaktan kopmamak. O şaşaaya kapılıp giden arkadaşlarım oldu ne yazık ki. Savaşacak çok şey var. Öyle ki hep gaza ve frene basmakla geçiyor hayatım. Cinselliğin ön planda, lüksün yoğun olarak tasvir edildiği resimleriniz için “kendi masalımı yaratıyorum ve orada yaşıyorum” diyordunuz. Artık o masal sizin olabilir, ama çok sakin bir ruh hali ve hayatınız var... Ne oldu biliyor musun? Resmettiğim o ortamlara daha sonra girdim. İçine girmek istediğim mekânlara, birlikte olmak istediğim insanlara ulaştım. Ama çok nadiren resmederkenki duyguyu yaşayabildim gerçeğinde. Bilmem kimin yaptığı koltuğa oturuyorsun, Miami’de bilmem hangi sahile bakıyorsun. Ancak kalbin tık etmiyor. O aşk yok. Şimdi benim atölyemdeki büyülü alan hepsini içeriyor. l Türkiye’de sanat yapabilmek siyasi eylemdir Satmaya “Bahçe” kıyamadığınız resimleriniz var mı? Olmaz olur mu? Hatta şimdi gücüm yetiyor da bazılarını geri satın alabiliyorum. Hangileri onlar ve neden? Bitmesini istemediğim, hatta acı veren resimler. İlk sergimdeki ilk resmimi elimde tuttum. “Bahçe” var bir de. Çok emek verdiğim “Balo”yu da geri aldım. Çoğaltmak istiyorum bunu, ama zor. Çünkü yaşamam da gerekiyor. Yaptığım resimle yaşayabilmek çok büyük bir lüks ve çok büyük bir duygu. İstediğim şeyi, istediğim özgürlükte resmedebildiğim halde satılması da büyük lütuf. Gezi Direnişi, Soma’daki maden katliamı, daha yeni 10 inşaat işçisinin ölmesi... Türkiye gündemini takip ediyor musunuz? Etmemek mümkün mü? New York ya da Londra seni içine itiyor, burasıysa seni zorla kendinin dışında tutuyor; gel, savaş, politika yap, kendini de, başkalarını da ye diyor. Bence bu ortamda sanat yapabilmek en büyük siyasi eylemdir. Özellikle resim yapmak. Erkin kültürle hiçbir bağı yok artık. Ben resim yaparak, sana dahil olmayacağım, istediğimi özgürce düşünüp, dile getireceğim diyorum. l Resimlerim kendime yarattığım gerçeklik Fotoğraf: uğur demir İ “Kayıp Zamanlar” serisinden lkokulda bile çocuksu resim yapamadım. Hep benziyordu. O bir kendimi ikna etme, resme kanma, içine düşme hali. Bitmesin ki resimle yarattığım ortamdan kopmayayım diye bahçeye bir çiçek daha, adamın saçına bir kıl daha eklediğim zamanlar oldu. Onun için giderek detaylandı, gerçekçileşti. Kendi gerçekçiliğimi yarattım... Ortaokulda öğretmenim bir resmimi yapsana, dedi. Yaptım. Bana bir hediye verdi. Sonra başka öğretmenin çocuğunu yaptım. Biraz para verdi. Sonra bir baktım harçlığımı çıkarıyorum. Oradan geliyor portre ressamı geleneğine girmem. Çok kolay bir çocukluğum olmadı. İyi hayatta kalmışım. Etrafımda birileri var, beni koruyorlar, yol gösteriyorlar. Rasyonel bir adam değilim, uçabileceğimize, toprakta yüzebileceğimize, bedenimizi terk edebileceğimize yürekten inanıyorum. Artık böyle konuşmaktan da çekinmiyorum. Resimlerimde de yavaş yavaş uçan, suda yürüyen insanlar görülmeye başlanacak. Şimdi onların peşindeyim işte. Soyut resmi çok seviyorum, deniyorum da, ama çalışıyorum, çalışıyorum, günün sonunda yine realist bir şey ortaya çıkıyor (gülüyor). İçimde o renk, elimde o eylem yok, kabul etmeye başladım. Şimdilik. l B Camiadan intikamımı alacaktım ki!.. ir dönemde her yolu deniyorum. Olmuyor. Her kapıyı çalıyorum. Olmuyor. Ailenin yarısı Almanya’daydı, ben de orada doğup büyüdüm zaten, döneceğim dedim, ama intikam almadan gitmem. Arkadaşlarımla sahte bir sergi planladık. Boşlukla ilgili dört resim yapmıştım, dört hiper gerçekçi çerçeve aslında. Ellerimizle davetiyeler, afişler yaptık. Bir arkadaşım atölyesini açtı. Güya program şu: Atölyede buluşulacak, sponsor olacak mücevherci tasarımlarını sunacak, sonra özel otobüslerle yata geçilecek. Kocaman havuzlu, sitriptiz şovların, defilelerin olacağı bir yat gezisinde, resimlerim yelkenlerde gösterilecek! Saçma sapan şeyler... İnsanlar tabii düştü buna. Bir telesekreter ayarladık, orada da şuh sesi, kırık İngilizcesiyle konuşan bir erkek... Bütün İstanbul’un yüksek sosyetesi, entelleri davetiye istiyor. Kurye kılığına girdik, davetiyeleri dağıttık. 300 kişiye davetiye gönderildi, ama telesekretere “50 kişilik özel listemiz doldu, lütfen mesaj bırakmayın” diye not bıraktık. Kıyamet koptu! Ünlüler arıyor. İnanamıyorsun ya. İngilizce konuşuyorlar filan. Sınıf atlamak, Avrupalı olmak isteyenlere hayal sunduk ve iki hafta onu yaşattık, anlayacağın. O gün geldiğinde müthiş bir kuyruk oldu. Son paramızla kapıya iki koruma tuttuk. Listeden kontrolle alınıyorlar. İçerde de biz karşılıyoruz, drag queen diyebilirsin, müthiş hatunlar, o kılıklara girdik, elimizi öptürerek içeri alıyoruz. İçeride hiçbir şey yok ve çöp dolu, ne kadar çöp bulduysak içeri attık çünkü. İnsanlar nasıl süslenmişler, özel tasarım giysilerle geliyorlar. Bir odaya resimleri astık. Karşısına da bir metin. Bana yaşattığınız boşluk bu, siz de yaşayın diye yapıldı bu parti, filan yazıyor. Bir terk ediş, intikam hikâyesiydi aslında ama ertesi gün manşetlerde, dergilerin kapaklarındaydık. Bütün resimler satıldı. Galeriler kapılarını açtı. Çok tuhaftı. Biz dayak yemeyi göze almıştık oysa. Sonradan öğrendik ki, Türkiye’de yapılan ilk hapeningmiş bu. l C M Y B