21 Haziran 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kampları evleri bilenler Philipp Rathmer’in fotoğraf serüveninde yüz binlerin yaşadığı mülteci kampları da var, dünyanın en büyük yıldızları da. Onun için önemli olan bir dert anlatabilmek. O yüzden işinin fotoğraf olduğunu unutmuyor. Hayatı çektiğinde ise daha özgür hissediyor. L kampta on gün boyunca çekimler ady Gaga, Jay Z, Michael yapma şansım oldu. Schumaer, Pavarotti ve Daha önceki çalışmalarınıza Sophia Loren gibi ünlülerin göre farklı bir yerde duruyor bu fotoğraflarını çeken fotoğraf proje. Nasıl bir tecrübe oldu? sanatçısı Philipp Rathmer, 20 Farklı ve çok hissedilebilir Haziran Dünya Mülteciler Günü için bir tecrübeydi. Dört farklı kampı Avrupa Azerbaycan Topluluğu gezdim, tanıklığım ettiğim şeyler tarafından hazırlanan “Eve Giden 5 daha önce görmediğim türdendi. Yol” projesi için toplamda 875.000 ALİ DENİZ Birleşmiş Milletler’in beyaz mültecinin bulunduğu kamplarda USLU çadırlardan oluşan kamplar çekimler yaptı. Evinden uzak düşen, değildi bunlar. Bunlar küçük kamplarını vatan bilen mültecilerin küçük kasabalara dönüşmüştü. Azerbaycan hikâyelerini dinledi ve onları fotoğrafladı. “Eve ve Ermenistan arasında 1988’de başlayan Giden Beş Yol” Tophanei Amire’de ay sonuna çatışmalar, Baku Katliamı, Hocali Katliamı gibi kadar ziyarete açık. felaketlerle sonuçlanan olaylar ve evlerinden “Eve Giden Beş Yol” projesine nasıl uzakta yüzbinlerce insan... Acı ve umut dahil oldunuz, nasıl başladı? biraradaydı. Duyma engelli çocukların fotoğraflarından Kamplardaki çekimler nasıl geçti, oluşan “Chances” isimli projenin sergisi insanlar sizi nasıl karşıladı? için Hamburg’dayken Avrupa Birliği Biraz ürkektiler ama hepsi dertlerini Azerbaycan Avrupa Topluluğu (TEAS) ile anlatmanın, paylaşmanın peşindeydi. Tabii tanıştım. Azerbaycan’da bulunan mülteci ve “neden?” diye soranlar da vardı, “niye ülkesinde yerinden edilmiş insanlarla benzer buradasın?” diyenler de. Ben de buradaki bir proje yapmak konusunda teklif aldım. hayatı dünyaya anlatacağımı söylüyordum. Epey düşündüm, ama bana katacağı çok Kampta bir istatistik bile tuttum. Bazıları o şey olduğunu düşündüm, hem anlatacak bir kampta doğmuş büyümüştü, vatanı kamp de derdi vardı projenin. Ben de kabul ettim. olmuş çocuklar vardı. Mesela bir kız çocuğu TEAS’ın lojistik ve bürokratik desteği ile İngilizce öğrenip dünyaya kampta yaşananları Azerbaycan’da dört farklı bölgede, dört farklı anlatmak istiyordu, o zaman doğru yerde olduğumu anladım. Tüm fotoğraflar portre. Bu anlatım şeklini tercih etmenizdeki neden neydi? Ben foto muhabiri değilim, reklam ve moda fotoğrafları çekiyorum. Bu projede ise dümeni bambaşka bir yere kırdım. Kamptaki yaşananları insanların yüzünden aktarmak istedim. Çünkü her şey yüzlerde saklıydı, hatta apaçıktı! Siyah bir fonda sadece yüzleri göstermek güçlü bir etki veriyordu. Yüzlerden her şey okunuyordu. Zaten bu yalnızca Azerbaycan’ın değil dünyadaki tüm mültecilerin hikâyesini anlatmaktı benim için. Tüm mülteciler aynı acıyı yaşıyor. Özellikle çocuklar başkaydı tabii. Umutları hep taze ama yaşadıklarını unutmuyorlar. Evlerinin başka bir yerde olduğunu biliyorlar ve birgün oraya döneceklerini... Kampları geçici olduğunun farkındalar, hatta sizin benim farkında olmadığı pek çok gerçeğin daha farkındalar. Reklam fotoğrafçılığı popüler bir iş ve doğası gereği farklı bir ruhu var. “Eve Giden Beş Yol”da ise başka bir ruhla çalıştınız. İkisi arasındaki farklar neler? Birinde sipariş üzerine çalışıyorsunuz, sınırları müşterilerin istekleri belirliyor. Sürekli bir talep ve kontrol mekanizması içinde gidip geliyorsunuz, elbette ben bundan da keyif almayı öğrendim. Zaten yaptığım işten para kazanıyorum, kazandığım parayla bu gibi projeleri yürütebiliyorum. Hiç unutmadığım işimin fotoğraf olduğu ve hayatı çektiğimde çok daha özgür olduğum... Lady Gaga, Jay Z, Michael Schumaer, Pavarotti ve Sophia Loren gibi dünya yıldızlarını da çektiniz. Ünlü dediklerimiz normal ve sıradan insanlar. Yanlarından menajerlerini aldığınızda başbaşa kalıyoruz ve o zaman her şey aramızda geçiyor. Onlarla fotoğraf çekmek çok kolay, dert olan yöneticiler! En çok kimi çekmek istersiniz peki? Papa’yı çekmeyi gerçekten çok istiyorum. Vatikan’daki kapalılık ve derin dünya beni etkiliyor. Bir keresinde Roma’daydım ve Papa geldi. Dev bir konserde gibiydik, o kadar tutkulu insanı birarada görmemiştim! Bir de Foo Fighters’ı yeniden çekmek istiyorum, 12 yıl önce biraraya gelmiştik. Onlar dünyanın en iyi rock grubu! l Fotoğraflar: VEDAT ARIK Uçurumun kenarındaki dilden türküler Halk Müziği sanatçısı Yılmaz Çelik, UNESCO’nun 3035 yıl içinde kaybolacak diller arasında saydığı Zazaca ile yakılmış türküleri geleceğe taşımayı sürdürüyor. Son albümü “Jil”de de Zazaca ezgiler ağırlıkta. Çelik, “Jil, kimine göre uçurum, kimine göre ziyaretçi, kimine göre ise son nefesin kesildiği yerdir. Benim umudum ise Zazacanın benimsenmesi ve yaşatılmasıdır” diyor. SİBEL BAHÇETEPE bandrolü ile çıkan ilk Zazaca albüm olması. Ancak, albüm piyasada yer almasından 3 ay sonra toplatılıyor ve Yılmaz Çelik hakkında çok sayıda da dava açılıyor. Çelik “Zazaca olduğu için toplatıldı. İlk Kültür Bakanlığı’ndan bandrollü Zazaca albümü ben çıkarmıştım” diyor. Avrupa Azerbaycan Topluluğu Avrupa ülkeleri ile Azerbaycan arasında ekonomik, siyasi ve kültürel ilişkiler oluşturmaya çalışan ve Azerbaycan ile ilgili farkındalığı artırmayı amaçlayan İngiltere’de kayıtlı bir PanAvrupa kuruluş, TEAS. Farkındalığı artırmaya çalışırken ülkede yerlerinden edilmiş insanlara ve 875.000 mülteciye de dikkat çekmek istiyorlar. TEAS amaçlarını gerçekleştirmek için kültür, ticaret ve halkla ilişkiler gibi üç alanda faaliyet gösteriyor. http://teas.eu/tr l H Cesaretin yerini akıl aldı DENİZ ÜLKÜTEKİN R essam Mustafa Ata, yıllardır sürdürdüğü çalışmalarını, “Zamanın Bedeni” sergisinde sanat izleyicisiyle buluşturuyor. 29 Haziran’a kadar Nişantaşı Galeri İdil’de gezilebilecek sergide, sanatçının işlerinin yanında, Ata’nın resim yolculuğunu inceleyen bir kitap da yer alıyor. Mustafa Ata’nın 100 eseri, 80’lerden günümüze, bir ressamın portresini çiziyor. “Zamanın Bedeni”, hem sanatçı hem toplum özelinde bir tespit niteliği taşıyor. Zamanın Bedeni, zamanı algılama için bir kapı açma denemesi mi? Zamanın Bedeni cümlesi bir tespittir. Ana tema bugüne ait olan neyse onun düşüncesidir. Onaylamadığım bir çemberin içinde yaşamak zorunda bırakılmanın getirdiği rahatsızlığa verilmiş bir yanıttır. Başlangıçta zamanmekân geleneği üzerine kurulan insan odaklı eserlerim, gelecekte zamansız ve mekânsız bir içerikle dünyayı anlatan boyuta taşınmıştır. Bugünse tam anlamıyla zamansız bedenlerin içerik dünyasını algılarsınız. Zamanın bedeni, zamansız bedenlerin diyalektik gelişimini oluşturur. Bu durum geçmişteki mekânlı ve zamanlı bedenlerin değişime uğrayarak, sonlusonsuz bir “sarmal gelişim” çizgisi içerisinde değerlendirilmelidir. Dünya toplumlarına ilerleme olarak sunulan uygarlık ve gelişmişlik kavramlarının çoğu zaman emeğin istismarıyla somutlaştığı bir dünyada yaşıyoruz. Bu noktada ahlakın devreye girip üretilenlerin ortak paydada paylaşımından ve hepimizin dahil olduğu bu çember içerisindeki savaşın ahlak üzerine kurulmasından yanayım. Bu noktada eleştiri hakkımı sanat yaparak kullanıyorum. Bu sergi, sanat kariyeriniz açısından ne ifade ediyor? İnsanın her yaşta düşündüğünü söyleyebilme gücü elbette vardır. Saf cesaretle söylenmiş olanla, bilgi ve tecrübeyle söylenmiş olan birbirinden ayrılır. Bugün, bilgi birikimleri ve deneyimlerin bana verdiği özgüvenle elbette daha bugüne ait olan ve geleceği de olabildiğince görebilen bir gücü kendimde görebiliyorum. 1980’li yıllardan günümüze dikkatlice bakıldığında sanatımın bu doğrultuda geliştiği rahatlıkla görülebilir. Sergiyle eş zamanlı olarak çıkan kitapta, eserleriniz sanatsal içeriği dışında, aynı zamanda sosyolojik boyutuyla da inceleniyor? Sanatsal üretimimde, nesnel gerçekle insan arasındaki estetik ilişkiyi kurarken toplumsal gerçekleri ihmal etmediğim ortadadır. Kitapta, eleştirmen Emin Çetin Girgin aslında eserlerimden yola çıkarak önemli bir kritik yaptı. Saf yapıt değil odak noktası, insanın varoluşu ve insan olma serüveninde nerede hata yaptığımız da sorgulanıyor. Elbette aslolan yaşamdır. Sanatçı kendine problem edindiği kulvarı her dönem sorgulamalıdır. Figürden (insan) yola çıkarak değişim evrelerini bugüne taşımaya çalıştığım eserlerimdeki sosyal içerik, estetik bir yapısöküm olarak ele alınmalıdır. Verdiğim mesajın kolay anlaşılabileceğini düşünmüyorum. Sanat dolaysızdır, mesaj bugün olmazsa yarın mutlaka ulaşacaktır. l alk Müziği’nde zazaca ezgiler denince ilk akla gelen isimlerden biri Yılmaz Çelik. Zazaca ezgilerin ve deyişlerin usta ismi Yılmaz Çelik, yeni albümü “Jil” ile dört yıl aradan sonra sevenlerine “merhaba” diyor. Zazaca “Uçurum” anlamına gelen Jil ile ilgili sanatçı Yılmaz Çelik “Jil, kimine göre uçurum, kimine göre ziyaretçi, kimine göre ise son nefesin kesildiği yerdir. Benim umudum da gençlerin, yeni nesillerin UNESCO’nun 3035 yıl içerisinde kaybolacak diller arasında saydığı Zaza dilini benimsemesi ve yaşatmasıdır” diye açıklıyor. 12. albümü olan sanatçı Çelik, bu kez biraz daha farklı bir tarzda, caz ve new age armonilerinin ağırlıklı olduğu bir albümle karşımıza çıkıyor. 1969 yılında Tunceli Ovacık’ta 4 çocuklu bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Yılmaz Çelik, müzik ile 7 yaşında tanışıyor. Ailesinden müzik ile uğraşanların olması, Çelik’in erken yaşta müzik yolculuğunun da başlamasında etkili oluyor. Yılmaz Çelik’in dedesi Ali Çelik, 1954 yılında TRT Radyosu’nu kazanıyor ancak ailesi istemediği için bu hayalini gerçekleştiremiyor. Aynur Doğan, Mikail Aslan gibi çeşitli sanatçılar tarafından seslendirilen “Aşkın Şarabını İçerler Dilber” adlı eser de Çelik’in dedesi Ali Çelik’e ait. “Benim müzikle tanışmam da 19761977 yıllarına denk geliyor” diyen sanatçı Çelik, “O dönemler Ozan Emekçi bizim köye gelirdi, bizim evde de kalırdı. İlk dönemde marşlar okurdum. Sonra Arif (Sağ) hoca ile tanıştım ve bağlamaya merak saldım” diyerek müzik yolculuğundaki ilk serüvenlerini de anlatıyor. 1980 yılından bu yana İsviçre’de yaşayan Çelik, ilk olarak 1984 yılında 3 arkadaşıyla bir grup kuruyor ve ve düğünlerde, bazı konserlerde sahne alıyor. İlk solo albümünü de 1988 yılında Türkiye’ye gelerek “Çeke Çeke Hal Yamano” ile yapıyor. Bu albümün asıl dikkat çeken yanı ise Kültür Bakanlığı 4 yıl aradan sonra... O günden bu yana tam 12 albüm çıkaran Yılmaz Çelik, son olarak 4 yıl aradan sonra Kalan müzik etiketiyle “Jil” adlı albümü çıkarıyor. Uçurum anlamına gelen albüm, Zazaca ağırlıklı. “Bu umudu yeşertmek, diri tutmak için bu albümü yaptım” diyen Çelik, albümün müzikal anlamda diğer albümlerden farkını ise şöyle ifade ediyor: “Jil albümünün müzikal anlamda diğer albümlerimden farkı altyapılardaki yenilikler diyebilirim; caz ve new age armonilerini sıkça duyabiliriz bu albümde.” Nail Yurtsever, M. Cem Tuncer, Öner Gerçek, Ercüment Orkut gibi dört usta aranjör tarafından hazırlanan albümde, Eylem A. Yurtsever de sanatçıya vokalde eşlik ediyor. Ozan Emekçi’nin “Diyarbakır Zindanları” adlı eserinin de yer aldığı albümde, sanatçıya ait 3 tane de türkü bulunuyor. Sanatçı Çelik albüm ile ilgili “Tam olarak caz diyemeyiz, cazdan esintiler var” değerlendirmesini yapıyor. Albümde ağırlıklı olarak sevda türkülerine yer veren Çelik, henüz hangi esere klip çekileceğinin belirlenmediğini ancak bir Kürtçe, bir de Türkçe olmak üzere iki ayrı esere klip çekeceklerini söylüyor. Zaman zaman Türkiye’ye konserler ve dinletiler vermek için gelen sanatçı Yılmaz Çelik, özetle şunları söylüyor: “UNESCO’nun yaptığı araştırmaya göre, Zazaca’ya sahip çıkılmazsa 2035’te raflara kalkacak. Bu dil kaybolacak. Benim yapmak istediğim bu dilin kaybolmaması. Bu rengin bu ülkeden kaybolmaması, bu kültürün yaşamasını istiyorum. New age ve caz ile bunu yaparak yeni nesillere daha fazla dinletmek istiyorum.” l C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle