Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 “Önce güneş hava su, sonra bol gıda gelir... Akşama babacığım, unutma Ülker getir...” Bu cümleleri bilmeyen, ezbere söylemeyen herhalde yoktur. Şimdi de Türkiye’nin bisküvici dedesi, Ülker ve Yıldız Holding’in kurucusu Sabri Ülker’in hayatı kitaplaştırıldı. Araştırmacı, gazeteciyazar Hulusi Turgut tarafından kaleme alınan Sabri Ülker’in hayat hikâyesi, bisküvicilikten global bir şirket patronluğuna uzanan yolculuğu belgelerle, fotoğraflarla ve tanıklarla anlatıyor. “Sabri Ülker’in Hayat HikâyesiAkşama Babacığım Unutma Ülker Getir” isimli çalışma Doğan Kitap’tan yayımlandı. Yazı: DEVRİM EGE Kolaj: EYLEM ZOR 15 HAZİRAN 2014 / SAYI 1473 H ulusi Turgut, Sabri Ülker’in romanlara konu olabilecek yaşamöyküsünü yüzyılın siyasi ve toplumsal tarihiyle eşzamanlı yazmış. “Sabri Ülker’in Hayat Hikâyesi Akşama Babacığım Unutma Ülker Getir”, Doğan Kitap’tan yayımlandı. Gelelim kitaptan notlara... Kitapta bu büyük hikâyenin kırılma noktaları ayrıntılarıyla anlatılıyor. İşte anabaşlıklardan bazıları... Ailesi, Kırım’dan Türkiye’ye göç ederken, baba Hacı İslam Efendi, içine altın gizlenmiş yorgan ve eteği niçin Odesa’da sokağa bıraktı? Sabri Ülker, Diyarbakır’da vatani görevini yaparken, kimi görmek için askerden kaçtı; ardından nasıl bir ceza aldı. Önce ürünlerinin markası, sonra ailenin soyadı olan “Ülker” ismini, hangi romandan esinlenerek aldılar? Sabri Ülker, “Melekler bisküvi imal etmez” sözünü, kime ve neden söyledi? Hikâye, Fatih Medresesi’nde eğitim gören ve bir süre Kırklareli’nde görev yapan Hacı İslam Efendi’nin, Balkan Savaşı patladıktan sonra Kırım’a göç etmesiyle başlar. Ancak Ekim Devrimi’nin ardından tüm varlığını kaybedince yeniden anavatanın yolunu tutar. İstanbul’a vardıklarında kendilerini gemiden kıyıya ulaştıracak kayığa verecek paraları bile yoktur. Oldukça zorlu geçen yılların ardından İslam Efendi’nin bir bisküvi fabrikasında iş bulan iki oğlu Asım ve Sabri Ülker, bu fabrikada bisküvi üretimini öğrenir. Sabri Ülker’in üniversiteden mezuniyetinin ardından iki kardeş Eminönü Nohutçu Han’ın üçüncü katındaki eski bir bisküvi atölyesini alır ve üç işçi ile işe başlar. Yıl 1944’tür ve İkinci Dünya Savaşı’nın en zor yılları yaşanmaktadır. 50 yıl sadece bisküvi ve çikolata üretmek için direnen kazandığı parayı yine işine yatıran Sabri Ülker, bu sabrının karşılığını da bugün Türkiye’nin en sevilen gıda markası “Ülker”le alır. Kitap, sadece Sabri Ülker’in hayatını anlatmıyor. Aynı zamanda Türk sanayiinin 70 yılına da ışık tutuyor. Kitapta, döviz tahsisi zorluğu nedeniyle yurtdışından getirilemeyen makineler, sanayinin gelişimi için yurtdışından getirtilen uzmanların endüstriyel gelişime katkısı, ilk ihracat hamleleri, grev ve lokavtlı yıllar, 1980 sonrasında liberalleşme ve yeni rekabet kuralları, Sovyetler’in dağılması ile bu bölgeye hücum eden Türk şirketleri ve sonrasında yaşananlara da oldukça geniş bir yer ayrılmış. l Öfkelendiğim her şey bu karakterde ALİ DENİZ USLU M urat Bozkurt’un yarattığı çizgi kahraman “Şehir Köpeği” geri döndü. Şehir Köpeği, İstanbul’un kirli ve vahşi yüzü. Murat Bozkurt, “her gün yaşadığımız, gördüğümüz, bildiğimiz ama evdekilere anlatmak istemediğimiz boktan hikâyeler bunlar” diyor “öfkelendiğim her şey bu karakterde var. Hem baktım ki tek öfkelenen de ben değilim!” “Şehir Köpeği” yıllar önce aramızdaydı sonra bizi bırakıp gitti. Neler oldu, nedir hikâyenin aslı? Aslında fırsat buldukça çizdiğim bir tiplemeydi. Geçmişte çizgi roman yayımlamak zor bir iş olduğundan ancak bir yerden teklif geldiğinde oturup çalışabiliyordum. Nuri Kurtcebe yönetimindeki Gırgır dergisinde çizgi roman öyküleri hazırlamaya niyetlenip çalışmaya başlamıştım, orada çalışırken bu tipleme kafamda oluştu. Merhum Metin Demirhan o sırada Manyak Savaşçı’yı çiziyordu. Ben de taslakları ona gösterip düşündüğüm hikâyeleri anlatınca, “Bunun adı Şehir Köpeği”olsun dedi ve adı öyle kaldı. Sonra Kutsi Akıllı ve Tan Cemal’in projesi RH+ dergisi başladı. Ben, onlarla MSÜ’den tanışıyordum ve birlikte Deli Dergisi kapanana kadar çalışmıştık. İlk defa Şehir Köpeği’ni orada çizdim Bir de o dönemde Kent FM’de dinledik, öyle değil mi? Kutsi ve Tan, o zamanki popüler radyo Kent FM’de karakterle ilgili bir program yapmışlardı. Çok acayipti, çizdiğim tiplemeyi radyodan dinlemek enteresan bir duyguydu. Sonra başka bir yayınevinden devam etme durumu oldu ama fazla sürmedi macera. En çok öyküyü Strip derisinde çizdim. Karakterin en olgunlaştığı zaman, o sıralar oldu. Gerçi o dönem çok yoğun çalışıyordum ve bir yandan da öyküleri çiziyordum. İstediğim kadar zaman ayıramadığım için hep eksik kaldığını düşündüm. İş güç derken uzun süre hiç çizmedim ama hep hikâyeler yazıp taslaklar yapıp bir kenara koydum. Çocuk doğmuştu bir kere, ben istesem de istemesem de büyüyordu işte. Nihayetinde bazı öyküleri bir araya getirip bir albüm yapmaya karar verdim. Oyun yayınevi’nin kurucusu Mehmet Şenol Şişli, Kadıköy’den çok eski dostumdur. Yayınevi kurduğunu söyleyince ben de bu projeden bahsettim. Çizgi roman okumayı çok sevdiği için “hadi yapalım” dedi ve yaptık. İyi de oldu! Şehir Köpeği kimdir? Hangi dünyaya ait ve biz onu nasıl tercüme etmeliyiz? Çizgi roman çizmek isteyip konu bulamadığından şikâyet eden arkadaşlara bir gün Nuri Kurtcebe şöyle demişti: “Oğlum şikâyet edip durmayın kafayı neye takıyorsanız onu çizin, devamı gelir.” Çok haklıydı. Öyle de yapmıştım, öfkelendiğim her şeyi bu tipleme çerçevesinde çizdim. Baktım ki tek öfkelenen ben değilim. Öylece yürüdük gittik. Bıçkın, belki umarsız ve kendi bildiğini okuyan bu adam, İstanbul’un hangi yüzü aslında? Sadece İstanbul’un değil, kent yaşamının pis yüzü demeyi tercih ederim. Her gün yaşadığımız, gördüğümüz, bildiğimiz ama evdekilere anlatmak istemediğimiz boktan hikâyeler bunlar. Son zamanlarda haberlerde çok sık geçen “Hepiniz ordaydınız lan!” sözü gibi, hepimizin bildiği konuşmak istemediği şeyler. Kırmızı pazartesi sendromu! Çizgi ile yolculuğunuz nasıl başladı? Karikatür ve çizgi serüveninizin kırılma noktaları neler oldu? Aslında bir şeyler okumaya başlamadan önce çiziyordum. Çizmeyi en çok sevdiğim kahraman Tarkan’dı. Hastasıydım Tarkan ve Kurt’un. Aynı Tarkan gibi kendi yaptığım tahta kılıcım, çizmelerim, kemerim ve başlığım vardı. Köpeği bir türlü ayarlayamadıydık ama olsun! Fakat, sonra sandallı ayaklarıyla Nemedya krallıklarını bir bir yıkmaya gelen çılgın Kimmeryalı’yı, John Buscema’nın çizgisiyle görünce şapkam uçtu. Beni en çok etkileyen çizerdir. Yerli çizerlerden en çok Nuri Kurtcebe, Bülent Arabacıoğlu, Ve kitaptan tadımlık bir hikâye: Ülker’in doğuşu AKŞAMA BABACIĞIM, UNUTMA ÜLKER GETİR 1934 yılı sonbaharında ilkokulu bitirip İstanbul Erkek Lisesi’ne yazılan Sabri Ülker, maddi imkânsızlıklar nedeniyle girdiği parasız yatılı okul sınavını kazanınca, Bilecik Ortaokulu’nun yolunu tutar. Ve böylece uzun sürecek gurbet dönemi de başlamıştır. Ortaokulu Bilecik’te, liseyi Kütahya’da okur. Tatil dönemlerinde ise İstanbul’a gelerek ailenin geçimine katkı sağlamak için seyyar satıcılık yapar. Ağabeyi Asım Bey, o dönemde çalıştığı Besler Bisküvi fabrikasının Sirkeci’deki şekerci dükkânını işletmek için kolları sıvamıştır. Sabri Bey de ağabeyinin dükkânından aldığı ürünleri Eminönü, Galata Köprüsü ve Karaköy’de satar. Liseyi bitirip İstanbul’a döndüğünde de dükkânda ağabeyi ile birlikte çalışmaya başlar. Bu arada Sirkeci’deki dükkândan sonra Ankara Ulus’ta bir şekerci dükkânı açarlar. Bu sırada tarih 1942’yi gösteriyordu. Ankara’daki dükkânı iki yıl daha başarıyla işleten iki kardeş, sonunda Eminönü Nohutçu Han’ın üçüncü katındaki Üç Yıldız bisküvi atölyesini devralma cesaretini gösterir. Neticede Asım Bey 1932 yılından, Sabri Bey ise aralıklı olarak 1936 yılından beri bu işin içinde tecrübe kazanmıştır. O yıllarda ticaret hayatında kontrat veya sözleşme yapmak, alışılagelmiş bir iş değildir. Her şey, sözle hallediliyordu. “Üçyıldız”ın sahibi, hem bu ilkel tesisi hem de ismi, 25 bin lira karşılığında Ülker kardeşlere devretme sözü verdi. Ancak, parayı aldıktan sonra “Üçyıldız” ismini vermekten vazgeçti. Verilen sözün yerine getirilmemesi karşısında, Asım ve Sabri kardeşlerin yapabilecekleri tek şey, yeni isim arayışına girmekti. Bu arayış sırasında, önce “Acaba ‘Tekyıldız’ olmaz mı?” dediler. Daha sonra, hem Kırım asıllı olmaları hem de o dönemde, İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesini sağlayacak olan tarihi Yalta Konferansı’nın dünya gündeminde bulunması nedeniyle, “Yalta” ismini düşündüler. Bir ara, iki kardeşin isimlerinin baş harflerinden oluşan“AS” şeklinde logo dahi yaptırdılar. Sonuçta, yıldızlarını parlatacak bir isim buldular: Sabri Bey’in o dönemde okuduğu Safiye Erol’un “Ülker Fırtınası” romanından da esinlenerek şirketin adının “Ülker” olmasında karar kıldılar. Asım ve Sabri kardeşlerin, “Ülker” markalı ilk ürünleri olan “pötibör” bisküvilerinin üretimine ise, Sabri Ülker’in 24. doğum gününe rastlayan 16 Eylül 1944’te başlandı. l Murat Bozkurt’un “Şehir Köpeği”, İstanbul’un kirli ve vahşi yüzü. Görüp de görmezden geldiğimiz her şey bu çizgi romanda. Suat Gönülay ve Ergün Gündüz’ü severdim. Sanırım ifade tarzıyla en sevdiğim Ken Parker’ın çizeri Ivo Milazzo’dur. Bir yandan her şey sanal ve dijitale kayarken “Şehir Köpeği” çok önemli bir yerde direniyor. Ne dersiniz? Gerçek gerçektir, kağıt üzerinde ya da dijital olarak ifade edilmesi içeriği değiştirmez. Ben öykülerimi hâlâ kâğıda çiziyorum. Öyle de devam edeceğim. Kâğıda iz bırakmanın tadını alanı, başka şey tatmin etmez. l alidenizuslu@gmail.com C M Y B