Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
1 HAZİRAN 2014 / SAYI 1471 7 MİGREN ÇARESİZ HASTALIK DEĞİL NİHAT ATEŞ “Her ağrı gibi migrende de bedende sorun vardır ama sorun aslında ağrının olduğu yerde değildir.” Bu sözü biz değil migreni tanıtan ve tedavisi için kendi yaklaşımını açıklayan Dr. Emel Gökmen söylüyor. Dr. Emel Gökmen “Ağrı Devrimi Migrene Çözüm Var” adlı kitabında yaklaşık beş bin hastanın “ağrısını dinleyerek” ulaştığı ve kendi adını verdiği “Gökmen Yaklaşımı” yöntemiyle baş ağrılarının ve migrenin tedavi edilebilir bir hastalık olduğunu söylüyor. Yapılan araştırmalar ülkemizde insanların yüzde kırk beşinin başının ağrıdığını, yüzde on altısının ise kronik migren hastası olduğunu ortaya koyuyor. Ağrı nedir? Tek cümleyle cevap vermek isterim. Ağrı bedenin yardım çağrısıdır. Ağrı kişiden kişiye değişir mi? Yani ağrının sübjektif bir yanı var mıdır? Bu teşhis ve tedavinin de güç olduğu anlamına gelir mi? Ağrının sübjektif bir duyu olduğu gerçektir. Kişinin hayatı boyunca olan deneyimleri ve o anki durumu ile çok ilişkilidir. Örneğin ben tedavimde iğne kullanıyorum. Bazı hasta bana mısın demiyor bazısı neredeyse havaya sıçrıyor. Benim iğnem aynı. Her ikisinin de yaşadığı gerçek. Çok tepki veren hastaya diğerini ölçek alarak benim iğnem acıtmaz ki diyemem, o çok acı çekiyor çünkü. En önemli konu sorunuzdaki ağrının teşhis ve tedavisindeki güçlük bölümüdür. Ağrı bedenin yardım çağrısıdır derken bedeni korur. Yakıcı bir şeye dokunduğumuzda oluşan ağrı hemen uzaklaşmayı ve daha fazla yanmamayı sağlar. Asıl sorun ise ağrının kaynağı ağrının yaşandığı yerde olmadığında çözüm ve nedeni bulmaktadır. Migren bu durum için en tipik örnektir. Migrende başımız çatlayacak, beynimiz patlayacak gibi ağrır ama beyinde bir bozukluk yoktur. Beyin filmleri normal çıkar. Klasik tıp anlayışında filmlerde problem saptanamadığı için migren “nedeni bilinmeyen hastalıklar” grubuna dahil edilir. Oysa her ağrı gibi migrende de bedende sorun vardır ama ağrının olduğu yerde değildir. Baştan çok uzaktaki sezaryen kesi yerindeki olumsuz uyaranlar başı ağrıtabilir. Dişteki bir çürük başı ağrıtabilir. Hasta “Benim dişim ağrımıyor ki” ve diş hekimi “Bu kadar çürük bu kadar şiddetli baş ağrısını yapmaz” der. Bedendeki network’ü düşünürsek yapar. Özetlersek zorluk ağrıya kaynaklık eden problemin ağrının uzağında olması ve nicelik olarak haddini aşmasıdır. Fotoğraf: VEDAT ARIK Kitabınızda “Gökmen Yaklaşımı” diye adlandırdığınız yöntemi de anlatıyorsunuz. Nedir “Gökmen Yaklaşımı?” Gökmen Yaklaşımı özellikle baş ağrıları gibi nedeni bilinmeyen ağrılarda nedeni bulup ağrıyı kesmeye çalışmak yerine nedeni düzelterek tedavi etmeyi hedefleyen bir yaklaşımdır. Ağrının nedenleri içinde eskiden geçirilmiş iltihap, ameliyat, travma gibi olaylardan hasarlanmış sinir ağındaki (kablo gibi sinirler değil, network) olumsuz uyaran odakları olabildiği gibi özellikle baş ağrılarında dişçene kompleksi çok büyük rol oynamaktadır. Çürükler, yirmi yaş dişleri, eksik yapılmış diş tedavileri, uygun olmayan protezler ve çekilmiş dişler nedeniyle altüst çene dengesinin bozulması eşit kapanmanın bozulması, diş sıkma vb. durumlar baş ağrılarında çok büyük rol oynar. Bu problemlerin hangisinin ağrıya kaynaklık ettiğinin tespiti (tüm ağza her hastada bakılsın demiyorum, çünkü ağızdaki problemler herkeste fazlasıyla var, ağrısı olanlarda ağrıyı yapanlar öncelikli tespit edilmeli) ve düzeltmek için diş hekimliği alanından profesyonellere ihtiyaç vardır. Çünkü dişteki problem ağrıyı başlattıysa düzeltilmesinde Migren tedavisinde “Gökmen Yaklaşımı” adını verdiği bir yöntemle hastalarını tedavi eden Dr. Emel Gökmen, “Ağrı DevrimiMigrene Çözüm Var” adlı kitabında baş ağrıları gibi nedeni bilinmeyen ağrılarda nedeni bulup ağrıyı kesmeye çalışmak yerine nedeni düzelterek tedavi etmeyi hedeflemek gerektiğini söylüyor. Ağrının nedenleri içinde eskiden geçirilmiş iltihap, ameliyat, travma gibi olaylardan hasarlanmış sinir ağındaki olumsuz uyaran odakları olabildiği gibi özellikle baş ağrılarında dişçene kompleksinin rol oynadığına dikkat çeken Gökmen, “Her ağrı gibi migrende de bedende sorun vardır ama ağrının olduğu yerde değildir” diyor. artık profesyonel diş hekimlerinden oluşan bir ekibe ihtiyaç vardır. “Yeter ki sabırlı olun. Ağrılarınızdan kurtulabilirsiniz” diyorsunuz kitabınızda. Ağrısı olan bir hastanın “sabırlı” olmasını istemek herhalde zor. Neden sabırlı olsun ağrı çekenler? Bu söz tedavi sürecine girmiş hastalardaki ortak yaşadığım duruma cevaptır. Gökmen Yaklaşımı’nda nedenler sırayla seanslar halinde çözülüyor. Tedavi devam ederken ağrının verdiği cevaplar da tedavi sürecini belirliyor. Kırk yıldır ağrı çeken hasta başlangıçta tüm bunları anlatmama rağmen daha ilk haftada, ikinci ya da üçüncü gelişinde ağrım geçmedi diye umutsuzluğa kapılıyor. Tedaviyi bırakmaya kalkıyor. Sihirli değnekle tek bir dokunuş bekliyor. Belki de ben hastalarımın ağrısını çok sahiplendiğim için bana böyle bir misyon yüklüyor. Sabırla kastettiğim uzun aylar ya da yıllar değil aslında. Onlarca çeşit migren var. Kitabınızı okurken benim en çok ilgimi çeken migren ise “çocukluk dönemi migreni” oldu. Çocukluk dönemi migreninden nasıl şüphelensin annebabalar? Çocuklarda migrende baş ağrısı çok şiddetli olmayabilir ve çocuğun kendisini ve yaşadıklarını ifade etmesi zordur. Feryat etmeseler de çocuklar da çok sıkıntı yaşarlar. Öncelikle ebeveynler çocuğun başım ağrıyor demesini ciddiye almalıdır. Çocuk baş ağrısını mazeret olarak kullanmaz. Ayrıca çocuk bazı günler oyun oynamayı, eğlendiği TV, bilgisayar gibi şeyleri yapmayı bırakıp durgunlaşıp, soluklaşıyorsa, durup dururken hasta gibi olup ertesi güne hiçbir şeyi kalmıyorsa migren akla gelmelidir. Ayrıca çocuklarda sadece kusma ile giden ataklar da olabilir. Bu çocuklarda da çocukluk çağı migren düşünülmelidir. Özellikle tıpta ve sağlık alanında sağlığın bir popüler kültür nesnesi haline getirildiğini görüyoruz. Bir yandan da insanların sağlığı söz konusu ve onları da bilgilendirmek gerekir. Siz, bu aradaki denge nasıl sağlanabilir? Sağlığın popüler kültür nesnesi olarak kullanılması değerlendirmeniz çok doğru. Televizyonda pek çok kanal var. Günün hangi saatinde olursa olsun şöyle bir dolaştığınızda konuşan bir meslektaşımı yakalarsınız. Aslında halkı bilgilendirme amaçlanmış gibi görünse de bu programlar arztalep çözümüdür. Sağlık herkesin ilgisini çekiyor, o nedenle program yapımcıları için izlenir konu özelliği taşıyor, doktorlar reklam yapamadıkları için de bu programlar aracılığıyla kendilerini serbest piyasada görünür kılıyor, bir anlamda programlara sponsor oluyor. Bu durum doktorların inisiyatifinden çıkmış durumda; birçok sağlık programının sponsoru özel hastaneler artık. Bence etik sınırları aşmış bir duruma geldi. Dengeyi yine biz hekimler sağlayacağız diye düşünüyorum. Programlara hastane sponsor olabilir ama programın içeriğini hekim yönlendirebilir. Konuşmanın çerçevesini halk sağlığı ve halkı bilinçlendirme, üzerine konuştuğu hastalıkta koruyucu hekimlik yönünü ön plana çıkararak yapabilir. Hekim önce bilinçlendirici mesaj vermeyi hedefleyebilir. Bana göre sağlığın popüler kültürde yer almasının önüne geçilemeyecek. Sağlığın ücretsiz, herkese eşit sunulduğu bir toplumda yaşanmıyorsa bu olacak. l Mekân İcat, mucit ve patlak şeker assı kare şeklindeki ambalajdan çıkan pastil gibi şekeri isteksizce ağzıma attım. Bir iki saniye içinde ağzımda kıpır kıpır bir şeyler olmaya başladı. Doğrusu tatlı meraklısı sayılmam, o yüzden şekeri tatmaya pek de niyetli sayılmazdım, ama yeni icat şekerin mucidine itiraz edememiştim. Ağzımı ferahlatması için gayri ihtiyari buz gibi soğuk beyaz şaraptan koca bir yudum aldım. Israrla şekeri tattıran ve tepkimi dikkatle bekleyen girişimci mucit bir an dondu kaldı, gözleri dehşetle faltaşı gibi açıldı ve işte tam o anda ağzımın içinde şiddetli bir patlama oldu. Çıtır pıtır çatlaması gereken şeker, gürültülü tek bir patlamayla ağzımın içinde tuzla buz olmuştu. Karşımdaki klasik takım elbiseli genç adam hırslı bir pazarlamacıdan ziyade haylaz bir çocuk gibiydi, dayanamadı kahkahayı bastı. Klasik akide şekerini toz patlak şekerin eğlencesiyle birleştirmiş, bunu biraz hınzırca bir yaratıcılıkla AYLİN prezervatif poşetine ÖNEY TAN benzer ambalajların içine koymuş, yakaladığına şekeri tattırıp tepkileri ölçüyordu. Besbelli ki şekerleri çocuklardan çok büyüklere eğlencelik olarak pazarlamaya kararlıydı ve tam da olması gereken yerdeydi. Bu olay 2022 Mayıs tarihlerinde Sakıp Sabancı Müzesi bünyesindeki The Seed kültür merkezinde gerçekleşti. İngiliz hükümetinin “The Great Festival of Creativity” yaratıcılık festivali tam da icatların ve mucitlerin buluşma arenasıydı. İngiltere yaratıcı fikirleri olan tasarımcılar ve girişimcilerle küresel iş dünyasını buluşturmayı amaçlayan bu festivalleri düzenlemek için üç potansiyel merkez seçmiş. Hong Kong ve Şanghay’da yapılması planlanan bu büyük buluşmaların Y ilkinin İstanbul’da gerçekleşmesi Türkiye’nin yaratıcılık ve iş dünyası açısından ne kadar önemli bir merkez olarak görüldüğünü ortaya koyuyor. Yaratıcılık festivalleri mimarlık, tasarım, moda, lüks ürünler, iletişim, teknoloji ve eğitim gibi alanlarda özgün çalışmalara yer veriyor, bu konuda söyleyecek sözü olan kişileri bir araya getirmeye çalışıyor. Son günde kapanış oturumlarından birinin yemek konusuna ayrılması da yemek meselelerinin giderek ne kadar önemli bir konuma geldiğinin göstergesi. Bu oturumun konuşmacılarından biri olmamı sağlayansa oturumun düzenleyicileri Tom Parker Bowles ve Claudia Roden. Claudia Roden dünya yemek yazınının taçsız kraliçesi. Ortadoğu mutfağını ilk gündeme getiren, Türk mutfağı hakkında ilk kalem oynatan yazarlardan. Yahudi mutfağı hakkında en kapsamlı yemek kitabının yazarı olarak da apayrı bir öneme sahip. Kahire’de doğup büyüyen Claudia Roden’in ailesinin bir kanadı Halep kökenli, bir kanadı da İstanbul’a dayanıyor. Halep bağlantısının kökü Gaziantep’e de uzanıyor, büyük dedesi bir zamanlar Antep sinagoğunun kurucusu olan hahambaşıymış. Mısır’da İstanbul ve Osmanlı kökenliler bir nevi asil kabul edildiklerinden, çok zengin bir kültür ve ihtimam içinde yetişmiş, sonradan evlenip İngiltere’ye göçünce yemek yazımında bir öncü olarak Osmanlı mirasçısı olan Ortadoğu mutfağını yazarak bu zengin birikimi ortaya dökmüş. İstanbul’a gelmeden önce kendine yaraşır asil bir yaklaşımla bizleri unutmadı, beni ve kadim dostları Nevin Halıcı ve Vedat Başaran’ı arayarak düzenledikleri panele katılmamızı rica etti. Tom Parker Bowles ise yemek yazarı ve gazeteci olma yolunu seçmiş, ancak Prens Charles ile evlenen Camilla Parker Bowles’ın oğlu olma nedeniyle hep asalet bağlantısıyla da anılmış bir yazar. İyi eğitiminin getirdiği birikimi yemek konusunda yazdığı gazete yazıları ve kitaplarında yansıtan Tom, aynı zamanda bu alanda bir öncü olarak yaratıcılık festivallerinin yemek konusundaki etkinliklerinin moderatörlüğünü yapıyor. Asalet bir yana alçakgönüllü ve samimi yaklaşımıyla mahalledeki komşu oğluymuş gibi adeta görünmez bir özelliği var. Birlikte gezdiğimiz Mısır Çarşısı ve Kadıköy pazarında içten davranışlarıyla tüm esnafın kalbini fethettiğini söylemek gerek. Nitekim ilk kez beş yıl önce yeni kitabının davetinde tanıştığımızda candan yaklaşımına hayran olmuş, annesinin kim olduğunu öğrendiğimde de ufak çaplı bir şok yaşamıştım. Davetin orta yerinde annesi Camilla’ya yanlışlıkla çarpıp, özür dilemek için döndüğümde yüzümün aldığı şekil hâlâ anlatılır. Benzer bir şoku bizim icat şeker mucidine yaşattığım için hınzır bir zevk duyuyorum. Sen değil misin bana, çatlak patlak şeker tattırıp şoka uğratan. Kapanış resepsiyonunun ilerleyen bir vaktinde şekerci Tolga Erden’i götürdüm Tom ile tanıştırdım. O da bir taraftan şekerini zorla tattırırken, bir taraftan da avuç avuç paketi Tom’un eline, cebine koymaya çalışıyor, biraz daha al, çocuklarına da verirsin mealinden bir şeyler söylüyordu. Ama önemli bir detay var, haylaz kerataya kazığımı attım, Camilla bağlantısını sonradan söyledim. Yüzünün aldığı şekli bir görmeliydiniz, patlak şekerlerinden daha da patlak bir ifadesi vardı! Ne diyeyim, iyi ki etrafta paparazziler yoktu. Yoksa İngiliz bulvar gazetelerinde bizim Erden şekerlemelerinin vârisi Tolga, cici babası Prens Charles olan Tom’un cebine avuç avuç prezervatif koyarken yakalandı diye şok haber olması işten bile değildi. l aylinoneytan@yahoo.com Gerçek et, gerçeküstü lezzet B üyük küçük herkesin sevgilisi döner, Y Döner markası altında kaliteli dana ve kuzu etinin farkını yaşatıyor. Beylikdüzü ve Fatih şubeleriyle lezzet iddiasını ortaya koyan Y Döner, Osmanbey ve Kızıltoprak şubelerinde de hizmet vermeye başladı. “Gerçek et gerçeküstü lezzet” mottosuyla, kendi üretim tesislerinde müşterilerine tamamen sağlıklı dana ve kuzu etinden üretilmiş ürün sunan Y Döner, ateşte lavaşlarıyla mönüyü tamamlıyor. Ayrıca porsiyon, pilav üstü, dürüm ve İskender döner çeşitleriyle, dönerin her halini aynı kaliteyle sunuyor. Yonca Döner’in lezzet farkı Afyon’dan ve Trakya’dan tedarik edilen katıksız dana ve kuzu etinden geliyor. Etiniz tabağınıza gelmeden önce işleme tesislerinde özel olarak hazırlanan sosta dinlendiriliyor. Baharat kullanılmaması ve meşe ateşinden gelen füme lezzeti de etin özel tadını ortaya çıkarıyor. l ydoner.com C M Y B