22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

9 ŞUBAT 2014 / SAYI 1455 5 Biene Pilavcı (en solda) ailesiyle birlikte. Soldan sağa, Ali Pilavcı, Samira (Nazik) Pilavcı, Beyhan Pilavcı, İlknur Pilavcı ve Esra Pilavcı. Anne, ablama bıçağı nasıl fırlattın? Biene Pilavcı, Almanya’da doğup büyümüş bir Türk kızı. Henüz, 12 yaşında evden ayrılmış. Yaşadığı tüm zorluklara karşın kendi ayakları üzerinde durmayı başarmış. Sinema okumuş ve sonrasında kamerasını sırtına alıp ailesinin yanına dönmüş. “Yaşanan şiddet bizi nereye getirdi ve nereye götürecek” diye sormak için. Biz de belgeselin gösterimi öncesi hem Biene ile bir söyleşi yaptık hem de Pilavcı ailesinin hikâyesine bir göz attık. “Adım Biene Pilavcı, çocukken geceleri, mezarlıklarda gezerdim, anne ve babamı fare zehiriyle öldürmeye çalıştım. 12 yaşında kendi isteğimde evden ayrıldım...” !f İstanbul’un en çarpıcı işi olmaya aday Tek Başına Dans isimli belgesel filmin başlangıcı böyle. Almanya’da doğup büyüyen bir Türk kızın, Biene Pilavcı’nın kamerayı eline alıp ailesinin yanına dönüşünün ve “bu şiddet bizi nereye getirdi ve bundan sonra nereye götürür?”diye sormasının hikâyesini kendisinden dinliyoruz. Kendi sözleriyle, 12 yaşından, 17’sine kadar bir Katolik kız yurdunda yaşamış Biene. “Orada hayat bayağı sertti ama kurallara uymamanın yolunu bir şekilde bulurdum” diyor o günlerle ilgili. 18’ine geldiğinde artık kendi ayakları üzerinde durma zamanı gelmiş. Bir süre, orada burada kaldıktan sonra sinema okumaya karar vermiş. 2005’ten 2012’ye kadar, yönetmenliğinin yanında senaryo, kurgu ve yapımcılık üzerine de çalışmış aynı zamanda. Buraya kadarki kısım Biene Pilavcı’nın şimdiye kadar ki hayatının tüm ayrıntılarını atlayan kısacık bir özetiydi. Onu ve hikâyesini kendine has yapanlarsa detaylar. Kimisini kaçırdığı detaylar ve DENİZ Biene, kaldığı yurtta, ÜLKÜTEKİN kimi zaman sinir krizi geçirse de, dibe vursa da, kardeşleri, ağız birliği etmişçesine “iyi yapmışsın” diyor... Birden karar vermiş. Plansız gelişmiş işler. Aile üyeleri yani dört kardeşi, Esra, Samira, Ali ve İlknur da ikna olmuşlar kamera karşısına geçmeye çünkü... ”Onlar da benim gibi bir şeyler anlatmaya çalışıyor, kendilerini ifade etmek istiyor. Onlardan aynı zamanda manevi yardım istememi büyük bir iltifat olarak kabul ettiler.” Bir de Biene’nin annesi Beyhan’la hiç bu kadar vakit geçirmemiş olması yüzünden ayrıca sevinçliymişler. Biene’nin asıl ismi Birnur ama herkes ona Biene, yani “arı” diye hitap ediyor. Annesi de öyle. Beyhan Hanım, 70’lerde henüz 15’indeyken o sıralarda Almanya’da olan Mehmet Pilavcı’yla evlendirilmiş ve birkaç gün içinde Nevşehir’deki köyünden Almanya’nın yolunu tutmuş. Birkaç yıl sonrasında köyüne kucağında dört çocukla izne gelmiş ancak evlat sahibi olmak her zaman mutluluğu beraberinde getirmiyor. Kardeşlerin hemen hepsi, çocuklukları boyunca anne ve babalarından yedikleri dayak ve gördükleri şiddetten şikâyet ediyor. Belgesel boyunca Biene’nin çocukken tuttuğu günlüğe de misafir oluyoruz. Şöyle diyor, “anne ve babam, sosyal güvenlik bir daha bizi döverlerse ellerinde alacağını söylediğinden beri, bizi nerede ve nasıl döveceklerine çok dikkat ediyorlar. Bizi kaybetmemek için niye bu kadar uğraşıyorlar anlamıyorum. Belki de hayatlarının içine ettiğimiz için onlar da bizimkini içine etmek istiyordur.” Ancak Biene daha o yaşlarda, bir kader varsa bunu kendi yazmaya kararlıymış, “Elime iki zımpara aldım, aynada kendime uzun uzun baktım. Önce yavaş yavaş sonra çok hızlı yüzüme sürtmeye başladım. Çok acıyordu ama buna değecekti. Ertesi sabah okula gittiğimde herkes bana ne olduğunu merak ediyordu. Öğretmenim hemen yetkilileri aradı. Velayet davası açılacaktı ve bir yurda yerleştirilecektim. En güzeli de artık hiç dayak yemeyecektim.” Biene’nin tabiriyle, annesi kendisinin yanında diken üstünde oturuyordu. Pek fazla birlikte vakit geçirmediklerinden mi, yoksa Biene’nin soracağı soruları tahmin etmesinden mi bilinmez. Biene film boyunca annesini çok zorlayacak sorular soruyor, onun da geçmişiyle yüzleşmesini istiyor. Mesela, “anne, İlknur’u bıçakla nasıl yaralamıştın” diye soruyor. İlknur ailenin en büyüğü, bir akşam eve havuzdan geç geldiğinde, annesi Beyhan sinirden deliye dönüyor ve eline geçen bıçağı kızının arkasından fırlatıveriyor. “İlknur’un sırtında oluşan yarıktan ciğerleri görünüyordu” diye hatırlıyor Biene olayı. Ancak Biene’ye “anneni tüm olanlar için hâlâ suçluyor musun” diye sorduğumda onu da bir kurban olarak gördüğünü söylüyor. Beyhan Pilavcı, kocası Mehmet Pilavcı’yı bir gece, kendisine tecavüz ettiğini söyleyerek yatmışlar. Ali babasına karşı en az annesine olduğu kadar sinirli ve izleyiciler olarak, ailede yaşanan cinsel istismara ilk kez Ali’nin ağzından şahit oluyoruz. Ancak Ali, ne Samira ne de İlknur’un söylediklerine inanmıyor. “Anlatsalardı, babamı öldürürdüm. Şimdi kalkmış ‘babam bize kalkıştı’ diyorlar. Hiçbirine inanmıyorum. O zaman konuşacaklardı, sussunlar” diyor. Biene de “Belki bunu yapacağını bildiklerinden susmuşlardır” diye cevap veriyor. Biene’ye göre bu konuşma, Ali’nin çaresizliğinin bir ifadesi. Tüm bu sorunların dışında, Biene’nin film projesi, Pilavcı ailesinin yeniden bir araya gelmesine de vesile oluyor. Samira annesine doyasıya sarılırken Ali’yi İlknur’un çocuğu Devrim’le oynarken görüyoruz. Biene, cinsel istismarı konuşmak için Samira’yla buluşuyor. Samira’nın asıl ismi Nazik ama o Samira olmayı seçmiş. Belki geçmişinden kaçmanın bir yolu olarak görmüş bunu. Biene’ye Samira’nın yaşadıkları hakkında ne düşündüğünü sorduğumda, “Bence buna kendisi daha iyi cevap verebilir, dedi. Bu yüzden ben de belgeseldeki konuşmasından bir alıntı yaptım. “Dayak da en az istismar kadar kötü çünkü ikisi de vücuduna saygısızlık.” Öte yandan Samira’nın asıl merak ettiği, “neden kurbanın kendisi olduğu.” Tüm bu yaşananlardan sonra aile, bir arkadaşlarının düğünü için Yunanistan’da bir araya geliyor ve aile tam anlamıyla birbirine giriyor. Herkes, deyim yerindeyse eteğindeki taşları döküyor. Bu sırada Biene çekim yapmaya devam ediyor. Bunu nasıl başardığını soruyorum, “hiç zor olmadı çünkü bunun gibi zor anları daha önce çok yaşamıştım” oluyor. Ortalık yatıştıktan sonra annesi Biene’ye, “Başka çekecek şey bulamadın mı” diye soruyor. Bundan sonra Biene’nin en büyük çelişkisi başlıyor. “Ailemin acılarını filmim için kullanıyor muyum” diye kendine soruyor. Aynı soruyu ben de sordum. “Seyirci bu filmden bir şeyler çıkardığı an bence buna değer gibi geliyor. Dışardan bakınca, evet burada ahlaki bir boşluk var diye düşünebiliriz fakat buna seyirci karar versin.” Biene’nin ve Pilavcı ailesinin hikâyesi böyle ama yapılması gereken bir şey daha var. Ailenin kalan tek üyesiyle görüşmek. Baba Mehmet Pliavcı. Biene, tüm yaşadılarından da zorlu bu sınavı için yola çıkıyor. Bu sıra dışı hikâyeyi kendi gözleriyle görmek istiyorsanız ve Biene’ninn babasıyla buluşmasında yaşananları merak ediyorsanız, !f İstanbul’da Tek Başına Dans’ı izlemelisiniz. l Biene Pilavcı babasıyla. polise şikâyet ediyor. Bundan sonra baba Mehmet Pliavcı hapse atılıyor ve sonrasında da sınır dışı ediliyor. Aileden kimse onu bir daha görmüyor. Ancak Ali annesinin yaptığını, babasına pusu kurmak olarak nitelendiriyor. Ali, Pilavcı ailesinin tek erkek çocuğu. Biene onunla görüşmeye giderken son derece tedirginmiş. “Ali’yle son görüşmemizde, polisler beni ondan zor kurtarmıştı. Yolun ortasında, beni fena dövmüştü. O yüzden on senedir görüşmüyorduk.” Biene, Ali’yi filmin gizli yıldızı olarak tanımlıyor. Bir süre hapis yatmış. Hatta babasıyla aynı hapisanede Fas’ın yükselen yeni yüzü: Cesur Taia Bazı hikâyeler yazarını dünyaya tanıtır, bazı yazarlar ise hikâyelerini dünyaya. Taia ikinci gruptan. Gay hikâyelerini dinlemeye alışkın olmayan baskıcı ve tutucu Fas’ta, eşcinsel bir gencin otobiyografik romanını yazdı geçen yıl. Kendi romanını. Şimdiyse aynı isimli sinema filmi “Salvation Army / Kurtuluş Ordusu”, !f İstanbul’da seyirciyle buluşuyor. SERAP DAMGACI konuyu politik sinema tuzaklarından uzak tutuyor. Hikâyenin baskıcı ve etkileyici ayrıntılara odaklanıyor. Fas’ın kalabalık ve fakir bir ailesine odaklanan filmde, en çok dikkat çeken kişi ağabey, Slimane. Abdellah’ın ona karşı hissettiği takıntılı duygular filmin devamını şekillendiriyor. Filmde, baba şiddeti, anne ise çaresizliği temsil ediyor. Gürültülü dayak sahneleri de çok kez yer alıyor ama Taia kamerayı bu sahnelere çevirmek yerine, uzaktan gelen yansımalarını seyirciye dinletiyor. Arzu, aşk, itibar ve hayatta kalma savaşının anlatıldığı filmin yönetmeni Abdellah Taia’yla hem yapıtı hem de hayatından kesitler üzerine konuştuk. Filmin yönetmeni, senaristi, başkarakteri, hikâyesi hepsi sizsiniz. Yıllar öncesine gidip kendi filmini yapmak size nasıl hissettirdi? Otobiyografik bir film olduğu için yaratım süreciyle ilgili her şey çok kolay oldu. Tanıdığım insanları konu edindiğimden yeni bir şeyler yazıp çizmeme gerek kalmadı. En önemlisi de büyüdüğüm toprakları, Fas’ı anlatmış oldum. Hayatımdaki önemli noktaları ele aldım, içlerinden ilginç olanları seçtim ve kendi sinema dilime göre uyarladım. Filmdeki karakteriniz; çekingen, sessiz, duygusal bir çocuk. Kanatları altına sığınabileceği birini arıyor. Ağabey, Slimane da bu noktada gücü temsil eden iyi bir örnek. Slimane’ye karşı takıntılı olduğu bir gerçek. Bu kısım gerçek öyküde daha karışık. Filmde iç ve dış pek çok etkenin Fas toplumunu nasıl etkilediğini görüyoruz. Herkes birbirinin önünün tıkıyor, kişisel alana yer yok. Sağlıklı ilişkiler geliştirmek mümkün değil. Bazen kötü şeyler yapsa da tüm bu kirli düzenin ortasında direnmeye çalışan biri Abdellah. Çevresinden örnek alabileceği tek kişiyse ağabeyi Slimane. Onun fiziksel özelliklerini ve zekâsını istiyor, hatta daha fazlasını. Homoseksüelliği ağabeyine duyduğu aşktan gelmiyor ama bu aşkı gösterme, izleme yolundan geçiyor. Abdellah ne zaman hikâyesini dünyaya duyurmaya karar veriyor? 13 yaşında ilerde yönetmen olacağıma A bdellah Taia, eğitimini Fransa’da almış, Faslı homoseksüel bir yönetmen. Homoseksüelliğin hâlâ bir kanun suçu olarak görüldüğü ülkesinden yola çıkarak pek çok gelişmiş ülkelerde bile yıkılamayan tabuları gün yüzüne çıkarmayı amaçlıyor. Taia filmini anlatırken işlediği karar vermiştim. Yoksul evimizde, Fas televizyonlarından izlediğimiz Mısır filmlerini çok severdim. Bir gün kendi kendime, “ilerde o karelerin arasına, en çıplak ve açık haliyle kendi gerçekliğimizi koyacağım” dedim. Homoseksüel hayatları ve onların problemlerini Arap dünyasına anlatmak hâlâ çaba gerektiren bir uğraş mı? Fas’ta homoseksüellik hâlâ bir kanun suçu. Bunun için üç yıl hapse mahkum edilebilir, Fas’tan dışarı çıkarılmayabilirsiniz. Bu tür cezalara, son on yıldır Arap dünyasının tarafsız kesmi tarafından tepki gösterilmeye başlandı. Arap dünyasının homoseksüellikle sorunu daha çok politik. Filmden sonra nasıl tepkiler aldınız? Film önümüzdeki hafta Fas Tangier Film Festivali’nde gösterilecek. Bu beni çok mutlu ediyor. Fas, bizlerinkine benzer hikâyeler izlemeye hazır bence. l C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle