Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
12 OCAK 2014 / SAYI 1451 5 Ben yalnızca mesleğime aitim Gazetecilik ilkeleri, çıkar ve korkuyla yeniden yazıladursun bildiğini okuyup yolundan ayrılmayanlar için işler zor. Tuluhan Tekelioğlu da bunları acı tecrübe edenlerden. Tekelioğlu’na göre habercilerin ekmek mücadelesi ve vicdan arasında bırakıldığı zor bir dönemdeyiz. Yakın gelecekte de etik değerleri, meslek ilkelerini, halkın gerçek haberi alma isteğini görmezden gelen gazeteciler meslekten silinecek. ALİ DENİZ USLU yazıldı. Elbette tüm bu sorular benim de kafamdaydı. Zaten medyanın ruhunu deşifre ettiğim için o dönem çalıştığım Sabah gazetesi ile de özgür bir ilişki kurmuştum. İstikrarlı bir freelance gazeteci olarak altı yıl boyunca röportajlarım yayımlandı. Sabah’ta sonun başlangıcı ise “Fas Kralı’nın Başbakan’la neden görüşmediğini anlatan Fas Haber Ajansı kaynaklı haberi RT’lemem oldu. Önce uyarı aldım, halbuki tamamen haberci refleksiyle yapmıştım! Gezi günlerinde de yaşadığım ve yaşadığımız üzücü olaylar her şeyi sorgulamama neden oldu. Habercilerin ekmek davası ile vicdan arasında bırakıldığı zor bir dönemden geçiyoruz. Gezi olaylarında ilk medya vuruldu. T uluhan Tekelioğlu kıyametin koptuğu medya kazanında şimdi “Artı 1”’de Gece Masası isimli bir program yapıyor. Gece Masası muhalif bir içerik. Bu masaya herkes oturuyor; sapanı ile eyleme çıkan teyze de var, AKP’li bir bakan da, bir artı 1 izleyicisi de. Tekelioğlu “biz amazonlar ekibiyiz” diyor, “Gece Masası, kadın zekâsı, duyarlılığı ve bakış açısıyla hazırlandı. Kırmızı noktası yok. Özgür düşünmek ve konuşmak serbest!” Gece Masası hafta içi her gün 23.30 01.00 arasında. Medyanın son on yıldaki metamorfozunu sert tecrübe ettiniz. Zaten herkesin hikâyesi ve derdi farklı günümüzde. Size düşenler ve sizde kalanlar neler? Medyamız çok renkli! Öyle bir tarihe şahit oluyoruz ki herkes dürüstlükleri ve ahlakları ile sınanıyor. Gazeteciler de vicdanları ile başbaşa. Mesleğin gerçek değeri ortaya çıkıyor. “Yandaş medya”nın doğumu ve gelişmesi kısa sürdü. Şimdilerde yetişkin bir yandaş medya her türlü manüpilasyonu rahatlıkla yapıyor. Bu dönemde işine ve kendine saygısını kaybetmeyenler de oldu. Ama “yandaş medya” gazeteciliği aşağılıyor, küçük düşürüyor. Gazetecilerin bunu içine sindirmiş olması acı verici! Yandaş medyada gazetecilik ilkeleri, çıkar ve korkuyla yeniden Fotoğraf: GARBİS ÖZATAY Gezi gazetecilere ilk uyarıydı Vuran da vurulan da medyaydı belki ama bu iş ateşten gömlek. Gezi’de yaşananları aktarması gereken habercilerin aidiyet duydukları mecranın penguen belgeselini tercih ettiğini görmeleri çok acıydı. Aslında muhabirinden editörüne hepsi görevlerini yapmıştı, sahada haberi görmüşler ve zamanında yetiştirmişlerdi ama onlara bu haberler yaptırılmadı. Ellerinde çok fazla haber malzemesi olup da paylaşamayanları biliyorum. “Biz bunu nasıl paylaşabiliriz?” deyip, uluslararası haber ajanslarına sattılar haberlerini, isimlerini kullanmadılar. Bilin ki bu insanı uyutmaz! Güveni satın alamazsınız. Medya yeniden adam yerine konur mu? Kendini toparlamak zorunda ama halk medyadan önde gidiyor. Genç kuşakta korku duvarları yıkıldı. Gezi, gazetecilere ilk uyarıydı, 17 Aralık ise ikinci. Bu dönemde etik değerleri, meslek ilkelerini, halkın gerçek haberi alma isteğini görmemezden gelen gazeteciler ileriki zamanlarda şanslarını kaybedecek hatta meslekten silinecek. Yeni medya yolunu buluyor. Mesela mizah dergilerinin satışları arttı, gazete satışları hızla düşüyor. Televizyon izlenmiyor, sosyal medyanın gücü yadsınamayacak kadar arttı. İnsanlar ekranlarında göremediklerini sosyal medyada aramaya başladı. Ne yazık ki bu mecra da manipülasyona açık. Denetimsiz. Ama bildiğimiz medya ölünce, doğan bir çaresizlikti bu. l Artık kimse bir kutu yardıma oyunu satmayacak Önümüzdeki günler ne getirir? Halk kendine verilen kömürü, pirinci, unu önemsemeyecek. Bir kutu yardıma kimsenin oy satacağına düşünmüyorum o ayakkabı kutularını gördükten sonra. Başbakan her şey sandıkta belli olur diyor ya, halkın sandığa giderken vicdanında neleri sorguladığını da göreceğiz önümüzdeki günlerde. “Artı 1”de Gece Masası’nı yapıyorsunuz. Bir ara “Artı 1”de de editoryal özgürlükte sıkıntı olduğu iddiasıyla büyük bir deprem olmuştu. Ama siz dilediğiniz gibi bir program yapıyorsunuz. Eğer özgürlük sıkıntısı olsa şu an Can Dündar, Mirgün Cabas, Özgür Mumcu ve ben nasıl bu programları yapabiliyor olabiliriz? Gece Masası’nda stüdyoya sahanın ruhunu getirmek istiyorum. İnsanlar gecenin o saatinde masaya oturduklarında kendileri oluyor. Memleket meseleleri ile başlayıp, hayat gündemimize dönüyoruz. Gece Masası’nın kırmızı noktası yok. Özgür düşünmek ve konuşmak serbest. Bu öyle bir masa ki, kahkahalara da aşina, göz yaşlarına da. Ama kabul etmediğimiz tek şey var; hakiki olmamak! l Reyhanlı’da büyük bir savaş ekonomisi var Medyanın toparlandığı söyleniyor ama iktidarın sallanma ihtimaline karşı yeni güce selam veriyor olmaları daha olası? Böyle çirkin bir olasılık da var tabii. Biz haberi olduğu gibi verme özgürlüğünü kaybetmiş durumdayız! Şimdi, şu an Reyhan’lıya gitseniz dünyanın haberini bulursunuz. TIR’dan önce neler geçti, neler! Sınırda üç saat geçirseniz neler geçtiğini görürsünüz. Ben gördüm; atm makinaları, plakasız otomobiller, canlı hayvanlar, şemsiyeler, yaralı üst düzey askerler... Orada büyük bir savaş ekonomisi dönüyor, hem de çok büyük. Kaçakçılar şu dönemde yaralı transferinden büyük paralar kazanıyor. Şimdi bunları haber yapmak suç sayılıyor. Biz kafamızı kuma gömüyoruz da dünya görmüyor mu bunları? Bu anlamda Cumhuriyet gazetesini de büyük bir teşekkür borçluyum, Suudi Arabistan kökenli ‘Rabıtatül Âlemi İslami Uluslararası İmar ve Kalkındırma Kurumu’nun finanse ettiği pansiyon ve okul görünümlü dört sağlık merkezinin Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde dokuz aydır faaliyette bulunduğu Cumhuriyet gazetesinde yayımladım. Başka hiçbir gazete bu haberi vermeye cesaret edemedi. Hiç korktuğunuz oldu mu? Korku eşiğini kıranlardan oldum sanırım. Gidip geldiğim zamanlar da oldu elbette. Ama medya utanç tarihini yazarken, halk kendi tarihini yazıyor. Medya ve köşe yazarlarının yaş ortalaması kaç? Elli ve üstü. Korku onlarda, korku gençlerde değil! Koltuklarıyla gömülmek istiyorlar sanırım. Dedim ya çok renkli bir dünya burası, dibin dibini göreceğiz ve sonra çıkacağız bu kuyudan güneş ışığına. Bir de yolsuzluk iddialarına komplo diyerek üstünü örtmek 21. yüzyıla yakışmayan bir yaklaşım. Böyle bir iddia varsa üstüne gitmek gerekir. Aklanmak gerekir. Türkiye komplo tezgâhlarına çok alışık ama yolsuzluğu halk affetmez, halk aptal değil! l alidenizuslu@gmail.com HAKAN YUFKACIGİL Annem namazını kılar, ben içki içerim DENİZ ÜLKÜTEKİN A ltın portakal’ın En iyi Erkek Oyuncu ödülünü, bu sene o kazandı. Hakan Yufkacıgil. Sık sık tiyatroda bazen televizyonda, hep mütevazı haliyle gördüğümüz bir isimdi. Merak ettik, acaba ödül onu değiştirmiş miydi? Yanıtı hemen aldık, tabii ki hayır. “Iska” isimli oyunla İstanbul Santral’de sahne alan Yufkacıgil, aynı mütevazı ve sıcakkanlı kişiliğiyle sorularımıza samimi cevaplar verdi. Öncelikle yeni oyununuzdan başlayalım isterseniz. Krek’te Berkin Oya’nın oyununda oynuyorum. Askerlikle ilgili bir hikâye. Orada şehit ve gazi olan birinci dereceden akrabalarının duruma bakışlarını anlatıyor. Türkiye’de pek tanık olmadığımız, çok farklı bir rejisi var. Ben de ilk defa şahit oldum. Berkin Oya çok zeki “Iska” oyunundan. bir adam. Fakat gelip görmeniz lazım. En ufak bir ipucu verirsem, işin bir esprisi olmaz. Özdeşleştirme açısından olaya bakışınız nasıldı? Oyun konuya nasıl yaklaşıyor? Durumların o kadar içindeyiz ki, askerlik yapıp yapmamak çok da fark etmiyor Türkiye’de. Zaten Fuat Mete, oyunu yazarken o dengeyi kurmuş. Çok objektif yaklaşıyor durumlara. Tamamen seyircinin algısına bırakıyor. Oyunculuğun böyle bir yanı da var. Bazen fikren katılmadığı karakterlere de bürünebiliyor insan. O biraz karışık bir durum. İş bölümü yapmak lazım. Bizim işimiz tüm hazırlıkları eyleme dökmek. Tabii daha önce televziyonla ilgili kabul etmediğim proje oldu ama tiyatroda pek karşılaşmadım. Son bir yılda sanat dünyasından isimler de siyasi bir hedef haline geldi. Bir şekilde mesleğiniz siyasallaştı sanki. Atatürk’ün çok güzel bir sözü var, “sanatçı, alnında ışığı ilk hisseden insandır” diye. Belki şöyle bir durum var. Oyuncular siyasallıştırılmak isteniyor. Hocam Yıldız Kenter’den insanları, daha iyiye, doğruya yöneltip, daha vizyon açan bir insan olmak için eğitim aldım. Tiyatrolar üzerinde de bir baskı var. Sizce tiyatro camiası nasıl tepki vermeli buna? Zaten gerekli şekilde sesimizi duyuruyoruz. Herkes fikrini söylüyor. Bir tiyatro oyuncusunun çok büyük endişeleri olacağını zannetmiyorum. Zaten bir ticari beklenti yok, çoğu insan aşkla yapıyor bunu. Ortada aşk olunca insan daha cesur olur. Tiyatrocular geleneklerini de bilen bir grup. Annem hacıdır, beş vakit namazını kılar ve ben rakı içerken annemle çok tatlı sohbetler yaparız. Fikirlerine çok saygı duyarım. O da bana saygı duyar. Türkiye’de böyle güzel bir durum var. Ben çok siyasi tarafla ilgilenmiyorum. Benimle alakalı konularda fikrimi söyleme gereği duyuyorum sadece. İşte bunlar hep siyaset. Öyle mi oluyor? Bunları siyaset olsun diye değil, bana doğru gelen bu diye söylüyorum. Fikrimizi söyleyeceğiz tabii. Birdy’den biraz bahsedelim, çok zorlayıcı bir performans gösterdiniz. Prova sürecim çok ağırdı. Oynamak değil de fiziksel performansı çok ağırdı. Hayatıma kattığı en güzel şey, artık evimde bir odada spor salonu olması. Nasıl bir çalışma programınız vardı? Yine Yıldız Kenter’in kulaklarını çınlatacağım. Bize oyunculuğun her yerde olduğunu gösterdi. Yolda yürürken kendi kendine konuştuğunu fark ediyorsun. Zaten metin oyuncunun her anında var. Birdy’de 90 dakika aynı pozisyonda duruyordum. Sonra da kalkıp oynamaya başlıyordum. Bu çok ağır bir çalışma temposu gerektiriyor. Gün içinde saatlerce ayağımda ağırlıklarla dolaşıyordum. Altın Portakal’daki ödüle gelirsek, çoğu insan hak ettiğinizi düşünüyor. Öte yandan performansınızın filmin bir adım önüne geçtiğini söyleyebilir miyiz? Dürüst olmak istiyorum. Yönetmenimiz 35 yıldır İngiltere’de yaşıyor. Türkiye’ye ve Türkçeye çok hâkim değil. İlk defa Türkçe film çevirdi. Tabii ki bunlar mazeret değil, ama Altın Portakal’ın son sahibi Hakan Yufkacıgil, yeni tiyatro oyunu ve kısa süre sonra başlayacak dizi projesine odaklanmış. Kendisiyle oyunculuktan siyasete ve özel hayatına kadar uzanan keyifli bir sohbet yaptık. dili biraz farklı ve Türk seyirci ne kadar kabul eder, bilmiyorum. Öte yandan yurtdışında çok iyi tepkiler aldık. Hikâye çok klişe görünüyor, ama ilerleyişe bakınca öyle değil. Kamyon şöförü denince, bizde esmer karayağız insanlar canlanır. Ben sarışınım. Baştan sona klişeleri bozuyor. Kişisel performansımın çok öne çıktığı yönünde şeyler ben de duyuyorum, ama bunu yapan da yine yönetmen. Onun tercihi. Yönetmen tercihi de vardır. Mesela Lars Von Trier Bjork’a ödül aldırmıştır, ama herkes onun kendi ödülü olduğunu bilir. Öte yandan oyuncuyu serbest bırakan yönetmenler de var. Benim oynadığım karakter çok zordu. Çünkü çok dik duran bir adamın yıkılışını izliyorsun. Uyuşturucu, alkol ve seks bağımlısı. Evli, çocuğu var. Çok fazla parametreleri var. Yoksa bütün olarak bakıyorum duruma. Görüntü yönetmeni çok önemli, paslaştığım diğer oyuncular var. Onlar bana o kadar güzel oyun vermese benim rolüm de öne çıkmazdı. Altın Portakal hayatınızda ne değiştirdi? Bir kere annem çok sevindi. Benim için işten daha önemli olan ailemin gurur duyduğu br insan olmak. Bir prestij getiriyor tabii. Özgüveni artırıyor mu? Hiç düşünmedim. Abuk geldi birden, niye artsın ki? Şöyle olabilir, benle çalışmak isteyen yönetmenin bana güveni artabilir. Eve Düşen Yıldırım’da karakteriniz bir hayli oturmuştu, ama dizi kısa ömürlü oldu. Bu tip şeyler insanın şevkini kırıyor mu? Şevkini kırmak değil de, biraz sistemle ilgili. Çok fazla oyuncunun elinde değil. Televizyon, tiyatro diye ayırmıyorum. Hepsinde oyunculuk yapıyorsun. Televizyonu eleştirmeyi de çok samimi bulmuyorum. Herkes televizyonu eleştiriyor ama herkes televizyondaki işlerde olmak istiyor bir yandan. Burada bir çelişki var. Ben kendimle çelişmek istemiyorum. l C M Y B