15 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 12 OCAK 2014 / SAYI 1451 Aşk hep bildiğini okur Ayçin İnci Kanal D’de başlayacak “Ne Diyosuun” dizisinde Binnur karakteriyle karşımıza çıkıyor. Sevgili olmayı beceremeyen, bir türlü de ayrılamayan bir çiftin komik öyküsü anlatılıyor. Dizi sektöründe dramanın ağırlıkta olduğunun farkında İnci, gülmeye olan ihtiyacımızın da. “Geçmişe dönüp baktığımızda güldüğümüz anlar vardır, ‘Ne Diyosuun’ bu komik anları paylaşıyor” diyor. Fotoğraf: VEDAT ARIK B ugüne kadar karşımıza dram projesinde de komedi projesinde de çıkan Ayçin İnci, hepsinin hakkını veren bir oyuncu. Oynadığı her karaktere bizi inandırmayı başardı. Şimdi de “Ne Diyosuun” adlı komedi dizisinde “Binnur” karakteriyle karşımıza çıkıyor. Hayat verdiği karaktere bazen katılıyor, bazen karşı çıkıyor. Bu projede onu cezbeden ise Binnur’un, bugüne kadar oynadığı karakterlerden farklı olarak, ayaklarının üzerinde duran, sağlam bir kadın olması. Dedeniz ve ablanız da oyuncu, siz de onların yolundan gitmişsiniz. Onların oyuncu olması mı etkiledi sizi? Ailemde birçok oyuncu olmasına rağmen, benim mesleki kariyerim tamamen tesadüfi başladı. İktisat fakültesinde okurken, ajans sahibi bir arkadaşımın teklifiyle reklam filmlerinde rol almaya başladım. 2003’te bir reklam filminde görülüp, dizi teklifi aldım ve ilk dizim olan “Kurşun Yarası”nda oynamayı senaryosu beni çok etkilediği için kabul ettim. O yıllarda dedem Bilal İnci’den çok faydalı bilgiler alıyordum. Bölümleri izleyip beni arıyordu, ilk tavsiyesi de, “Gözlerinin içindeki duyguyu izleyiciye geçirmek için, gözlerinle oyna” olmuştu. 20052006’da Şahika Tekand Oyunculuk Atölyesi’nde tiyatro eğitimi gördüm. Ailemle, meslekte kazandığım tecrübeleri paylaşmaktan her zaman fayda gördüm. Sizi hem sitcom projelerinde, hem de dram, entrikada da gördük. Hepsine uyum sağlıyorsunuz. Karakterler inandırıcı geliyor seyirciye. Peki siz en çok komediyi mi, dram, entrikayı mı sevdiniz? Elimden geldiğince bana verilen rolün gereklerini yerine getirmeye çalışıyorum, gerisi seyircinin takdiri. Komedi mi, dram mı türünden ayrımları yapay buluyorum. Benim için esas olan, yönetmenin artistikestetik değerlerine ve senaryonun ölçülerine uyumlanmama gayreti. Bu çabamın içindeki tatmin ve tatminsizliklerin bende yarattığı değişimleri izlemeyi seviyorum. Sizce herkes, her rolde inandırıcı olabilir mi? Mesela bazı oyuncular komediye daha çok yakışır, dram projesiyle karşımıza çıktıklarında yadırgarız. Bu bir önceki rolün üstüne yapışmasıyla ilgili bir şey mi sizce? Herkesten ölçüt nedir bilemiyorum, herkes bir gün oyuncu Fotoğraf olacak türünden bir Shop’s iddia varsa ben onu dergisinden kaçırmışım. Şaka bir yana, oyuncunun bir türe yakışması türünden algılar, izleyicinin, onu en son gördükleri projeyle ilgisi olabilir. Şartlar izin verdiği sürece, benim tercihim ters köşe tabir ettiğimiz, farklı türlerdeki rolleri denemek, bunun beni performatif açıdan sıcak tuttuğuna inanıyorum. Diziden bahsedelim biraz. Bu proje ilk elinize geldiğinde karakterin neyi sizi cezbetti? Binnur bugüne kadar oynadığım karakterlerden çok farklı, zengin, ayakları yere basan, çok sağlam bir kadın, aşkla ilgili ahkâm kesme konusunda da usta. Aşka ve ilişkilerdeki duygusallığa inanmıyor, aşırı derecede cool, tüm bu nedenlerden bazen çok sinir bozucu olabiliyor, çünkü bir anda çok keskin gerçekleri pat diye söyleyiveriyor. İleride onun bu sağlam kabuğunu kıran biri çıkacak mı diye sormaktan alıkoyamıyorum kendimi. Erkeklere güvenmeyen, aşka inanmayan bir karakteri canlandırıyorsunuz. Oynadığınız karakterle aynı fikirde misiniz? Cinsiyetçi değilim, erkekkadın ayrımı yapmam. Güven konusuna gelince, değer verdiğim bir insana, güvenimi sarsana dek güvenmeye devam ederim. Hatta bazen güvenilmeyecek tavırlar karşısında bile destek verir ve bu özelliğinin değişebileceğine tanıklık etmek isterim. Aşka inanmamak mı? Serdal’la 6 aydır evliyim ve eşime âşığım, olmuş olabilirsiniz, aşk her tür kılığa dolayısıyla bu konuda Binnur’la aynı girebilir. Ben, bir ayağım ilahi, öteki fikirde olamam. Ama Binnur tek ayağım cismani aşk da durduğu taraflı aşklarda, bir tarafın ötekinin sürece, dengede kalabilenlerdenim. duygusallığından faydalanıp onu “Ne Diyosuun” dizisi aslında suiistimal etmesiyle ilgili gerçekleri hepimizin hayatında olan aşkları söylediğinde ona hak veriyorum, anlatıyor, uzun ilişki, ayrılamama, hemen hemen herkes bu türden ayrılıp, bir süre sonra barışma şeyler yaşamıştır. Binnur, Ali Kemal’i dizinin konusunu oluşturuyor sizce NERMİN eleştirdiği kadar, Cansu’yu da neden bu kopamama olayı? GEYİK eleştiriyor aslında. İki tarafla ilgili Gözünüzle sevdiyseniz, gözünüzü yaptığı bazı saptamalar doğru ama çevirince koparsınız ama kalp nasıl aşk doğrularla hareket eden bir şey değildir ki! başka tarafa çevirilir, yerinden söküp atamazsınız Aşk hep bildiğini okur. ya? “Aşkın içinde ayrılığı değil, ayrılığın içinde İlker Aksum, Dilara Gönder, Bülent aşkı anlatmak” sözüne katılıyor musunuz? Seyran, Mehmet Ali Kaptanlar gibi Sizin hayatınızda aşkın anlamı ne? oyuncularla bir proje içindesiniz. Yorucu Dediler ki; “gözden ırak olan gönülden de tarafını geçersek set nasıl gidiyor? ırak olur.” Dedim ki; “gönüle giren gözden ırak Saydığınız oyuncular, hayatımın son üç olsa ne olur.” Mevlana ne güzel söylemiş bu ayında tüm vaktimi birlikte geçirdiğim ve uzak sözünde. Âşık kalp ayrı düştüğünde, soğukta kalınca sohbetlerini özlediğim insanlar. Bu sızlayan açık yara gibidir, ne değse sızlatır ve sebeple, bir arada geçirilen vakit de son derece kanatır o yarayı, bir türlü kabuk bağlamak bilmez. keyifli. Bu sebeple ayrı düşmüş âşığı izlemek, aşkın Türkiye’de dizi sürelerinin uzunluğundan büyüklüğünü anlamak için daha uygundur. hemen hemen herkes şikâyetçi, oyuncu da, Yaşamda kalma sebebiniz neyse, ona da âşık ekip de, izleyici de. Bu sürenin uzunluğu oyuncuların da çalışma saatlerini uzatıyor, yorgun bir şekilde sette kalmak nasıl bir şey? Süreler biraz daha kısaltılsa işler daha güzel olmaz mı sizce de? Ne Diyosuun 75 dakika, yani diğer dizilere oranla biraz daha kısa, bu sebeple daha rahat çalışıyoruz, ama diğer setlerimi ele alacak olursak, meslek hayatım ekip olarak çok hırpalandığımız günler ve aylarla dolu. Setlerde uykusuzluktan kaynaklı ölümlere şahitlik etmiş bir oyuncuyum. Her hafta reyting yarışına girmek ve belirli bütçeleri de aşmamak için, insanlar modern zaman kölelerine dönüştürüldü. Sabahtan başlayıp, öteki sabaha kadar, sırf bir mekâna iki kez para vermemek için uykusuzluk ve soğukla mücadele ediyor yorgun bedenler. Kanallar dizilerin süreleri konusunda aralarında anlaşmadığı sürece bu eziyet sürüp gidecek. Halbuki aynı bütçelerle 40 dakika çekilen bölümler, hem daha kaliteli olacak, hem de insani koşullarda çalışılacak. Bu anlamda oyuncu sendikaya çok iş düşüyor ama meslekdaşlarımın da, daha çok oyuncunun sendikalı olmasıyla, seslerini duyurabileceklerini kabullenmeleri ve üye olmaları lazım. Türk toplumu içinde aşk, ihtiras, gözyaşı olan dizileri sever. “Ne Diyosuun” bunların hiçbirini barındırmıyor. Gerçek olanı, içine espri katarak sunuyor. Sizce toplumsal Dizi haricinde neler yapıyorsunuz? olarak bu gözyaşı merakımızın sebebi nedir? Dizi tüm vaktimi alıyor. Haftada bir ya Duygusal, sıcakkanlı insanlarız, başkalarının da iki gün boşum olduğunda da o anları da aynı şeyleri yaşamış olması, acılarımızın dile eşime ve aileme ayırmaya çalışıyorum. getirilmesi etkiliyordur bizi. Ama unutmayın ki, Şu sıralar dizi dışındaki tek uğraşım, halkımız komediyi de, gülmeyi de çok sever. bir öykü sözlüğü projesi. Yazarları ve Geçmişe dönüp, yaptıklarımıza güldüğümüz öyküleri tanımlayan bir sözlük yazıyoruz anlar vardır ya, ‘Ne Diyosuun’da bu komik anları ama benim için yetiştimek çok zor izleyiciyle bolca paylaşacağız. oluyor, keşke hafta yedi günden daha Bir de reyting olayı var tabii. Yeni başlayan fazlası olsa. bir dizi olarak yayına gireceğiniz tarihte başka Sizi etkileyen, idol olarak bir diziyle aynı saate geleceksiniz. Herkes gördüğünüz bir oyuncu mutlaka projesine güvenir, güvenmediği bir iş içinde vardır? olmaz. Ama önceden devam eden, insanların Benim hiçbir konuda idolüm olmadı. alıştığı projeyle aynı saate gelmek ekipte bir Zaten var olan birine benzemeye korku yaratıyor mu? çalışmak çok başarılı olduğum bir Toplumsal olaylardan, günün yıkıcılığından, alan değil. Yaratıcı değil bir kere. yorgunluktan, gelecek kaygısından ve bunlar Oyunculuklarından etkilendiğim sayısız gibi strese neden olan diğer tüm sebeplerden oyuncu var tabii ki, bu sebeple daha bazen nefes alamayacak gibi oluyoruz. Biraz çok film ve oyun izliyorum, bu etkilerden gülmeye ve mental olarak dinlenmeye ihtiyacımız faydalanabiliyorsam ne mutlu. Ben var. Bence mizah insanın ruh sağlığı için gerekli. kendim olmaya çalışıyorum, hiçbir Yetmiş beş dakika boyunca güldürmek diye bir yere gelme hevesim yok, tek isteğim, şey tabii ki söz konusu olamaz, Allah korusun mesleğimi yapabilmek, o kadar. l kalpten gider insan. Yer yer komik, izlenesi, dinlendirici, keyifli bir dizi olsun izleyiciye. l Yaşlanacak zaman bulamıyorum Haldun Dormen için dur durak yok. Yoğunluğu ve çalışmayı seviyor çünkü böylece yaşlanacak zaman bulamıyor. Hayranı olduğu Aziz Nesin ile çalışma fırsatı bulamasa da şimdi onun “Hadi Öldürsene Canikom” oyununu yönetiyor. Bundan aldığı keyfin de tarifi yok. ALİ DENİZ USLU A Hiç idolüm olmadı ziz Nesin’in en sevilen komedi klasiği “Hadi Öldürsene Canikom” Haldun Dormen yönetmenliğinde yeniden sahnede. Aziz Nesin’in insan, sevgi ve paylaşım üzerine yazdığı en sevilen komedisi olan bu oyun; bir apartmanın zemin katında yalnız yaşayan iki dul ve yaşlı kadının trajikomik hikâyesi. “Hadi Öldürsene Canikom” Dilek Türker – Tiyatro Ayna’dan izleyici ile buluşuyor. Söze hangi oyununuzdan bahsederek başlamalı bilemiyorum ama bu tempo gençlerin bile çok zor kaldırabileceği türden. Size de tavsiye ederim bu yoğunluğu, çünkü insan yaşlanacak zaman bulamıyor! Kendinizi zamana uyarlıyorsunuz? Organize olduğum için onu başarıyorum. Yarını dünden planlarım hep. Gerçi şu aralar epey unutkanlık başladı, olsun o kadar. Notlar alıyorum ama yazdığıma bakmıyorum. Ya üşeniyorum ya da unutuyorum! Aziz Nesin’in en sevilen komedi klasiği “Hadi Öldürsene Canikom”dan devam edelim. Aziz Nesin’i her yazdığı özel. Sizde karşılığı nedir? Aziz Nesin’e hep hayrandım, onunla çalışmayı da çok istedim ama bana hiç yüz vermedi! Belki de sevmedi, bilemiyorum. O dönemde Muhsin Ertuğrul ile çalışıyordum, Amerika’dan da yeni dönmüştüm. Oyunlara gelir giderdi, kaç kere de haber yollamıştım görüşmek için! İşte bu böyle bir maziden sonra bu oyun teklifi bana geldiğinde ondan gelmiş kadar mutlu oldum. Keşke yaşasaydı ve görseydi. Aziz Nesin bu toprağın mizahını en farklı yerinden en politik en amansız ve yaman şekilde anlatabilen biriydi. Mizah anlayışımız benziyor. Oyunda küçük değişiklikler yaptım. Hikâyesi ve derdi ne kadar güncel olsa da küçük dokunuşlarla, eklemeler yaptım. Bundan neredeyse yarım yüzyıl önce kaleme alınmış ama Türkiye’de değişen bir şey yok. Günümüzün insanını yoksunluklarını, eksiklerini ve dolduramadığı boşluklarını anlatıyor. Oyundaki üç karakter de paylaşılmayan yalnızlıklarıyla çarpışıyorlar. Zaten oyun aslında geleceğe kurulmuş gibi. Yönettiğiniz oyunlarda önceliğiniz neler? İlk baktığım şey karakterin oyunculara ne kadar uyduğu. Tiyatroyu bilmeyen insanlar için her aktör her rolü oynar. Hayır her aktör her rolü oynayamaz. Ne kadar iyi olursa olsun bazı roller vardır o aktöre uygun değildir. Amerika’daki aktörlük hocam “doğru seçim oyunun yüzde 70’ni kazandırır” derdi. Mesela Müşfik Kenter Türkiye’nin en iyi aktörüydü ama “Arzu Tramvayı” oyununda yanlış bir roldeydi. Orada tuttuğunu koparan bir işçiyi oynuyordu, Müşfik’te her şeye rağmen bir zarafet var ve olmadı. Oyun o yüzden gerektiği kadar tutmadı. Oynamak başka role oturup inandırıcı olmak başka. Tiyatro denilince akla gelen ilk isimsiniz ve Dormen Tiyatrosu denilince hepimizin aklında bir efsane var. Dönüş ihtimali hiç mi yok? Olmaz ve olmaması da gerekiyor. Bu bizim tiyatromuz. Ben hayatta “benim” lafını hiç kullanmadım, tek patronuydum ama hiç “benim” lafını kullanmadım. Tiyatro bizdir ben değildir, perdeyi yanlış yerde kapatırsanız alkış alamazsınız. Dormen Tiyatrosu’nun efsane olmasının nedeni de bu beraberlik anlayışıydı. Yolda yeni kitap var mı? Yolda, geliyor. Üç tane yazdım, dördüncüye hazırlanıyorum. Yazmak iyidir, çünkü çok çabuk unutuyoruz. Benim yazdıklarım hep hatırlatma. Peki, son 10 yılda tiyatroların evrilmesiyle ilgili pek çok şey var malum nasıl yorumlamak gerekir bu dönemi? Yorumlamak bile zor, çok tatsız şeyler oluyor. Sanatsız tiyatro yapmak istiyorlar! Tiyatro öldürülürken televizyon büyütülüyor. Zaten büyük bir propaganda aracı olmuş durumda. Televizyon, Yeşilçam’ın son günlerine benziyor. Orada da bir devrim olacak elbette. Her yanımız isyan çünkü. Türkiye’de dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş bir tiyatro patlaması var. Küçük salonlarda büyük oyunlar oynuyorlar. Harika gençler, harika işler çıkarıyor. Bu gençlere her anlamda destek vermek gerekli, onlar geleceği şekillendiriyor. Belki de Türkiye’nin umudu tiyatro. l C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle