Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 MART 2013 / SAYI 1407 3 İ Umutsuzluk insanın kaybolması demek biraz çalıyor olabilir. Tiyatrocuların detaycılığına karşı zor bir yerde o yüzden. Sanattan diziye ne kadar taşıyabiliyorsan o kadar iyi. Dizi bir sanat değil, bunu önce kabul edeceksin sonra işini yapacaksın. Oyuncu koçluğu da yapıyorsunuz. Yüzlerce oyuncu ile teke tek çalıştım. Mühim olan oyuncuda var olan saklı güçleri ortaya çıkarmak. Bunun farkına varmasını sağlamak ve oyuncuyu yüreklendirmektir. Tabii bunun yüzlerce yolu var. Bir diğer konu da peşinden koşabileceği bir hedef vermektir. Bu işi niye yaptığını, niye gerekli olduğunu kavramasına yardım etmektir. Ya oyun yazmak? Türkiye’de yazar çıkmıyor değil. Yazmayı gerçekten iyi bilen çok genç var. Bulunca pamuklar içinde onları büyütmeliyiz. Tiyatro çok canlanmış durumda. Büyük tiyatrolardan küçük tiyatrolara geçiş hızlandı. Artık tekrar etmek değil de yaratmanın ne olduğunu anlamaya başlıyorlar. Dolayısıyla İpek Bilgin için tiyatro, konuşamayan, bu genç yazarların konuşamayacak insanlar için konuşmak çok desteklenmesi demek. Hızla büyüyen aldırışsızlara karşı gerek ki yazar çıkmıyor klişesi tekrar edilip “o insanlar var” diyebilmek. O yüzden de durmasın. Mesela oyuncular niye ve kimler için sahnede Sami Berat Marçalı, olduğunu asla unutmamalı. Ebru Nihan Celkan, Yiğit Sertdemir, Kemal Hamamcıoğlu. sebepsizdir kötülüğü. Bu kadın da öyle. Kızınız Çağ Çalışkur’un yönettiği Derinlerde bir sebebi var ama kendini “Kabin” de buna iyi bir örnek olmalı. korumak için kötülük yapıyor, maşa olmuş. Kızım mesleki olarak da saygımı Elbette erk çok önemli, güçlü olanın kolay kazandı, sahici işler yapıyor. Kemal kötü olması bu yüzden. İnsanlar akıllarını Hamamcıoğlu’nun askerdeyken kaybediyorlar gücü bulunca. Güç kontrol yazdığı “Kabin” gerçek bir dostluğun ve edilebilir, edilmeli. Gücü eline geçiren, çalışmanın sonucu ortaya çıktı. Yalan onu kullanmada sınır tanımaz hale geliyor. Dünya’nın Eylem’i Gonca Vuslateri ve Altın Kadının durumu da bu galiba. Portakal’lı Bora Akkaş inanılmaz bir iş Dizilerle aranız nasıl? çıkartıyorlar. Önce izlenmesi sonra üstüne Diziler tiyatrocular için birer antrenman konuşulması gerekli. l sahası. Dizinin istediği oyunculuk klişeye yakın tabii. Bu, inandığınız oyunculuktan alidenizuslu@gmail.com pek Bilgin görünce mutlu olduğunuz insanlardan, önceden tanımasanız da hemen seviyorsunuz. Hayata karşı tecrübesi, sanatı yüzüne yansımış. Heyecanı ise ilk günkü gibi taze. Bilgin, 30 yıldır oynuyor, yönetiyor, oyuncu çalıştırıyor. Şimdi “20 Dakika” dizisinde hapishane müdür muavini Süreyya’yı canlandırıyor. Neredeyse 30 yıldır oynuyorsunuz, yönetiyorsunuz, oyuncu çalıştırıp bir de üstüne oyunculuk kitaplarını çeviriyorsunuz. Nasıl geçti bunca zaman? Çalıştım ve bekledim. Oyuncular hep bekler, bekliyor da. Oyuncu bunu bilmeli, unutmamalı. O bekleme noktalarında ümidini ALİ DENİZ yitirmemeli ve asla USLU çalışmayı kesmemeli. Ben 13 yıl bekledim Devlet Tiyatroları’nda ve sonra ödül aldım. Kendime “aferin” dedim. Umutsuzluk gelirse kaybolup gitmen an meselesi. Konsevatuvar sonrası ne yapacağımı bilemiyordum, ta ki bazı kitaplarla tanışıncaya kadar. Bu oyunculuk kitapları benim konuyu bir sisteme oturtmamı sağladı. Hayatım bir bütünlük kazandı. Tabii tiyatro hep ayrı yerde. Sinemada ve dizilerde seyirci ile arada bir baraj var. Filmlerde “nasılsa bir hile yapmışlardır” deyip geçiyorsunuz. Tiyatro temas demek, oyuncuları gözlemliyorsunuz, yaşadıklarını hissediyorsunuz, isteseniz dokunabilirsiniz. Bir de bizde sahne yükseltisi yok, seyirci ve oyuncu aynı zeminde. Bu oyunun seyirciye geçişinde çok etkili. Tiyatronun büyüsü de, yegâne kozu da bu zaten. Sizin oyunculukla, “sanat”la derdiniz nedir? Fotoğraf: VEDAT ARIK O dert hiç bitmez, sürüyor. Oyunculuk insanı anlamaya çalışmak demek. Meryl Streep “artık konuşamayacak insanlar için konuşmaktır” oyunculuk der. Her oyun alttan alta şu mesajı verir; “birbirinizi anlamaya çalışın.” Oyuncunun işi oynadığı kişiyi sürekli anlamaya çalışmayı sürdürmektir. Bu yüzden her oyun alttan alta bu mesajı verir. Sonra da anladıklarını sahne üzerinde “şimdi ve burada” var etmek. Günümüzde sanatla hayatın bağı koparılmaya çalışılıyor gibi. Çekirdek yiyerek savaş seyrediyoruz. Haber bombardımanı altında kalıyoruz. Bu, çağımızın bir gerçekliği. Her şeye tepki veremez hale geliyoruz. Belki tarafını seçiyorsun ama yeterli tepki veremiyorsun. Sanıyorum kişiler tepki vermeleri gereken alanları seçmeli. Oyuncular ise seçtikleri oyunlarla ve bu oyunlarda direnmeleriyle bu duruma tepkilerini belirtmeliler. Çünkü bu gerçekliğin yanı sıra ülkemizde bir de sansür var. Daha da kötüsü içselleştirilmiş bir sansür var. Sanatçı olabilmek ise, buna karşı durabilmektir. Oyuncu ile sanatçıyı ayıran da budur bence. “20 Dakika” dizisinde bana kalırsa çok köşeli bir karakteri, hapishane müdür muavini Süreyya’yı çok iyi canlandırıyorsunuz. Gerçek bir kötü o. Bazı insanlar vardır; “niye?” dersin, C M Y B