17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 10 MART 2013 / SAYI 1407 BÜRO ÇALIŞANLARI KAÇIYOR! Ö nce ellerine antidepresanlar verildi, sonra yetkili konuşmaya başladı: “İşinize son verilmesi hayatınızda yeni bir başlangıç yapmak için iyi bir şans. Bu şansı en iyi şekilde değerlendireceğinize eminiz.” Hapların donuklaştırdığı suratlardan bir acı geçti. Avukat Hikmet Topal, o gün tanık olduğu yüz ifadelerini hiç unutmamış. Ona, “Kaç Bize Gel” dedirten belki biraz da bu. Avukat Gonca Dinçtürk’e de. İkisinin de avukat olduğuna bakmayın, öğretmenlerden mühendislere, reklamcılara kadar tüm büro çalışanlarını kapsayan bir oluşum Kaç Bize Gel. Şimdilik kafelerde, tanıdık mekânlarda, nerede olursa orada toplantı yapıyorlar. Ama hedef çok daha büyük, sendikalaşmak ve büro işçilerine grevlitoplu sözleşme hakkı. Kaç Bize Gel’i kurmaya sizi ne itti? Hikmet Topal: Bildiğiniz gibi hizmet sektöründe çalışan ESRA işçi avukatlar, işçi mühendisler, işçi AÇIKGÖZ öğretmenlerin yaşam koşulları çok zor. Hem ekonomik sıkıntı içindeler, hem de sosyal ve psikolojik anlamda çok yabancılaşmış ve yalnızlar. Biz de bu gruptan olduğumuz için bu sıkıntıları yaşıyoruz ve bir şeyler yapma ihtiyacı duyduk. Her şey basit bir soruyla başladı: Hayatımızda neyi, nasıl değiştirebiliriz? Bir yıl önce küçük bir grupla okumalara ve meselenin ekonomik, sosyal yönlerini tartışmaya başladık. 4 Ocak’ta, yaklaşık 150 kişinin katıldığı tanıtım toplantımızı yaptık. “Plaza ve büro çalışanları için hayatta kalma rehberi” dağıttık. İşçi mühendis, işçi avukat tanımını açar mısınız biraz? Gonca Dinçtürk: Aslında iş hukuku bağlamında iş sözleşmesiyle çalışan herkes; mühendis, doktor da olsa, işçi sayılır. Ama bu insanlar daha çok burjuva kültürüyle yetiştikleri için kendilerine işçi demek istemiyor. Beyaz yakalı da biraz bunu perdelemek için kullanılan bir kavram. Biz büro işçisi diyoruz. H. Topal: Aslında tanım hukuk açısından basit, ama bu emekçiler, sınıf bilincinden yoksunlar. Oysa Türkiye’de en güvencesiz çalışanlar, sömürüye en açık bizleriz. Mesela? Hikmet Topal ve Gonca Dinçtürk. G. Dinçtürk: Mesela, avukatların ücretleri maaşları üzerinden yatmaz. Avukatlar bile bu haklarını elde edebilmiş değil. Fazla mesaiden bahsetmiyoruz bile. Patron tarafından her zaman taciz edilebiliyorsunuz. Gece telefonunuzu açık tutmak zorundasınız, size her saatte ulaşmak istiyor. Esnek çalışma modelleriyle artık bir çalışma dilimi kalmadı, her saat çalışıyorsunuz. Hafta sonları da çalışanlar görüşsün diye ofisler sizi hobi kursları, grup çalışmalarına yönlendiriyor. İşveren bir yandan grup çalışması diyor, hatta iş ilanlarıyla buna uygun elemanlar arıyor, diğer yandan kimse birbirinin maaşını bilmiyor, ayrı ayrı performans görüşmeleri oluyor, en kötü performansı kim sergiliyor, gibi sorularla rekabeti artırıyor. H. Topal: Taşeronlaşma, güvencesiz, esnek çalışma büro işçileri arasında çok yoğun. Özellikle Outsource, yani dış kaynak kullanımı çok yaygın. Türkiye’de hukuki olarak net tanımı olmayan, ama yoğun yapılan bu uygulamayla çalışan mühendislerin, aynı işi yapmalarına birçok ekonomik ve sosyal haklardan faydalanmıyorlar. Bu duruma Hikmet Topal, Gonca Dinçtürk, Kaç Bize Gel’in kurucularından. Avukat, reklamcı, mühendis kısacası tüm büro işçilerinin nefes alacağı çalışma şartlarını yaratmanın derdindeler. Alınacak çok yol olduğunu biliyor, önceliği “beyaz yakalı”lara yeni bir kimlik kazandırmaya veriyorlar. Kaçıp onlara gitmek istemez misiniz? karşı da ses de çıkarmıyorlar. Bu bağlamda mavi yakalı işçiler bizden daha şanslı, hiç yoktan sınıf bilinci, sendikaları, mücadele geçmişleri var. Biz yani büro işçilerinin büyük çoğunluğunun sınıf bilinci olmadığından, sendikalı olmanın, dayanışmayla mücadele etmenin bize neler kazandırabileceğinin henüz farkında bile değiliz. Sizce bu şartları neden kabulleniyorlar? G. Dinçtürk: Bir süre sonra yükselirim diye düşünüyorlar, hep bir yere atlama umudu var. H. Topal: Evet, bir de sürdürmek zorunda olduğu bir yaşam standardı var. Çoğu arkadaşımız maaşının yüzde 80’ini kıyafete, sosyal statüsünü korumak için harcıyor. Bunalımda olduğu için her bayramda yurtdışına tatile gidiyor, sonra da onun kredi borcunu ödemek için 12 ay daha çok çalışıyor. Sonuçta kurgulanmış bir hayatı kafamızı kaldırmadan yaşamaya çalışıyoruz... Bu kurguyu kırmak kolay olmayacaktır. İşçi kimliğine dair yaptığınız sohbetlerde nasıl tepkiler alıyorsunuz? H. Topal: Başta ciddi bir dirençle karşılaşıyorsunuz, çünkü bugüne kadar söze dökülmemiş bir gerçekliği dillendiriyorsunuz. Mesela Baro seçimlerinde genç bir avukat arkadaş, ben işçi değilim, avukatım, diye bağırmıştı. Ancak yaşadıkları tabloyu, anladıkları dille ifade edince aslında bir şekilde farkında oldukları gerçekliklerini kabulleniyorlar. Türkiye’de özellikle 2001 kriziyle başlayan yoksullaşma süreciyle bu bilinç ortaya çıkmaya başladı. Bu henüz bir homurtu, ama büyüyecek. Zaten yaşadıkları bu hayattan sıkılıyorlar, depresyondalar, psikologlara bu yüzden gidiyorlar, bu yüzden Beyoğlu akın akın doluyor. Kaçıp size geldiklerinde bu sorunları bitecek mi? H. Topal: Bu mutsuzluğun asıl nedeni güvenceli bir iş hayatımızın olmaması. Hepimiz yarın işten atılma korkusuyla yaşıyoruz. Grevlitoplusözleşme hakkımız olsa, geleceğimizi belirleyebilsek bu baskıyı büyük oranda atacağız. Mesela klimaların bozuk olması, koltukların sağlığa uygun olmamasından dolayı bir sürü fiziksel sorunla karşılaşıyorlar. Hepsi yıllarca doktorlara, masajlara, spora gidiyorlar, ama bunun en basit çözümünün örgütlenip çalışma koşullarını düzeltmek olduğunun farkında değiller. Bu bir süreç. Hemen büyük işler yapacağız, akın akın insanlar kaçıp bize gelecekler gibi hayalperest bir bakışımız yok, ama hayat her geçen gün zorlaşıyor ve bıçak kemiğe dayanırken biz yanlarında olacağız. G. Dinçtürk: Grevlitoplu iş sözleşmesi hakkı çok önemli ve nihai hedefimiz bu, ama önce büro işçileri bu tür sorunları konuşmaya çok yabancılaştığı, örgütlenmekten kaçındıkları için onlara ulaşabilmek gerekli. Yolun çok başındayız. İnsanları da katarak Kaç Bize Gel’i oluşturmak istiyoruz. H. Topal: Yakında drama, edebiyat ve benzer atölyelerimiz olacak. Bu tip şeyleri hayata geçirdikçe insanlara ulaşacağız. Biz örgütlülüğün iki boyutunu, sendikalaşmanın yer aldığı iktisadi ve sosyalkültürel yönünü, ele alıyoruz. Manifestomuzda dillendirdiğimiz gibi aslında bu zümreye bir kimlik yaratıyoruz. Bugüne kadar kapitalizmin rekabet, “başarı” duygusuyla kendini sıkışmış hisseden, yalnızlaşan ve yabancılaşan insanlara; “Başarılı olmanıza gerek yok, başarıya giden yol rekabetten değil, dayanışmadan geçer” diyoruz. İyi görünmemizi, onlar gibi giyinip yaşamamızı istediler. Ancak bunları reddediyor ve yepyeni bir kültürün inşa edilebileceğini söylüyoruz. l http://kacbizegel.com Birkaç talep Esnek çalışma metotları kabul edilemez. İşyerlerindeki tüm performans ölçütleri çöpe atılsın. Maaşlar otomatik olarak enflasyona göre arttırılsın. Kadınlara, LGBT bireylere, her türlü ayrımcılığa karşı ayrımcılık ve taciz merkezleri kurulması. Diğer ülkeler gibi kadınlara doğum izni 9 aya çıkarılmalıdır. Erkekler için de üç ay ücretli doğum izni yasalaştırılmalıdır. Bütün işyerlerine kreş açılmalı. Herkesin adalete ihtiyacı var T ürkiye’de son yılların en büyük sorunlarından biri haline geldi, yargı sistemi. Evet, daha eski yıllar için de Türkiye adliyelerinde “adalet”in kazandığını söylemek mümkün değil, ama artık tam bir “silah”. Hem de herkesi hedef alabilen bir “silah”. İşte tam da bu yüzden Yargı Mağdurları için Adalet Çağırıcıları (YAMAÇ) kuruldu. Kimler yok ki oluşumda? Gazeteciler, akademisyenler, oyuncular, sanatçılar, yazarlar... Mesela mı? Ayfer Tunç, Gencay Gürsoy, Müjde Ar, Melike Demirağ, Ahmet Mümtaz Taylan, Pelin Batu, Zeynep Gambetti, Ayşenur Arslan, İnci Aral, Fatmagül Berktay, Akın Birdal, Tilbe Saran... Sadece kamuoyunun yakından bildiği davaları ve mağdurları değil, görünmeyen davaların ve mağdurların da sesi olmayı amaçlayan YAMAÇ; çalışma gruplarıyla yargı mağduriyetlerine ilişkin toplumsal farkındalığı arttırarak, bu mağduriyetlerin sona ermesi için, ihtiyaç olan yasal düzenlemeleri de hedefleyen bir çalışma içerisinde olacak. Çünkü açılış konuşmasında öğretim üyesi Sezai Temelli’nin dediği gibi, “Türkiye’de yargı Türk’tür, Sünni’dir, Alevi’ye, Ezidi’ye, Kürd’e, Ermeni’ye eşitsiz yaklaşır. Erkektir; kadına ve lgbt bireylere ayrımcıdır. Mülkiyetçidir; emekçinin, işçinin, yoksulun karşısındadır. Kalkınmacıdır; doğaya ve canlıya değer vermez. Ve sistem bu şekilde kendisini yargı eli ile devamlı yeniden üretir”. Bu kısır döngüyü durdurmak için sizin de bir tuzunuz olsun istiyorsanız, ttp://yargimagdurlari. com/ adresini bir ziyaret edin. l C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle