Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 10 MART 2013 / SAYI 1407 Bu kadar testosteron yıkıcı oluyor Z ulüm gören kadınlara ithaf edilmiş bir kitap; Nazar. Yazar, eski AKP milletvekili Reha Çamuroğlu’nun son kitabı. Çamuroğlu kitabında ortaçağda cadı avını anlatırken; kitabın sonundaki “ek söz”de vahşice öldürülen cadıların hikâyesini 21. yüzyılda özellikle Suudi Arabistan gibi ülkelerde “devlet eliyle” katledilen kadınların hikâyesine ekliyor. Nazar’da kurumsallaşmış dinlere ve kapitalizme ciddi eleştiriler yöneltiyor Çamuroğlu. Cadı avcılarının anlayışını “melankoli, düzene isyan ve ayakların baş olmaya çalıştığı bir yer, bunların yayıldığı bir yer görürseniz, artık orada şeytanın kendisini aramaya başlamalısınız” diye özetliyor. Çamuroğlu ile ortaçağdaki cadı avlarından günümüze kadın cinayetleri ve bu cinayetlerin arkasındaki iklimi konuştuk. Kitabınız “cesur” bulundu. Herhalde sonundaki “ek söz”de İslamiyete de göndermelerde bulunduğunuz değerlendirmeleriniz nedeniyle, değil mi? Birçok yaygın kalıbı fazlaca düşünmeden kullanıyoruz. “İnançlara saygı göstermeliyiz.” Bir kadını büyücülük yaptı diye kafasını keserek öldüren, bunu İslamiyete mal eden, bunu İslamiyet olarak sunan bir inancın neresine saygı göstereceğim? Başka bir kalıp şudur: Din adamlarına saygı göstermeliyiz. Din adamlarına neden doktorlardan, hemşirelerden, askerlerden daha çok saygı duymalıyız? Çok fazla takipçileri, bağlıları var. Pop starın da çok fazla takipçisi, bağlısı var. Genelde dünyadaki gidişata biraz karamsar bakıyorum. Giderek daha fazla TÜREY cesaretin gerektiğini düşünüyorum. KÖSE Türkiye’de tuhaf bir Suudi Arabistan sevdası var birilerinde. Hele çok demokrat geçinen bazı kesimlerin Suudi Arabistan ve Katar’ı öve öve bitirememelerini şaşkınlıkla izliyorum. Hristiyanlıktaki şeytan kavramıyla Müslümanlıktaki şeytan kavramının anlamının farklı olduğunu, ancak son dönemde “İslam literatüründe cadı avları dünyasının şeytanının hortlatıldığını” söylüyorsunuz. Sivas’ta Aziz Nesin’e “şeytan” denilmişti... Bu da, bu değişimle ilgili görülebilir mi? Onun nedeni Şeytan Ayetleri kitabıydı. Salman Rüşdü’nin kitabı başlı başına bir fenomendir. Bir kitaptan korkulmaz, alır, okursun, dalga geçersin, eleştirirsin. Ama bir kitabı totem haline getirmek ya da cahiliye dönemindeki putlardan Lat Manat, Uzza muamelesi yapmak çok tuhaf bir şey. İslamda ilk günah yoktur, affedilmiştir çünkü. Hıristiyanlıkta ilk günah kadının lanetli bir eylemidir, kefaretini hep ödemek zorunda kalır kadın. İlk günahın Hıristiyanlıkta öznesi kadın, bu eylemi şeytanla işbirliği içinde yapar. Şeytan Hıristiyanlıkta adeta ikinci bir tanrı gibidir. İslamiyette ise şeytan, kötülüğün yaratıcısı falan değildir; akılları çelen bir güçtür. Bir tarafta adeta bir kötülük tanrısı vardır, öbür tarafta kovulmuş, düşmüş bir melek vardır. Şeytanla işbirliği yapma görevi tarihin en eski mazlumlarından birine kadına verilmiştir. Cadı avlarındaki cins kırım, daha sonraki Yahudi soykırımı gibi kıyımlara dönük çok ipucu verir. Bugün ülkemizde artan kadın cinayetlerinde bu algının etkisi var mıdır? Şiddet, kadınlara yönelik şiddet çok arttı. Birincil kaynağı kapitilazmin rakipsiz kalmasına, korkunç rekabet ortamına bağlıyorum. Pazarın, üretimin içine kadınların çekilmesi, ekonomik birer özne olmaya başlamasının zaten yeterince şişkin olan erkek egolarını çok zedelediği kanaatindeyim. Hele bizim erkeklerimizin, kendi kendini geçindirebilen, yeri geldiğinde kafa tutabilen kadınlara tahammül edememelerinin çok anlaşılabilir olduğunu düşünüyorum. Ama bu eylemlerin cezai karşılıklarını bulduğu kanaatinde değilim. Dinin belli yorumlarının Suudi Arabistan gibi Birçok yaygın kalıbın fazla düşünülmeden kullanıldığını söylüyor Reha Çamuroğlu. Bunlardan biri “İnançlara saygı göstermeliyiz” kalıbı. “Bir kadını büyücülük yaptı diye kafasını keserek öldüren, bunu İslamiyete mal eden, bunu İslamiyet olarak sunan bir inancın neresine saygı göstereceğim?” diyor. Çamuroğlu’nun karşı çıktığı kalıplardan biri de “Din adamlarına saygı göstermeliyiz”. kapanırlarsa bu canlanmanın çok geçici bir canlanma olacağı kanısındayım. Burada bir tıkanma var. Sanatsal olarak da bir kuraklık var. Kadına barışçı, olumlu özellikler yüklüyorsunuz. Bu, biyolojik, ekolojik feminist bir yaklaşım mı? Üç tane sürekli mazlumu var insanlık tarihinin. Hayvanlar, çocuklar, kadınlar. Kadının daha iyi olduğu... Bu soruyu sorarak başlamam meseleye. Ama şunu görüyorum; kadın daha hayat dolu, daha şefkatli, daha koruyucu. Erkeklerin dünyayı yönetiyor olması testosteronun dünyayı yönetmesi anlamına geliyor, bu kadar testosteronun çok yıkıcı olduğunu düşünüyorum. Fakir kilisenin fakir keşişrahibi “Tanrı, önce fakirlere lazım” diyor. Müslümanlık ve kapitalizm ilişkisi sorgulamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Genelde Sünni mezheplerin kabul ettiği şöyle bir cümle var. “Ümmetin çoğunluğu yanlışta ittifak etmez”. Şii mezheplerde ise “Yanlışa gitmek istiyorsan çoğunluğu takip et” denir. Ümmetin çoğunluğunun servetin ışıltısına kapılması bence İslamın ruhuna yabancı bir şeydir. Ümmetin çoğunluğu birbirlerine özellikle de Alevilere namaz kılıyor musun, oruç tutuyor musun, diye sorarlar. Fakat nedense, zekât veriyor musun, diye sorana rastlamadım. Bir dolar milyarderi Müslüman Türk’ün zekât vermesi durumunda, kaç kişinin maddi durumlarının düzeleceğini düşünmek eğlenceli bir çabadır. Ülkemizde iktidarda yer alanlar bu bozulmadan nasibini almadı mı? İktidar mutlaka bozar. Mutlak iktidar kesinlikle bozar. Sonuçta şahsi yorumlara, eleştirilere girmek istemiyorum. Ama Türkiye’nin çok daha fazla özgürlüğe; çok, çok, çok daha fazla adalete ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Adalet konusunda muazzam sancılar içindeyiz. Siyasete girdiğinize pişman mısınız? Alevi açılımında “kullanıldığınızı” düşünüyor musunuz? Pişman değilim. Ama demokratik bir toplum inşa edeceksek, bu toplumu rakiplerimizi tasfiye ederek inşa edemeyiz. AK Parti’de Alevi açılımı meselesini gündeme getirerek önemsiz bir şey yaptığım kanaatinde değilim. Sayın Başbakan’ın 2008 yılında muharrem iftarında yaptığı konuşma, bir yönden 2005 yılında Diyarbakır’da yaptığı konuşmaya benzer. Zaman zaman 2005 yılındaki konuşmadan geri gidildiği olmuştur, zaman zaman daha öne çıkıldığı olmuştur. AK Parti’nin 2008’deki o konuşmayı tekrar hatırlayabileceği kanatindeyim. Siyasetçilerden filozof tutarlılığı beklemenin çok doğru olmadığı düşüncesindeyim. Çok virajlı bir yolda ilerliyorlar. CHP’li Hüseyin Aygün’ün Meclis’te cemevi önerisine katılıyor musunuz? Katılıyorum. Gidip Meclis’te cem yapmak gibi bir özel isteğim olduğundan değil. Fakat eşit haklar ve eşit yurttaşlık meselesinin gereği olarak gördüğüm için katılıyorum. Cemevlerinin resmileşmesi Alevilerin sosyal örgütlülüğünü artıracağı için bazı kesimler bundan büyük endişe duyuyorlar. Bu, Alevilerin siyasetteki ve sosyal hayattaki etkinliğini artıracağı için bundan korkuyorlar. l Fotoğraf: NECATİ SAVAŞ yerlerdeki yorumların kadına baskıyı özel olarak artırmakta birinci rol oynadığı coğrafyaları da bulmak mümkündür. Kahramanınız Mathilda “İyi olan bütün tanrılara inanırım ben” diyor. Engizitörün “Satan’ın dinine ne zaman geçtin” sorusuna da” Sizin dininiz beni ve benim gibileri terk ettiğinde” yanıtını veriyor. Ayrıca, “erkekleri savaşa koşan” Tanrının “erkek” olduğunu söylüyor. Müslüman bir kadını kahraman seçseydiniz, örneğin 2011 yılında cadılıkla suçlanıp başı kesilerek öldürülen Amina kahramanınız olsaydı benzer sözleri söyletebilir miydiniz? Bu tür spekülasyonları fazla zorlama mı bulursunuz? Hoş spekülasyonlar bunlar. Benim belki de sorulmasını istediğim sorulardır. 1100’lü yılların sonuna doğru Şihabeddin Sühreverdî Şam’da idam edilir. İslam tarihinde işrakilik felsefesinin kurucusu kabul edilir. Kadına bir kutsal yer, “tanrıça” pozisyonu atfeder, idamının bir nedeni de budur. İslam içinde de bu tartışmaların çok yürütülmüş olduğunu, fakat bugün üstüne toprak örtülmeye çalışıldığını, ışık felsefesinin bunlardan biri olduğunu söyleyebilirim. Cumhuriyet Kitap ekinde Haydar Akın, “Nazar, Müslüman mahallesi sakinlerini salyangozun varlığından haberdar etme girişimi olarak önemlidir” dedi. “Müslüman mahallesine” kurguyla girmek çok mu zor? Dünyada Gilles Kepel’in “Tanrının İntikamı” kitabında öldürüldüğü düşünülen tanrının çok güçlü bir şekilde geri dönüşü konuşuluyor. Dinler kendi içlerinde güçlü evrim, devrim hareketleri doğurmadıkça bunun daha uzun süre devam edeceği kanaatinde değilim. Dinler eğer, kendi içlerinde tartışmayı dondururlarsa, kendi içlerinde tartışmaya, kurguya kapanırlarsa, kendi üzerlerine Özlemin dilidir Ermenice, biraz da aşkın E rlin Tomoğlu, Ermenice seslendirdiği ikinci albümü Dariner Vertch Yıllar Sonra ile müzik severlerin karşısında. Erlin, tamamı Ermenice şarkılardan oluşan bu albümünde daha önce söylenmiş eski Ermenice şarkıları değil söz ve müzikleri kendisine ait olan on yeni Ermenice şarkıyı İstanbul Ermenicesiyle seslendirdi. Erlin, “Senden Sonra” adını verdiği, söz ve müzikleri kendisine ait üç Türkçe şarkıdan oluşan ilk çalışmasını 2011 yılında yayımlamıştı. “Dariner Vertch” ile de bu topraklarda doğup büyüyen bir Ermeni olarak Ermeni müziğini ve Anadolu motiflerini içinde barındıran şarkılarını bu albümde topladı. Erlin, Türkçe ve Ermenice’nin yanı sıra İngilizce, İtalyanca, İspanyolca, Fransızca, İbranice ve Rumca repertuvarıyla da izleyenleriyle buluşuyor. İstanbul’da doğup büyüyen, Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi müzik bölümünü bitiren Erlin, halen müzik öğretmenliği yapmaya devam ediyor. Biraz sizi tanıyalım, nedir hikâyeniz? İstanbul Ermenisi bir aileden geliyorum, İstanbul doğumluyum. Müzik öğretmeniyim Kalfayan İlköğretim Okulu’nda. Hem mesleğim müzik hem de kopamadığım bir sevda. Üniversitede müzik okudum, sahne hayatım hep oldu. İlk 1998 yılında Ermenice şarkılar söylemeye karar verdim. Bu zor bir karardı ama dilimi seviyordum, onunla anlatmak istediklerim vardı. Özlemin dilidir çünkü Ermenice, biraz da aşkın dili. Ben hep böyle düşünmüştüm. Albümünüzde, “Dariner Vertch Yıllar Sonra”da da aşk ve özlemi anlattınız o zaman. Ermenice çok albüm yapıldı ama hep eski şarkılardı. Ben ise yeni şarkılar söylemek istedim. Söz ve müzikleri bana ait albümün. Evet, hepsi aşk ve özlem şarkıları. Bu bir pop albümü ama klasik müzik var mayasında. Anadolu müziğimin kanı, çünkü biz Anadoluluyuz. İşin özün bu bir Türkiye albümü. Biz paylaşmayı bilen bir toplumuz, bunu bize unutturmaya çalışıyorlar belki ama hiçbir şeyi unutmadığımız gibi bunu da unutmayacağız. Müzik öğretmenisiniz, öğrencileriniz albümü nasıl karşıladı? Öğrencilerim durumdan çok mutlu, tabii şarkılarımı herkesten önce onlar dinliyor. Onların yorumları benim için çok önemli. Erlin Tomoğlu yeni albümü “Dariner Vertch Yıllar Sonra”da aşkı ve özlemi Ermenice anlatıyor. Çetin ve zor bir yol onunki. “Ülkemde hiçbir kötülük yaşamadım, şanslıyım” diyor, “ilk nefesimizi bu ülkede alan biz Ermeniler, kendini ‘Türk’ diye tanımlayanlardan daha fazla sahiplenmişizdir bu ülkeyi, emin olun.” ALİ DENİZ USLU “Öteki” olarak algılananın müziğini yapmak kolay olmasa gerek? Bu yol biraz zor ve çetin. Ermeni denince akla gelenleri biliyoruz, biz önyargılarla korkularla büyütüldük. Ben ise ülkemde hiçbir kötülük yaşamadım, şanslıyım. Et tırnaktan ayrılmaz bunu biliyorum. Elbette bu ülke de ne cinayetler yaşadı, ne zulümler gördü. Çok yaralayıcı ve onur kırıcı şeyler de yaşadık. İlk nefesimizi bu ülkede alan biz Ermeniler, kendini “Türk” diye tanımlayanlardan çoğu zaman daha fazla sahiplenmişlerdir bu ülkeyi, buna emin olun. O yüzden öteki değil hepimizin müziğini yaptım. Zaten çalışmam da bir misyon, derdi var. Herkes bir adım atmalı, gerisi çok kolay. Hem bir müzisyen hem de eğitimcisiniz. Peki, ülkedeki “değişimi” nasıl yorumluyorsunuz? Bir yandan faşizm hızla yükseliyor, diğer tarafta da özgürlük. İkisi de yükseliyor ama aralarındaki uçurum da derinleşiyor. Bunca gazeteci içeride düşünceleri yüzünden, insanlar günlerini parmaklıklar arkasında geçiriyor. İnsan hayatından çalınan bir gün bile çok önemli. Elbette bu ülkede hayatlar çalınıyor, çok daha fazlası da çalındı! Tüm bunlar varken demokrasiden konuşmak anlamsız. Makyajlı demokrasi ve sahte bir özgürlük gibi geliyor bazen her şey. Eğitimci olarak baktığımda da pek çok şeyin boşaltıldığını görüyorum. Artık kimse sahiplenmiyor gerçeği. Ben dürüst bir şeyler yapıldığını düşünmüyorum. l C M Y B