Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 8 MAYIS 2011 / SAYI 1311 ATAOL BEHRAMOĞLU Bizi niye sevsinler? Yıllar önce Viyana’da, bir müze gezisi çıkışında, kapı önünde iki satır konuştuğumuz yaşlı bir Avusturyalı hanım, Türk olduğumu öğrendiğinde, inanılmaz bir patavatsızlık ve duyarsızlıkla şöyle demişti: “Türklerin kahveden başka iyi bir şeyleri yoktur...” Ona yanıt olarak ne söylediğimi şimdi anımsamıyorum., Belki hiçbir şey. Fakat bu sevimsiz sözler, yaşamım boyunca duyup da zihimde yer etmiş olanlar arasındadır... *** Yabancılarla, özellikle de Batılı dediklerimizle, onların ülkelerinde karşılaşıp bu türden sözler duymamış olanlarımız azdır... Bir genelleme yapmak pek doğru olmasa da, biz Türkler’in neredeyse bütün dünyada, bir önyargı çemberiyle kuşatılı olduğumuz bilinen bir şeydir? Bu neden böyle? Tek tük karşılaştığımız “iyi Türk” imajına karşın, bu olumsuz önyargılar nereden kaynaklanıyor? Biz bunu hak ediyor muyuz? Buna müstahak mıyız?... *** Üstünde çok konuşulmuş şeyleri tekrarlamaya pek gerek yok. “Hıristiyan dünyası”nın “Müslüman dünyası”na tepki duyduğu, bizim de bundan nasibimizi aldığımız doğrudur. Osmanlı’nın fütühatlarının da, biz her ne kadar çok adil olunduğuna inanıyor olsak da, olumsuz etkilerinin günümüze kadar sürdüğünü kabul etmek durumundayız. Belki başka nedenler de vardır. Özellikle 1960’larda başlayan, 70’lerde 80’lerde siyasi sığınmacılıkla genişleyen göç dalgalarının Batılı insan üzerindeki olumsuz etkilerini, yarattığı çeşitli travmaları da hesaba katmak gerekir. Fakat acaba hepsi bu kadar mı? Bu sevgisizlik tek taraflı mı? *** Gazetelere yansıyan bir anketin sonuçları bu konu üzerinde bir başka açıdan daha düşünmemiz gerektiğini gösteriyor... Meğer biz Türkler, kendimizden başka kimseyi pek sevmiyormuşuz... PEW Araştırma Merkezi adlı bir Amerikan kuruluşunun yaptığı araştırmaya göre, Türk halkının en çok tepki duyduğu ülkelerin başında Yüzde 64.8’le ABD geliyor... Halkımızın Yahudilerden nefreti bundan aşağı kalmadığı gibi, 2009’larda yüzde 73’e tırmanmış... Avrupalılardan hoşlanmayanların oranı nüfusumuzun üçte biri kadar... Nüfusumuzun yüzde elliden fazlası, özellikle de kadınlarımız, Rusları sevmiyor... Ermenilere sevgisizliğimiz yüzde 73.9’larda... Yunanlılar da yüzde 67.2 ile bu sevgisizlikten nasibini alıyor... Milletimizin buna karşılık Müslüman ülkelerden hoşlandığını düşünüyorsak, yanılmış oluruz... Çünkü nüfusumuzun yüzde kırka yakını (erkeklerinin zevk ve sefaya düşkün oldukları gerekçesiyle) Araplardan, yüzde kırka yakını da (özellikle yine kadınlarımız) ranlılardan hoşlanmıyor... Geriye ne mi kaldı diyeceksiniz? Örneğin Çinliler... ğneden ipliğe her şeyimizi yapan bu sevimli milletten hoşlanmayanlarımızın oranı da küçümsenecek gibi değil: Yüzde otuzlarda... *** Yukarıdaki paragrafta “meğer biz Türkler kendimizden başka kimseyi pek sevmiyormuşuz” demiştim ama başka milletlere sevgisizliğimizin derecesini gösteren bu rakamlardan sonra sözümü geri almak zorundayım... Başkalarına karşı bu kadar sevgisiz bir millet, kendini de sevmez, sevemez... Sevse sevse kendi “ben”ini, biraz da belki (doğal bir içgüdü olarak) kendi canından, yakın çevresinden birkaç kişiyi sever... Sevginin böylesine kısırlaşmış, daralmış olanına da ne kadar sevgi denebilirse... *** Şimdi, “başka milletler tarafından bu ölçüde sevilmemeyi hak ediyor muyuz” sorusunun acımasız yanıtına geliyorum: Hak ediyoruz, evet... Kendisinin ne durumda olduğu konusunda kafa yormak zahmetinde bulunmayıp başka milletleri küçümseyen, kendi arasında da sevginin değil kibrin, küçümsemenin, kıskançlığın, horgörünün, inceliksizliğin bütün duygulardan ve davranışlardan daha çok egemen olduğu bir millet, başkalarınca da sevilmemeyi hak ediyor demektir... G Kendimi yenik hissediyorum Macit Koper’in başrolle sinemaya dönüş yaptığı Küçük Günahlar filmi bu hafta vizyona giriyor. Filmde, 1980 darbesi sonrası sisteme uyum sağlamak için değişenlerin günahları anlatılıyor. Bu film Koper için de bir yüzleşme, o kendini 12 Eylül’e karşı yenik hissediyor, çünkü biliyor ki, başka bir yolu olabilirdi. acit Koper, yedi sonradan çeşitli nedenlerle yıldır sinemadan değişen, değişmek zorunda uzaktı. Hiçbir kalanların günahlarını anlatıyor. Bu küçük günahlar da, 1980 projede oyuncu olarak yer almadı. Kimi “oyunculuğu sonrası kafamıza vura vura bizi bıraktı” dedi, kimi “kenara değiştirmeye çalışan düzene çekildi”. Oysa yoluna uyum sağlamak ya da tiyatroyla devam ediyor sağlamamakla ilgili. Filmde üç ana karakter Koper. stanbul Şehir ZUHAL Tiyatroları‘nda yönetmenlik var. Onları hangi kuşakların AYTOLUN yapıyor. Oyunculuğu temsili olarak görmek bıraktığına dair yorumlara mümkün? yanıtıysa bir sinema filmiyle veriyor: Küçük Yaşlı adam, daha önceden yaşadığı hayatı, edindiği dünya görüşünü eskitmiş. Günahlar. Bu hafta vizyona giren, onu yıllar sonra sinemaya ve Kürt kızı, bir Kürt gazetesinde çalışıyor ve oyunculuğa döndüren filmin belli bir kavganın içinde. Diğer genç de hikayesinin temeli de 12 gününü gün etmeye çalışan bir reklamcı. Eylül’e dayanıyor. Filmde “eski şin güzeli bu yaşlı adam da eski devrimci ancak sonra reklamcı olmuş. Politik, apolitik ya da eskiden politik olmuş üç farklı dönemi görüyoruz filmde. 12 Eylül’ün hangi yüzünü anlatıyor film? Bir adam düşünün ki ilerici, devrimci düşünceleri dolayısıyla hapse girmiş, hapisten çıktıktan sonra uzun süre işsiz kalmış, “Gel sen iyi reklamcı olursun” demişler, o da reklamcılık yapmaya başlamış. Hatta o işin krallarından biri olmuş. Bu türden adamlar vardı o dönemde, hem de çok. Onlardan pek azı ilerici söylemin içinde kaldı. Film de bu kişilerin yaşamlarına odaklanıyor. Hayat insanı değiştiriyor derler ya, ona devrimci, sonradan olma reklamcı” smet katılmıyorum. Ama yine de bugün bir sürü karakterini canlandıran Koper’le filmi insanın böyle yaşadığını düşünüyorum. konuşmak üzere buluşuyoruz. Vicdani Bu anlamda kendinizi de eleştirdiğiniz yerler var mı? hesaplaşmaların anlatıldığı filmi konuşarak Fena halde hem de. Kendimi de günah başlıyoruz, söz sonra Koper’in kendi iç hesaplaşmalarına geliyor. işlemiş biri olarak görüyorum. En azından Yedi yıldır sinemadan uzaksınız. Bu çoluk, çocuk, ev, eş, geçim kaygıları insanı süreçte oyunculuk yapmamanızın değiştirmese de durdurabiliyor, şöyle de düşünsem pek zararı olmaz dedirtiyormuş. nedeni neydi? Yaptığım işlerde, mesleğimde büyük bir Uzak kalmamın nedeni, tiyatroyd. Şehir tiyatrolarında yönetmenlik yapıyordum, iki günah işlemedim. Ama kendi kendime yıl önce emekli oldum. Kendimi oraya kaldığımda bir şeyleri eleştiriyorsam, vardır yoğunlaştırmıştım. Ayrıca Atıf Yılmaz ve bir sebebi. Kendimi kirletmemeye çalışıyorum. Yine de mutlaka bir yerlerde Ömer Kavur’u kaybettik. Üzüldüm, sıkıldım bir yanlış yapmış olabilirim diye ve geride durdum. Bu arada kendime uyacak, beğendiğim bir senaryo da düşünüyorum. gelmedi. Filmle beraber o yıllara geri Bu süreçte oyunculuğu bıraktığınıza döndünüz. Nasıl izlerle yüzleştiniz? Ben inzivaya çekilmedim. Tiyatroda dair yorumlar yapıldı. sahneye koyduğum oyunlarla, okuduğum Evet, öyle yorumlandı. Uzun süre oynamayınca, bıraktı deniyor. Bir şeyi kitaplarla hala iç içeyim. Ama biliyorum ki bırakmış değilim, aksine emeklilikten ateşin içinde olmadan sanatın içinde sonra daha da yoğunlaşmak niyetindeyim. olmak kimi zaman tatmin yaratabilir. Yine biliyorum ki, sanat tek başına çözüm çimdeki oyunculuk ve sinema özlemi de iyice birikti zaten. getirmez. Sorular sordurur, yanıtlar arar, Peki sizi bu projede çeken ne oldu? sorgulamaya iter insanı. 12 Eylül’le ilgili Küçük Günahlar’ın, hikâyesi nedir? açık açık söylediğim bir şey var. Kendimi Beni çekebilecek tek şey vardı, o da yenik hissediyorum. Ben, bunun başka bir yolu olmalı diyenlerdenim. G senaryo. Bu film, eskiden devrimci olup M Fotoğraf: VEDAT ARIK BÜYÜK HAYALLER M OLMADI H Ç Film, “Aşkta da, savaşta da kazanan yok” diyor. Peki sizin dünyanızda kimdir “kazanan”? Kapitalizmin önümüze duvar gibi diktiği ve işte kazanan sen olmalısın dediği bir kavram bu. Herkes sonuca bakar, kimse kimin iyi oynadığıyla ilgilenmez. Bunun için de olmadık günahlar işlenir. Aşkta da, siyasette de böyledir. Siyasilerin şu anda nasıl siyaset yaptığını görüyoruz. Ne için? Kazanmak için... Bu büyük bir yalan. Kazanmak başka bir şey olmalı. Beraber üretmek, ürettiğine sahip çıkmak gerekir. Siz hayatınız boyunca neyin peşinden gittiniz? Büyük hayallerim olmadı hiç. Bir şeyleri kazanmaya, elimde tutmaya çalışmadım. Ancak kendimden, özellikle tiyatro ve sinemadan taviz vermemeye çalıştım. Tek peşinden koştuğum budur, diyebilirim. Uyumsuz ve rahatsız bir adamım ilmin yönetmeni Rıza Kıraç, 12 Eylül’de on yaşındaydı. Haliyle onun 12 Eylül anıları babasının anlatımları üzerinden işlemiş. Filme gelince, onun için kilit nokta 12 Eylül’den ziyade, vicdan. Bakın neler anlatıyor... Bu sizin ilk uzun metraj filminiz. lk filminizde neden bu hikâyenin üzerine gitmek istediniz? Nasıl şekillendi film? Yazan bir adamım ben. Sinemayla ilgilenmeden evvel öykü ve roman yazmaya başlamıştım. Bu filmde smet karakterinin bir repliği var, diyor ki: “ nsan öyle bir mahluk ki anlatmasa, için için erir.” Ben de erimemek için yazıyorum. Ama bu kez senaryo olarak ortaya çıktı. Bu filmin temel meselesi, vicdan. Çok kaba, sert ve şiddet yüklü bir hayat var karşımızda. Artık çok pervasız her şey, insanlar birbirini önemsemiyor. O yüzden F bunlar anlatılmalı. Sizin için 12 Eylül’le bir hesaplaşma mı bu film? Bu, benim hesaplaşmam değil. Ben 10 yaşındaydım o zaman. Babamın darbe sabahı duvardaki parti çerçevesini ve posterleri indirip sobaya attığını izledim, tanığıydım o anın, anlamaya çalıştım. Sadece bu bile, insanda bir yara bırakır. Sonra büyüdüm, okulda dayak yedim, sokakta yedim, polisten yedim. Cendereyi gördüğün zaman sistem seni biçimlendiriyor. Bazıları topluma ve sisteme uyumlu biri olarak şekilleniyor. Şükürler olsun ki ben de tam tersi oldu. Uyumsuz ve rahatsız bir adamım, öyle de kalmak istiyorum. Çünkü uyum göstermeye başladığın andan itibaren sen yok olmaya başlıyorsun. Sakin bir adamım ama kızgınım. Kızgınlıklarımı da sükunetle anlatmak istiyorum. C MY B C MY B