01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 ŞUBAT 2011 / SAYI 1298 5 Fotoğraflar: NECATİ SAVAŞ Uğur Mumcu’nun kızı olarak büyümek elbette ağır bir misyon yüklemiş omuzlarına. “20'li yaşlarımda çok kısıtladım kendimi. Özel hayatıma ekstra ekstra özen gösterdim” diyor Özge Mumcu. Toplumsal Bellek Platformu üyeleriyle beraberken acılarının azaldığından söz ediyor, “Arat’la (Dink) konuşuyorum, mimarlığına devam et, diyorum. Kendime de, ne işin var derin devlet falan sen de şarkıcı ol, diyorum”. DİLEK TÜRKER Türkan Saylan beni sahnede, ben onu hayatta seyrettim... D Ne işin var derin devletle, şarkıcı ol m:ag Araştırmacı Gazetecilik Vakfı Koordinatörü Özge Mumcu, “babası” Uğur Mumcu öldürüldüğünde 11 yaşındaydı. Aradan 18 yıl geçti. Evleri her 24 Ocak’ta yeniden cenaze evine döndü, anma törenlerinde, mezarlıklarda, mahkemelerde büyüdü, başka acılara “akraba oldu”. Özge Mumcu Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nü bitirdikten sonra SBF’de master yaptı. Şimdi ODTÜ’de doktora yapıyor. Özge Mumcu ile acıların her yıl yeniden tazelendiği 18 yılı, “Uğur Mumcu’nun kızı olmayı” ve “toplumsal bellek platformu”ndaki “akrabalıkları”nı konuştuk. Anma törenlerinde, mezarlıklarda, mahkeme salonlarında büyümek zor olmalı. Bu travmayı nasıl atlattınız? Dile kolay 18 yıl olmuş. Travmayı çok kolay atlatmamın nedeni olay yerini görmemiş olmam. O gün saldırı olduğunda ben evdeydim, sesi duydum, anladım ama çıkmadım. Bire bir TÜREY yüzleşmedim. Ben arabaya hep babamla beraber binerdim. KÖSE Annem kapıyı kilitler arkadan gelirdi. O gün Prof. Dr. Kazım Ateş bağırsak operasyonu geçirmişti, ona gidiyorduk. Ben, gelmek istemiyorum, dedim. Babam kabul etmedi ama ısrarcı oldum, annemi ikna ettim. Ağabeyim de Bulutsuzluk Özlemi konserindeydi. Ben sesi duyunca anladım, hemen gözümün önüne geldi, o sırada çok öldürülen vardı. Bir şeyler olacağını biliyorduk. Bir keresinde okuldan geldim, kapı açılmayınca “acaba silahlı saldırı mı oldu” diye düşündüğümü anımsıyorum. Sonra, ben babamı morgda görmek istedim. Annem izin vermedi. Babam Almanya’dan çok severek aldığı bir elbise getirmişti, cenazede bunu giyeceğim, diye tutturmuştum mesela. Annem hem bizi hem de olayı çok iyi bir şekilde idare etti. Her gün evden çıkıp öldürülmüş babanın adını taşıyan parka bakmak, onun adını taşıyan sokaktacaddede yürümek nasıl bir duygu? Çok zor, acın hep taze, bir türlü geride bırakamıyorsun. Bilmeden davranış kalıpları edinmek gibi. 12 yaşında içşselleştirdiğim bir şey. Hiç kimseye üzüntümü göstermeyeceğim, ağladığımı kimse görmesin derdim, hâlâ da öyleyimdir. Ben dışarıda hiç ağlamadım, gece Annen siyasetçi. Sen de hiç siyaseti düşündün mü? Hayır. DSP’de çalışırken de siyaseti gördüm. Siyaset çok karmakarışık, milletvekili aday adaylığı üzerine kurulu, umut kırıcı bir sistem. Dışarıda kalmanın, sivil örgütlerin daha önemli olduğunu düşünüyorum. Bir gün Uğur Mumcu cinayetinin gerçekten aydınlatılabileceğine inanıyor musun? İnanıyorum. Güç dengeleri değişiyor. O gün kullandıkları isimleri bir gün tasfiye edecekler ya da birtakım belgeler kimseyi incitmeyeceği zaman açığa çıkacak. Herkes aşağı yukarı cinayetin arkasında hangi güç odaklarının olduğunu tahmin ediyor. Siyaset Meydanı programına çıktık dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’la birlikte. “Birtakım örgütler vardır, hücre olarak uyurlar, görevleri geldiği zaman uyanırlar” dedi. Ben de “Kim uyandırıyor” diye sordum. Bence hâlâ soru bu. G ilek Türker, 46 yıllık sanat geçmişine sahip bir tiyatrocu. Kurduğu Tiyatro Ayna ile de yaklaşık 20 yıldır özgün ve özel işlere imza atıyor. Onun için, içinde muhalefeti barındıran, yerelden evrensele açılan, güzeli arayan ve ayakları yere sağlam basan hikâyeler çok önemli. Yolu hep bu güzergâhta gidiyor. Güçlü, tutkulu, kararlı kadınları canlandırmak da ayrıca ZUHAL değerli onun için. Zaten kendisi de AYTOLUN yaşadıklarından sonra çok daha güçlü bir şekilde ayağa kalkmayı bilmiş. Şimdilerde de Türkan Saylan Işık Yolcusu oyunuyla Saylan’ın hayatına yolculuğa çıkıyor. Onun hem kadın hem hekim hem de insan yönlerini aktarıyor oyunla. Dileği de tıpkı Türkan Saylan gibi ışıkların toplumun yollarını aydınlatabilmesi, sanatın da bu anlamda üzerine düşen misyonu yerine getirebilmesi. Anlatıyor... Türkan Saylan’ın hayatını sahneye taşıyorsunuz. Nasıl çıktınız yola? Gerek 46 yıllık sanat hayatımda gerekse 20 yıl önce kurduğum Tiyatro Ayna ile hep işlevsel kaygıları olan, edindiği misyonları aktaran özgün işler yaptım. Muhalif tiyatro anlayışını benimsemiş bir sanatçıyım. Çünkü sanatın içinde saf muhalefeti barındırdığını ve bu muhalefetin güzeli arama ile içiçe geçtiğini düşünüyorum. O yüzden Türkan Saylan’ı mutlaka anlatmak istedim. O, onunla çalışanlar ve o düşüncede olanlar toplumu temsil ediyor çünkü. Özge Mumcu: Siyaseti düşünmüyorum U yarısı herkes gider, yorganı üzerime çeker hıçkıra hıçkıra ağlardım. Babamın öldürüldüğü yer şimdi yemyeşil bir park. Hayatımın o kadar büyük bir parçası oldu ki, çok özel bir şey duymuyorum. Orayı terk etmek kötü olurdu, o evden ayrılmadık. 18 yıldır her 24 Ocak’ta bir cenaze evi kuruluyor. Hiç de normal bir durum değil. İtalyan ailesi gibiyiz, 3 teyzem geliyor. Her yıl ocağa geçer irmik helvası, sarma yaparlar, gelen siyasiler de yerler. Uğur Mumcu’nun kızı olmak bir tür misyon da yüklüyor herhalde, değil mi? Evet, çok misyon yükleyen bir şey. 20’li yaşlarımda çok kısıtladım kendimi. Yeni rahatladım. Özel hayatıma da ekstra ekstra ihtimam göstermem gerekti. Uğur Mumcu’nun oğlu, kızı şöyle davranmalı, diye bir beklenti var. Ama… Zaman zaman da artık karikatürleştirilen bir Uğur Mumcu çıktı karşımıza. 34 yıl önce vakfın web sitesine bir video koydum, babamın 1992 yılındaki Berlin konuşması. Youtube’a aktarmışlar. O konuşmada “Kürtlere kültürel hakları verilmelidir” diyor. Sonra mesajlar dolaşmaya başladı “Uğur Mumcu’nun sesine montaj yapmışlar” diye. Babam kültürel çeşitliliği sahiplenen, karşısındakini incitmeyen ama gerektiğinde belgeleriyle takır takır karşısındakinin canına okuyan bir adam. Uğur Mumcu’nun Atatürkçülüğü, büst heykel Atatürkçülüğü değil. Sadece Kemalist yönünü vurguluyorlar, o sosyal demokrat, sosyalizmi benimsemiş biriydi. “Uğur Mumcu demokrasi şehidi değil” vb. yazıları okuyunca ne hissediyorsun? Genç nesiller Emre Aköz’den feyz alıyorlarsa öyle bilsinler. Emre Aköz’ün life style yazarlığıyla yapamayacağını, babam yıllarını vererek yaptı. Herhalde Erdoğan’ın yanında viski içerek demokrat olunmuyor. Mehmet Altan konusunda da söyleyeceğim şu: 18 yıl geçti, adam öldürülmüş, hâlâ neyle savaşıyorsun? Babam yaşamında da hem Sovyet, hem MİT, hem de CİA ajanlığıyla suçlanan yegâne kişiydi. Sayın Altan madem bildiğini savunuyor o zaman suçlamalarını “kanıt”larıyla ortaya koysun. Şimdi um:ag vakfındasın. Burada nasıl bir çalışma yürütüyorsunuz? 13 yaşından beri vakıf realitesi var hayatımda. Vakfın profesyonel olarak gelişmesi gereken noktaları var. Anma hazırlamaktan yorulduğumu fark ettim. Artık gece düzenlememeye karar erdik. Işık Abi (Kansu) yıllar boyunca çok güzel metinler yazdı, belki 20. yılda yaparız ama 19. yılda bir gece olmayacak. Araştırmacı gazetecilik kurslarından 14 yılda 82 kişi mezun oldu, 29’u piyasada. Kaçı kadrolu, diye sorarsan zor soru... Yayınlarımız sürüyor, çocuk kitapları yayımlıyoruz. Vakfın haber sitesini yapmak istiyoruz. Önce www.umag.org.tr’de “Fikri Takip” diye bir köşeden başlayacağız. G Fotoğraf: UĞUR DEMİR Annem 40’ından sonra piyanoya başladı T24 sitesinde yazdığın yazılardan birinin başlığı “Acılara akraba olmak”tı. Bu akrabalarla “Toplumsal Bellek Platformu”nu kurdunuz, TBMM’ye gittiniz. Aylardır bir komisyon kurulmadı. Gerçekten bir şey bekliyor muydunuz? Meclis’e gelirken bir şey çıkmayacağını seziyordum. Kendi sistemlerini kurup, işlerine gelmeyenleri tasfiye etmek, temele alındığı için. Platform ise sağlıklı bir temelde. O insanların hepsini çok seviyorum. Çok normal bir topluluk değiliz, elbette ama bir arada olmaktan mutluyuz. Acı çekmiyoruz beraberken. Daha sonra yaşadıklarımızı konuşuyoruz, kendi deneyimlerimizi aktarıyoruz sürekli. Arat’la (Dink) konuşuyorum, mimarlığına devam et, diyorum. Kendime de, ne işin var derin devlet falan sen de şarkıcı ol, diyorum. Nasıl? 4 sene şan eğitimi aldım. Konuşmadan önce beste yaptığımı iddia eder annem. Bana org, sonra da piyano alındı. Abim de gitar çalıyordu. Annem de 40 yaşından sonra piyanoya başladı. Babam, misafirler geldiğinde, hadi piyano çal, derdi. Öldükten sonra piyanoya devam edemedim. Lisedeyken konservatuvarın açtığı kurslara gittim, şan eğitimi aldım, üniversite döneminde ara verdim sonra operadan tekrar ders aldım. Bir ara piyanist olmak istiyordum, okulunu oku, dediler. Sonra tiyatroya yöneldim ama çok ağır basmamış ki, üniversite de siyaset bilimi okudum. Sonra da alanımı sevdim. Doktoraya başladığım ilk dönemde 10 ay kadar DSP’de çalıştım, Zeki Sezer’in asistanıydım. Annem siyasete girince kimseye bir sıkıntı olmasın diye de ayrıldım. O nedenle, aklımın bir kısmı müzikte, bir kısmı toplumda yaşayıp gidiyorum. G Güçlü ve tutkulu kadınların hikâyelerini sahneye taşıyorsunuz her zaman. Bu hikâyeler özellikle neden önemli sizce? Hep bunu yapmaya çalışıyorum. Ben de güçlü bir kadınım. Ailemin serveti bitmiş, son mal ben kalmışım. Şehirde, lisan bilen, klasik müzik dinleyen, Galatasaray’da okumuş bir kız da satılabilir görüşü vardı. 17 yaşında anne oldum. Ama yine de hiçbir şeyden vazgeçmedim. Muhsin Ertuğrul’un kapısına dayandım, bir yaşında bir çocuk annesi olarak, ben oyuncu olmak istiyorum dedim. Hayatı, insanı, kendini keşfetmek için bir emek koymak lazım. Gençler kendilerini dahi keşfedememiş. Arabalar, giyim, lüks tüketim gibi uyuşturucu oyuncaklarla kandırılan gençlik hastalanmaya ve düş kırıklığına uğramaya mahkumdur. Hayatın esas manasının bu olmadığını göstermek, örnek alabileceği gerçek değerleri tanıtmak lazım. Böylece toplum, şiddetten, yalan dolandan, ucuz seviyesiz ilişki ve iletişim biçimlerinden sıyrılabilir. Peki ya tiyatroya baktığınızda nasıl bir manzara görüyorsunuz? Üretimlerdeki hassasiyet ne noktada? Türkiye zor ve sancılı bir dönemden geçiyor. Bu noktada ucuz işlerle gündem belirlenmemeli. Sanatın cesur ve muhalif olması lazım. Yapılan işler eğer uyuşturucu kodlar adına çalışan sisteme hizmet ediyorsa, bu çok tehlikeli. Bu sistemle kaba, gaddar bir alıcı ve satıcı toplumu yaratılmak isteniyor. Bunca yıllık sanat yaşamınızda hiç yılma noktasına geldiniz mi? Asla olmadı. Çok hastalıklar geçirdim, ameliyatlar oldum. 20 yaşındayken tüberküloz olup 8 ay yattım. Muhsin Ertuğrul yarım kilo bile almayacaksın derken ben 40 kilo aldım. Ama yine de yoluma devam ettim. Ailem çöktü, kocamı boşadım, sınıf değiştirdim. Yalılar alalım diyen adamlara rest çekerken ayağımda yırtık çorapla gezdim. Bunlar birer seçimdir. Her insanın kahraman tarafı vardır. Karton olmamayı seçmeli insan. Tıpkı Türkan Saylan gibi. Benim için özeldir. O beni sahnede seyretti, ben onu hayatta. Haldun Dormen sizin için tiyatro çılgını demiş. Bu çılgın daha neler yapacak peki? Bu çılgın, bir kurum arıyor. Lafıma sözüme karışmayacak ve bana destek verecek bir kurum arıyor. Köy köy, kasaba kasaba gezip gençler için canlı televizyon programı tadında bir proje yapmak istiyorum. G C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle