Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 Bu filmdeki Şare / Ağıt, bombayla, kurşunla öldürülen çocuklar için... 6 ŞUBAT 2011 / SAYI 1298 ATAOL BEHRAMOĞLU Ceylan’a yakılan ağıt ESRA AÇIKGÖZ ayvan otlatmaya giderken bir bomba ile parça parça olmuştu Ceylan Önkol’un bedeni. Daha 12 yaşındaydı. Annesi kızının parçalanmış bedenini eteğine topladı. Lime lime edilmiş etleri, darmadağın kemikleri konuldu mezara. Bundan tam bir buçuk yıl önce. Bir buçuk yıldır annesi hâlâ cam önünde okuldan çıkan çocukları izliyor, sanki Ceylan’ı da aralarındaymış gibi. Bir buçuk yıldır, suçluları bulunsun diye bekliyor. Türkiye’de çocuklar ölmeye Yeni bir dindarlık dalgası aikliğin kalesi sayılan Fransa da içlerinde olmak olmak üzere Avrupa ülkelerinde yeni bir dindarlık dalgasının yükseldiği söyleniyor. Daha doğrusu, bu gibi ülkelerde uzun süredir ihmal edilen, önemsenmeyen dinsel değerlerin yeni bir yükseliş ivmesi kazandığı ileri sürülüyor. Amerika Birleşik Devletleri için böyle bir sorun Batı Avrupa için olduğu kadar güncel değil. Çünkü bu ülkede, göstermelik olarak ya da gerçekten, dinsel değerler ve simgeler zaten hep ön planda olmuştur. İslam coğrafyasının geneli için de böyle bir sorun yok. İslam dininin egemen olduğu ülkelerde, bunlar arasında laikliğin kalesi sayılan bizim ülkemiz de içlerinde olmak üzere, dinsel değerlerin köktenci bir yaklaşımla tartışılması hiçbir zaman gerçek anlamıyla söz konusu olamamıştır. Bununla birlikte, Türkiye’de yakın zamanlara kadar ülke yönetiminde günümüzde görüldüğü ölçüde etkili olması söz konusu olmayan din, günlük yaşama da günümüzdeki kadar girmiş değildi. İktidardaki dinci partinin baskısıyla ya da çıkar sağlamak amacıyla kendini böyle göstermek zorunda hisseden ya da tam tersine aynı baskının sonucunda dinsel değerlere tepki duyan kişi ve çevreleri bir yana bırakıyorum. Bunların ötesinde de, dinle pek fazla ilişkisi olmamış toplumsal kesimlerde ve hatta bir zamanların ateistlerinde bile, dinsel değerlere yakınlık eğilimlerinin görüldüğü bir gerçek... *** H L yandan da ne kadar kanıksandığını… Son 20 yılda Türkiye’de 300’den fazla çocuk ya oyuncak sandıkları bombalardan ya mayından ya da asker kurşunundan hayatını kaybetti. Ceylan da bütün bu çocukların sembolü oldu. Onunla ilgili film çekme fikri nereden çıktı? İrfan Taşkın’ın hikâyesinden çıktı her şey. İrfan üvey annenin oyunu sonucu kardeşini öldüren ve ardından ağlayarak kuş olup uçan pepuk (guguk) kuşunun hikâyesini yazmıştı. Bu hikâyeden sonra ona Diyarbakır’a bir yolculuk yapmasını önerdim ve yol onu Ceylan’ın köyüne götürdü. Döndüğünde görüntü ve izlenimlerini Saliha Önkol, 1.5 yıldır kızı Ceylan’ın katillerinin bulunmasını bekliyor, ama... Bu olgu, Sovyetler Birliği’nin dağılması ve postmodern bir dünyada yaşıyor olmamızla açıklanıyor. Postmodern bir dünyada yaşamanın ne demek olduğunu pek anlayabilmiş değilsem de Sovyetler Birliği’nin dağılması sonucunda sosyalizm idealinin sarsılmış olduğu, bunun da farklı ideolojilerin, bu arada dinlerin yeni bir canlılık kazanmasına yol açtığı yadsınamaz. Yanı sıra, “pozitivist” (olgucu) dünya görüşünün (insanlığın ilerlemesine olan sarsılmaz inancın) özellikle yirminci yüzyıldaki iki büyük savaş sonucunda büyük yaralar aldığı, günümüzde de haklı gerekçelerle tartışılmakta olduğu yine yadsınamayacak bir başka gerçektir. Bütün bunlar bizi nasıl bir sonuca götürüyor, ya da götürmeli? *** Yeni bir dindarlık dalgasını açıklayan gerekçeleri, özellikle de sosyalizmle ilgili olanı irdelemeye çalışalım... Sovyetler Birliği’nin ve onunla ilişkili sosyalist sistemin dağılması sosyalist ideolojinin ağır yara almasına kuşkusuz ki neden olmuştur. Fakat sonuç olarak hatalarıyla ve insanlığa kazandırdıklarıyla bu bir uygulamaydı. Sosyalizm ideali kuram olarak ve dağılan Sovyetler Birliği başta olmak üzere çeşitli ülkelerdeki uygulamalarının bu ülkelerin insanına ve insanlığa kazandırdıklarıyla sapasağlam ayaktadır. Herhangi bir başka seçeneği de yoktur. Günümüzde de insanlığın geleceğini tehdit eden, gezegenimizi yok oluşa sürükleyen kapitalistemperyalist sistem içinde sosyalizme seçenek aramak boşunadır. Sosyalizmi pozitivizmle de karıştırmamak gerekiyor. İnsan iradesini hiçe sayan pozitivizmin, bu anlamda dinsel kadercilikten pek de farkı yoktur... *** Toplumsal bilimler, akıl ve sağduyu, dinlerin de insan ürünü olduğunu ne kadar söyleseler de, dinsel değerlere bağlılık var olmayı çok uzun zaman sürdürecektir... Kaldı ki, kişisel bir inanç ya da toplumsal töre ve simgeler olarak dinsel değerleri yadsıyıp reddetmek ancak yine kişisel bir tavır ve seçim olarak yerinde ve anlamlıdır. Dinin toptan yadsınışı ne kadar yanlışsa, günümüzde görüldüğü gibi (üstelik entelektüel bir “karşıpozitivizm” sosuna batırılmış olarak) insanlığa yeni bir ideoloji gibi sunulması da en az o kadar yanıltıcıdır. İnsanlık bugün yaşanmakta olan düşünsel ve duygusal karmaşadan, doğa ötesi yanılsama ve hayallerle değil, hümanizmle dengelenmiş bir sosyalist ideal ve kendi yazgısına kendisinin sahip olduğu bilinciyle kurtulabilir... G ataolb@cumhuriyet.com.tr devam ediyor. Ağıtlar da yakılmaya… Suat Eroğlu’nun yapımcılığını üstlendiği, Müjde Arslan ve İrfan Taşkın’ın yönettiği Şare yani Ağıt, Ceylan’ın yokluğunu anlatırken, öldürülen tüm çocukları hatırlatıyor bize. Tehlikenin hâlâ devam ettiğini de. Söz yönetmenlerden Müjde Arslan’da. Ceylan’ın ölümünü öğrendiğinde ne düşünmüş, ne hissetmiştin? Çocukluğum aklıma gelmişti; savaşların mağduru olan çocukların ne kadar da çaresiz ve masum olduklarını düşünmüştüm. Kendi dağında koyunlarını otlatırken bir bomba tarafından parçalanmanın ne kadar insanlık dışı bir şey olduğunu düşünmüştüm, bir paylaştı ve filmi Ceylan Önkol’un köyünde çekmeye karar verdik. Henüz gerçek manada bir senaryo yoktu; köye gittik, Ceylan’ın ailesinin misafiriydik, onlarla yattık, yemek yedik ve beraber bu senaryoyu yazdık. Dokudrama türünde bir kısa film çıktı ortaya, 13 dakikalık. Filmde de Önkol ailesi rol alıyor. Onları nasıl ikna ettiniz? Filmin yapımında en büyük destekçimiz Ceylan’ın ailesi oldu. Köye gittiğimiz ilk gün, köylüler köyün öğretmeni tarafından bize karşı kışkırtıldı, “Bu Ceylan’ın ailesiyle devlet arasında, sizin devletle aranızı bozmak istiyorlar” demiş öğretmen. Bu aynı zamanda ailenin yalnızlığını da gösterdi bize. Herkes konunun kapanmasını istiyor, köylüler, ailenin uzak akrabaları; devlet de. Aile ise Ceylan’ın ölümünden dolayı öfkeli ve devletin özür dilemesini, sorumluların yargılanmasını bekliyor… Köye gittiğinizde ilk yüzünüze vuran ne oldu? Neyle karşılaştınız köyde? Köye giden yol oldukça engebeliydi, gidişi vardı da dönüşü yoktu sanki. Üç büyük kışladan geçtik oraya varana dek, yol boyu askerler diziliydi; koca bir kışlanın içine giriyorduk sanki… Kendi adıma korktuğumu söyleyebilirim, köye vardıktan sonra köyde duyduklarımızla daha çok korktuk. Hem faili meçhuller hem öldürülmüş olan diğer çocuklar, her aileden en az bir kişinin cezaevinde olması… Kanunsuz bir yer orası; her suçun üzeri kolaylıkla kapatılabiliyor. Ceylan’ı ve başına gelenleri annesinden, ağabeyinden, arkadaşlarından dinledik. Bir masal gibi Ceylan’ı dinledik her gece… Hiçbir şey Ceylan’ın annesi Saliha Teyze’nin kızına yaktığı ağıt kadar izah edemez yaşananları, duyguları… O ağıt dönemecimiz oldu, hem filmin adını koydu hem de bize bir görev verdi: O ağıtı tüm Türkiye’ye duyurmak… Köylü bir kadının pencere önünde okuldan çocuklar geçerken görmediği kızına, bombalandığı için parça parça bedenini ağaçlardan topladığı kızına yaktığı ağıttı bu… Çok derinden ve çok kısık sesle… O topraklarda yaşanan acıyı, korkuyu, Ceylan’ın başına gelenleri hatırlatmayı neden Ceylan yaşlarında, başka bir kız çocuğu üzerinden anlatmayı seçtiniz? Devam eden tehlikeyi göstermek için. Sozda, Ceylan’ın kuzeni, ona da çok benziyor. Yine okula gidiyor, döndüğünde çobanlara yemek götürüyor… Sozda’yı önce nenesi, sonra çobanlar, sonra yayık yapan kadınlar uyarıyor; “Bomba görürsen dokunma”, “Asker görürsen korkup kaçma”, “Ceylan’ın başına gelenleri unutma, millet televizyondan izledi, biz kendi gözlerimizle gördük” diyorlar. Köydeki hayat da kendi akışında sürüyor; çobanlar tehlike taşısa da koyunlarını dağlarda gezdiriyorlar, bu onların en doğal hakkı… Bu filmden size ne kaldı? Bu filmde dinlemenin önemini öğrendim, orada yaptığımız şey buydu. Ağabeyini, babasını, annesi Saliha Önkol’u dinledik tüm kalbimiz ve ruhumuzla… Konuşma sırası savaşın iki taraflı mağdurlarında, bize de dinlemek düşüyor; yargılamadan, empati kurarak, anlamaya çalışarak, paylaşarak… Filmi ne zaman izleyeceğiz? Film özel gösterimlerle seyirciyle buluşmaya başladı; festivallere gönderildi. Şu sıralar Lice’de ailenin katılacağı bir gala organize ediliyor; tarihi henüz netleşmedi ancak çok yakında gerçekleşecek. Bu filmi herkesten önce aileye göstermek istiyoruz… G Artık üniversitelilerin de bir dergisi var... Kampusta neler oluyor? rtık üniversite gençliğinin de kendilerine hitap eden bir yayını var. Aralık ayından beri üniversitelerde ücretsiz dağıtılan Kampüs dergisi, 100 sayfalık içeriği ve baskı kalitesiyle bir hayli ilgi gördü. İmtiyaz sahipliğini ve yazıişleri müdürlüğünü Yeditepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü öğrencilerinin yaptığı derginin çalışanları pek çok farklı üniversitede yer alıyor. Üniversite gündemini izlemenin yanında gazeteci olmak isteyen öğrencilere uygulama alanı sağlamayı da hedefleyen Kampüs dergisinde eğitim, sağlık ve sanat alanında gençlere hitap edecek haberler yer alıyor. Her ay 10 bin basılan ve ilk iki sayısında Bahçeşehir, Bilgi, Koç, Sabancı ve Yeditepe üniversitelerinde dağıtılan derginin ilerleyen sayılarla birlikte İstanbul’daki tüm üniversitelere ulaşması hedefleniyor. G A Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir. Yerel süreli yayın. (cumdergi@cumhuriyet.com.tr) C M Y B C MY B İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına Orhan Erinç Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Ayşe Yıldırım Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Miyase İlknur Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli / İstanbul (0212) 343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdürü: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Reklam Koordinatörleri: Hakan Çankaya / Neşe Yazıcı Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı (0212) 251 98 74 / 75 (0212) 343 72 74 (554555) Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt / İstanbul