Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6 lyas Yıldız kitabıyla bir aşk hikâyesi anlatıyor bize... Aşk senin için ne? şte bu sorunun peşine düşmek istedik. stedik ki, toplumun her kesiminden çiftlerle aşkı konuşalım, aşk konuşalım. Bu haberde herkes olsun istedik, gay, lezbiyen, heteroseksüel da; farklı dinden, dilden, milletten insanlar da. Muhafazakârından solcusuna farklı düşünceye sahip olanlar da. Madem ki, aşkı konuşacaktık, herkesle konuşmalıydık. Ama olmadı. Neden mi? Önce ErmeniTürk bir çiftin peşine düştük, bir arada yaşamın şiddetle engellendiği bu ülkede aşklarını korumayı nasıl başardıklarını konuşalım istedik, ZUHAL birlikte AYTOLUN kalabilme gücü ve yeteneğini, farklılıklarını ve benzerliklerini. Birkaç çift bulduk da, ama kaygıları vardı, göz önüne çıkmak istemiyorlardı, konuşmadılar. Muhafazakâr çiftler için tersti, sustular. Farklı ülkeden gelip Türkiye’de âşık olmuş bir, iki kişiye de ulaştık, onlar da gazetede edecekleri lafların büyük gelmesinden çekindi, konuşmadı. Peki bu haberde kimler mi var? Lezbiyen ve gay bir çift var, aşkı bize onlar anlattı. Aslına bakarsanız iyi ki de onlar anlattı, çünkü onlardan öğreneceğimiz çok şey var. O halde ben susayım, siz dinleyin... Bir aşk hikâyesi ESRA AÇIKGÖZ ana O Şarkıyı Son Defa Söyle Natali, bir adamın aşkı bulma hikâyesini anlatıyor. Bulduktan sonraki yıkımını ve başka bir kadının şefkatine tutunma halini. Kitabın yazarı lyas Yıldız’la kitabı ve aşkı konuştuk. “Bana O Şarkıyı Son Defa Söyle Natali” gerçek bir hikâyeyi anlatıyor. Bu kitabı yazmaya seni ne götürdü, neden hayatın üzerine yazmak istedin? Kendime dair bir gerçeği fark ettiğimde, topluma dair de bir gerçeği fark etmiştim. Çünkü biz hastalıklı bir toplumuz. Bu kadar hızlı sinirlenmemizin ve basit olayları bu kadar büyütmemizin bir nedeni olmalı. Batı’daki insanlarla karşılaştığımda hayatı daha basit yaşadıklarını ve daha az sinirlendiklerini gördüm. Neden biz bu kadar sinirliyiz, neden bir yol verme tartışmasını bile ölümle sonuçlandırıyoruz, diye düşünmeye başladım. Çünkü toplumsal önyargılarımız bizi bir kıskacın içine almış durumda. Ben de kendime şunu sordum, neden âşık oluyorum, neden bir kadını bırakıp gidemiyorum, neden çoğu zaman yaşamdan tat alamıyorum. şte bu roman bu cevaplardan oluşuyor. Kitapta kendine de sık sık bakıyor, derinlerine iniyor, ego sorunlarına değiniyorsun. Bu anlamıyla bu kitap senin kendinle kurduğun ilişkiyi de değiştirdi mi? Değiştirmesi için uğraşıyorum. Egolarımın hayatımı nasıl cehenneme çevirdiğini, çevremdeki insanların hayatlarını ne kadar zorlaştırdığını görüyorum. Bunun için kendimle kurduğum ilişkiyi değiştirmeye çalışıyorum. Ama bu ilişkiyi o kadar içselleştirmişim ki, kabuğumu kırmakta zorlanıyorum. Sanki bir çukurda yaşıyor gibiyim ve o çukuru bilinçaltıma yüklenen sorunlar kazmış. Bunun farkındayım. Çıkmak için durmadan zıplıyorum ama başarıp başaramayacağımı zaman gösterecek. Üç insanın aşk hikâyesini anlatıyor kitap. Senin için aşk ne demek, hayatında nasıl bir yer kaplıyor? Benim için aşk tutkuyla bağlanmaktır, birisini hayatınızın odağına koymak ve vazgeçilmez hale getirmektir. Ancak en tutkulu şeylerin bile bir sonu var. Fani B olana bu kadar tutkuyla bağlanırsanız büyük bir travma yaşamaz mısınız? Ama her şeyin biteceğini kabullenirseniz, olgunlukla karşılamayı öğrenir, o gittiğinde de sefil olmazsınız. Peki bu gerçeği bildiğim halde uygulayabiliyor muyum? Maalesef hayır… Asla âşık olmamayı çok isterdim. Ama maalesef ki beceremiyorum ve bu durumdan nefret ediyorum. Kitabı kapattıklarında insanlarda ne kalmasını istiyorsun? nsanlar öyküyü bitirdiklerinde kendi etiketleriyle yüz yüze gelecekler. Bir akademisyen “Devlet en büyük mafyadır evladım. Ama en büyük olduğu için biz ona devlet diyoruz. Onun içinde kendi otoriteni inşa etmeye kalkarsan terörist veya mafya olursun” demişti. Biz erkekler, bizim istediğimiz gibi olmayan her kadına hakaret etmeyi kendimizde hak görüyoruz. Kitabın kahramanı da bu gözle baktığı bir kadının gerçeğiyle yüzleşiyor ve sonra ona âşık oluyor. Bu noktadan sonra da kendini sorgulamaya başlıyor. stediğim de insanların bu öyküleri okuyarak kendilerini sorgulamaları. Kitap aynı zamanda internette dönen bir animasyonla tanıtılıyor. Bu fikir nasıl gelişti? Neden buna ihtiyaç duydun? Türkiye’de artık kimse kitap okumuyor. Herkes internette facebook veya twitter’da vakit geçiriyor. Hatta oralarda bile insanlar metinlerden çok videolarla ilgileniyorlar. Sürekli izliyoruz. zleyen kitlelere nasıl ulaşabiliriz, diye düşündük. Sosyal paylaşım ağlarından yayılabilecek bir animasyon filmiyle bu kitaptan haberdar olabilirlerdi. Bu çok tavsiye edebileceğim bir şey değil aslında. Animasyon konusunda yeterince profesyonel olmadığımız için, ortaya çıkan iş kitabı tam olarak yansıtmıyor. Kitabın içerik algısını düşürüyor. Yine de gözünü sosyal ağlardan ayırmayan insana ulaşmanın en kolay yolu da bu. G AŞKIN “ÖTEK ” HAL David Lynch’in “Mulholland Çıkmazı” filminden... ( sim ve fotoğraf vermekten çekindikleri için film karesi kullandık.) Damla da onları anlamaya çabalıyor: “Bir köre maviyi anlatamazsınız ki”. Annesi 17 yaşındayken psikiyatriste götürüyor Damla’yı. Doktorun yedisinde neyse yetmişinde de öyle olacak demesi üzerine, “O zaman beni tedavi edin. Ben dayanamıyorum” diyor annesi. Damla’nın sevgilisi olduğunda ille de bir kez tanışıyor, içi rahat edince de bir daha görüşmüyor. Babası da uyarıyor: “Bu çok zor bir hayat kızım. Yarın iş ya da sosyal hayatında problem yaşayabilir, dışlanabilir, yalnız kalabilirsin. Emin misin?” Damla emin. Yine de son bir kez, 18 yaşındayken karşı cinsten birini alıyor hayatına, sırf ailesinin ısrarı yüzünden. Deniyor, ama olmuyor. ki yıldır birlikte Merve ile Damla. Biri 30’larına yaklaşıyor, diğeri 40’larına. Üç ayrı evleri var. kisinin kendi yaşadıkları evler ve ortak evleri. Dünya içinde dünya yaşıyorlar. “Ne acı hikâyeler var, biliyorum” diyor Damla, “Ama biz kimseden çekinmiyoruz. Tek korkumuz Merve’nin oğlu.” Merve oğlu ergenliğe girdikten sonra ona bu durumu açıklayacak. O döneme kadar bekleyecekler. Şimdilerde dikkatli yaşamalarının sebebi de bu. Merve’nin eski eşi, Damla’yla ilişkisinden habersiz. Eşiyle görünen ve bilinen ayrılık sebebi, şiddetli geçimsizlik, fiziksel ve ruhsal tahammülsüzlük. “Ailemle bu ayrılık sebebiyle sert bir tartışma yaşadım. Babam başka neden var, ne, diye zorladı beni. Uzun süre konuşmadık. Ben onların kurduğu düzeni yaşamıştım, evet. Oğlum da büyük bir armağan oldu. Ama artık kendimden vazgeçmeyi düşünmüyorum.” Damla’nın ailesi de Merve’yi kabullenmiş zamanla, öyle ki babası “Bu kadınla hayat geçer” diyor. Onlar da bunu istiyorlar, birbirleriyle geçen bir hayatı. Ancak kolay değil. Merve, “Heteroseksüel ilişkilerde bin sorun varsa, bizde on bin sorun var. En büyük sorun da insanların beyinleri” diyor. Aşklarını, içlerindeki pırıltıyı koruyarak yaşamaya çalışıyorlar. Aşkın tanımı mı? “Çok ben!” diyorlar: “Yaşamımızda yaralarımız ve eksiklerimiz vardı. lişkilerde hep sıkıntılar yaşadık. Yarım kalmış insanlar gibiydik. lk kez birbirimizle tam olduk. Etle tırnak gibi. Her şeyin tamamlandığı bir aşk bu.” Bu aşkı Türkiye’de yaşamak zor. Onlar kendi ayakları üzerinde duran, maddi gücü olan insanlar oldukları için bir nebze de olsa daha rahatlar ama ya diğerleri? “Bu ülkede, zaten her şey zor” diyor Merve, “Kürt olmak da, gayrimüslim olmak da, travesti, gay olmak da... Bizde de aşk nasılsa öyle yaşanıyor. Belki biraz gizli, o kadar. Aşk cinsiyet tanımaz ki! Kimin kimi seveceğine kim karar verebilir?” Konuşma boyunca oturduğumuz kafede, masanın altından da olsa birbirine kenetlenmiş elleri veriyor yanıtı: Aşk tahakküm tanımaz! G Fotoğraf: VEDAT ARIK MERVE DAMLA Dünya içinde dünyamız var düşünüyordum. Yanılgıymış.” Uzun yıllar sürdürüyor bu yanılgıyı Merve, çünkü “normal” olmak istiyor, eşine inanmak, sevmek. “Bir şekilde onu da sevdim” diyor, “Ancak içimde hep bir şeyler kıpırdanıyordu. O yanımdayken onunlaydım, değilken kalbim kadınlara kayıyordu. Tamamen platonik ama kimseyle bir şey yaşamadım.” Belki de daha çok tutunmak için evliliğine, bir de çocuk yapıyor. Mutlu bir aile, iyi bir kariyer, iyi bir üniversiteden iyi bir dereceyle mezuniyet, başarı ve iyi bir kazanç... Her şey nasıl da “normal”, nasıl da iyi, gıpta edilen bir hayat! Tam da ona yazılan hikâyeye uygun yaşıyor. Peki bu yaşama çomak sokmak niyeydi? Bunu ben değil, o kendine soruyor, cümle sonunda düşen bir sesle. Sonra da dalgın yanıtlıyor: “Ama içimdeki kaynama da durmuyordu. Bazı şeyleri açıklayamazsınız, ama ondan da kaçamazsınız. nsan er ya da geç özüne döner. ” Eşiyle yollarını ayırmaya karar veriyor. şte Damla’yla da tam bu süreçte tanışıyor. O da kim mi? Onun hikâyesi daha başka. Damla daha şanslı insanlardan, en azından hemcinslerine duyduğu ilgiyi ailesiyle paylaşabiliyor. “Kendimi bildim bileli böyle bir eğilimim vardı” diyor Damla. Daha 1213 yaşlarındayken bir kız arkadaşıyla beraberken ailesine yakalanıyor. “Bile bile ladesti benim için. Bizzat gözleriyle görsünler istememiştim, ama öyle oldu. yi de oldu” diyor. Ailesinin kabullendiği söylenemez. Ancak anlamaya çalışıyorlar. MURAT ERDEM “Küçük yaşlarda hemcinsime duyduğum sevgi, ilgi ve kıskançlık krizlerinin normal olmadığını anladım. Gerçi her iki cinse de ilgi duyduğum oldu. Ancak bu ilginin şiddeti daha çok hemcinsimde baskındı. Hayatımın asıl kanayan yarasını 1718 yaşlarımdayken yaşadım. Yaklaşık bir buçuk yıl, yakın kız arkadaşımla yaşadıklarımız beni derinden etkiledi. Çok kaotik bir dönemdi. lk aşkımdı, ayrıldık ve o ülkeyi terk etti. Bunun bir geleceği olmadığına, hayatında bununla yüzleşemeyeceğine karar verdi. Ailem de o dönem bir şeylerin farkına vardı. Özellikle de babam. Fark ettiği ama ismini koyamadığı bir durumdu yaşadığım. 20’li yaşlarımın başına geldiğimde de evlenmeye karar verdim. lk aşkıma inat! Belki, bir ‘b’ şıkkı da vardır diye Neden “sevdiğim bu” diyemiyoruz? “Aşk bizim için sinemanın en arka koltuğuna oturup, trafik ışıklarından karşıya geçiyormuş gibi, önce sağa sonra sola baktıktan sonra el ele tutuşmaktır. Belki o en arka koltuktaki kaçamak öpücük bir de. Bazen de metrobüs durağında sevgiliyi uğurlarken ona bir şey anlatıyormuş gibi yapıp ufak bir öpücük kondurduğunda, metrobüs görevlisinin sizi gördüğünü fark edip tabana kuvvet kaçmaktır aşk.” Sevgilisine duyduğu aşkı işte böyle anlatıyor. Kaçak yaşamak zorunda kaldıkları bir aşk onlarınki. Çoğu kişiye sevgilim var diyemedikleri, ailelerinin bilmediği, yolda rahatlıkla el ele gezemedikleri, sevgilerini belli edemedikleri bir aşk. Bütün bunlar olurken şimdi, burada, size, gerçek adlarını açıklayacaklar mı sanıyorsunuz! Gelin biz onlara Murat ve Erdem diyelim. Toplumun kabul ettiği normların dışında kaldığı için ilişkilerini de aşklarını da bir yalan kamuflajını giyerek yaşamak zorunda kalıyorlar ama ne kendilerine ne aşklarına yalan sıçratmadan. Kolay değil. Ama zorluk ve kolaylıkla da ilgili değil dertleri. Birbirlerini seviyorlar ve yine yalanlara ve yaralara giydirerek de olsa geleceğe dair planlar yapıyorlar. ki ay önce girmişler birbirlerinin hayatına. lk kez sevgililer gününü yalnız geçirmeyecek olmanın heyecanını taşıyorlar. Yine de bir tarafları kırgın ve buruk... Bir arkadaşları aracılığıyla tanışıyor Erdem ve Murat, bir gay barda. Aslında bu tip tanıştırılmalardan çok hoşlanmıyorlar ama arkadaşlarının ısrarına dayanamayınca “Tamam”, diyorlar, “bir tanışalım”. Tanışıyorlar. yi ki de tanışıyorlar. “Gay ilişkiler içinde ilişki kurabilmek zor. Çoğu tek gecelik, dejenere. Ama insan bir mutluluk yakaladı mı, sıkı sıkı da tutunmak istiyor” diyor Murat. Onlar da sımsıkı tutunuyorlar birbirlerine. Aşkta en çok güven duygusunu arıyorlar. Niye mi? Yanıt Murat’tan: “Bizde ilişkiler hem pamuk ipliğine bağlı hem de bir halat kadar sağlam. Çünkü toplum heteroseksüellerin ilişkisini kabul ediyor. Hatta evlilik akdiyle koruma altına alıyor. Bizde böyle bir şey yok. Bütün dış tehditlere açığız. O yüzden bizde aşkın kuvveti çok daha önemli. Bazı evli çiftler, evliliklerine güveniyor. Biz sadece birbirimize tutunuyoruz.” Hep göstermeden, görünmeden yaşamaya çalışacakları bir aşk bu. “Biz, ancak baş başayken birbirimize sevgimizi gösterebileceğiz” diyor Erdem. Yine de mutlular. Korkular, beklentiler, kızgınlıklar tedirginlikler bir yana dünde yaşadıklarından bir adım daha öteye geçebilmenin mutluluğu bu. Çünkü geçmiş ikisinde de çok acı gerçekleriyle, içlerindeki yaralarıyla duruyor. “Ben hep heteroseksüel olmaya çalıştım” diyor Erdem, “Aile ve çevre baskısı yönelimlerime müsait değildi. 22 yaşıma kadar da dualarla, yakarışlarla geçiyordu her gecem. Kendimi vebalı gibi görüyordum. Hep bir sabah ‘normal’ uyanabilmeyi hayal ediyordum. Sonra her sabah kalktığımda bir şeyin düzelmediğini görünce kabuğum kırıldı. Artık bu benim, dedim.” Şimdi birkaç cümlede anlattığına bakmayın, öyle karardığı, bunaldığı anlar olmuş ki, intihara teşebbüs bile etmiş Erdem. Hep kendini ertelemiş, “Normalde kolay anlaşılmam, hâlâ da gizliyorum. Başka seçeneğim de yok. Ortada bir ömür var ve yolumuz taşlı, topraklı, çetrefilli” diyor. Murat da küçük yaşta fark etmiş “farklı” olduğunu. Çocukken hemcinsleriyle oynadığı oyunların masum olmadığını ergenliğe girdikten sonra anlamış. Teyzesinin oğluyla yakınlaşmalarına ket vurmuş. Hayatına kadınları sokmuş “normal” olduğunu göstermek için. Ama olmamış işte, olmuyor. Şimdi 28 yaşındalar. Murat’ın da, Erdem'in de ilişkisini aileleri bilmiyor. Sevdiğini sevdiklerinle paylaşamamak bile başlı başına bir baskı, biliyorlar. Yine de ailelerine kızamıyorlar. “Anlamalarını beklemek bizim bencilliğimiz olur” diyor Erdem, “Hayatımı ikiye bölüyorum. Askerlik öncesi ve sonrası. Askerden önce hayatımı ve geleceğimi hep erteledim. Ama annem ve babam hacı, yaşama bakış açıları da belli. Askerden döndüğümde beni evlendirmek isteyecekler, biliyorum. Bunu düşündükçe mezara girip çıkıyorum. Keşke, ailem bilinçli olsaydı biraz daha. Belki beni anlamaya çalışırlardı. Sonuçta bu şekilde de olsa ben bu dünyada varım. Bu hayatı yaşamalıyım. Aslına bakarsan, bizim hayatımızın da aşkımızın da bir sonu yokmuş gibi geliyor.” Bütün önyargıları, toplumun bütün “hastalık”larını yüklemiş omzuna Erdem. Murat ise biraz daha umutlu, planlar yapacak kadar umutlu. Önce oğullarının samimi arkadaşı olarak eklenecekler birbirlerinin ailelerine. Zamanla da sessiz anlaşmayı devreye sokacaklar: Bilip susmak! Erdem askerden bir dönsün, bir apartmanda iki daire kiralayıp, ayrı yaşıyor havasıyla aynı dairede yaşamayı da koymuş aklına. Sesine düşen sevinci bir mutsuzluk perdeliyor, biliyorum, çünkü bu benim yarattığım mutsuzluk, sizin yarattığınız mutsuzluk, bu “normal” olmayana karşı takınılan tavrın yarattığı mutsuzluk. Öyleyse en azından son sözü söyleme hakkını onlara verelim: “Niye bu kadar akıl oyunu yürütmek zorundayız, diye çok kızıyoruz. O zaman tepkimiz doğrudan topluma, ailemize ve bu kalıplaşmış fikirlere dönüyor. Neden biz de bir hetero gibi sevdiğim bu, diyemiyoruz. Aşkımızı bile yalanlar üzerine kuruyoruz aslında. Oysa biz de gönlümüzce, hayatımda biri var ve birbirimizi çok seviyoruz diyebilmeyi isterdik...” G Kadınlar sağdan erkekler soldan S NEM DÖNMEZ şkım Kapışmak, “Kadınlar Sağdan Erkekler Soldan” adındaki kitabında, kadınlara ve erkeklere ne kadar farklı olduğunu esprili bir dille anlatırken, ilişkilerde nasıl davranılması gerektiğinin de altını çiziyor. Hem kadınlara, hem de erkeklere sözü Kapışmak’ın. “Önce kendinizi geliştireceksiniz” diyor. Bu arada meraklısına Aşkım Kapışmak bu akşam standup ve seminer için Profilo Alışveriş Merkezi’nde olacak. Niye yazdınız bu kitabı? Herkes karı koca olsun ama bir zahmet herkes anne baba olmasın. Sağlıklı anne baba sağlıklı kadın erkekten oluşuyor. Bu kitap da kadın ve erkeklerin farklılıklarını anlayıp kabul etmek üzerine kurulu. Çünkü artık kadınlar erkek, erkekler de kadın gibi olmaya çalışıyor. Birbirimize ihtiyacımız yok mesajı vermeye çalışıyorlar, halbuki ilgisi yok. Ben kadının ve erkeğin ihtiyaçları neler, bunları nasıl aktarıp paylaşabiliriz onu anlatıyorum kitapta. Evet yarım saat içinde konuştuğumuz konu başlıkları bile birbiriyle alakasız. Acaba hiç konuşmasak mı? Konuşacağız tabii ki, öğreneceğiz konuşmayı. Erkekler somut odaklı, “ne” yapmaları gerektiğini düşünüyor, kadınlar da soyut odaklı, “nasıl” yapacağını düşünüyor. Bir kadın ve bir erkek yarım saat içinde konuşmalarını karşılaştırdığınızda, erkek maç sonuçları, evin taksitlerini konuşurken bir kadın yemekte ne var, çocuğun okulu ne olmuş, geçen hafta neler yapmışlar bunların hepsini konuşabiliyor. Bu çok doğal. Bir kadın herhangi bir şeye bakınca minimum yedi feedback alıyor. Erkek için ise bu sayı iki. Kadınlar günde ortalama 20 bin kelime üretiyor. Erkek 7 bin. Kadın gün içinde ne kadar tüketse de akşama kalıyor yine üç dört bin. Erkekte akşama bir şey kalmıyor. Bunlar tabii çatışma yaratıyor. Kadınlar bu sefer “seni anlamıyorum, benle paylaşmıyorsun” diyor, erkek de kendini yetersiz hissediyor. Erkeklerin karılarının yanında suskun olmasının nedeni kadının ona istemeden “sen yetersizsin” mesajı vermesi. Ondan sonra kavga, gürültü. A Ego savaşları başlıyor yani? Aslında her şey ego savaşından kaynaklanıyor. Mutluluk, mutsuzluk oradan geliyor. Sağlıklı ilişkide kaybeden yok diye düşünmelisiniz. “Sohbet edeceğiz ama kazanan yok” diye konuşmalısınız. Ama bunun için iletişim kurmak lazım. Bizde zaten sorun böyle şeylerin oturup konuşulmaması. Eh o da kültürden, toplumdan kaynaklanıyor. Evde sus, okulda sus, işte sus, askerde sus diye büyüt çocuğu, sonra “bu çocuk kime çekti” de. Sana çekti be kime çekecekti? Her şeyi konuşabilmeliyiz. Bak mesela biz hâlâ cinselliği bile konuşmayan bir toplumuz. Restoranda yemek seçer gibi ben bundan Nasıl yani? Eğer iki taraf da kendini geliştirirse hiç sorun kalmayacak. Kadının ev dışında bir uğraşı olacak, erkek eve gelip eşiyle birlikte bir şey paylaşacak. Kitap okuyacaksınız, seminerlere katılacaksınız. Erkeğin ve kadının ev dışında uğraşı olması lazım. Birlikte bir şey paylaşmaları lazım. nsan hep kendine yatırım yapmalı, ben kimim sorusuna cevap verebilmeli, bu dünyaya niçin geldim? Hayat amacı olan kadın ve erkekler mutlu olurlar. Para kazanmakla mutlu olunmaz. Kadınla erkeğin âşık olma süresinin farklı olduğunu yazıyorsunuz. O zaman aynı anda nasıl aşkı yaşıyorlar? Bu aşk dediğimiz şeyi cinsiyetlerin yaşamasını bekleyemeyiz. Bir kadın vücudunun her noktasında hissediyor. Kadının hormonları, tavırları başka. Erkek bir hoşlanıyorum, ben bunu sevmiyorum gibi konuşmamız lazım. Konuşmadığın şeyi nasıl yaşarsın? Bakın, aslında her şey yine kişide bitiyor. Aşkım Kapışmak (ortada). anda etkileniyor ama kontrolünü kaybetme korkusu var, kadın âşık olduğunda kendini bırakacağı bir his istiyor. Erkek yavaş yavaş ulaşacak ona. Aynı anda aynı yoğunlukta yaşayamazlar. Belki de beklememek lazım. Benim sevgimi gösterme şeklimle seninki aynı değil. Bu kişisel bir şey. Her insanın âşık olduğunda ihtiyaç noktaları açılır, bunlar dolmak zorunda. Ama aşkta cinsiyet aranmaz. Aşk cinsiyetsizdir. Ne kadın ne erkek olmaya çalışacaksın. Sadece anlamaya çalışacaksın. Üç dört kadına çıkış noktası olarak çilekli pasta bile versem saatlerce konuşabileceklerinden eminim. Erkekleri toplasam ne konuşurlar? Bunu ben standup’ta yapıyorum. Kadınlar yaratılıştan toplayıcı mekanizmaları gelişmiş. Erkeğin ise aktarma mekanizması. Kadınlar birlikte bir şey yapmayı severler, erkek öyle değil, erkeklerin sınırlı konuları var. Orada da ortak noktada buluşmuyorlarsa konuşmaz erkekler. En kolayı play station oynar, TV seyreder. Ayakkabı için, dün yaşadıkları olay için sohbet etmezler. Beyinlerinde bir mekanizma yok. letişim şeklimiz inanın çok farklı. Tanırsam kendimi ve karşımdakini, konuşurum. Sadece anlamanız lazım. Bu farklılık sorun değil. Akşam eve geldi kocanız, yarım saat bir durun. O yarım saat içinde kadın susacak, bir adam içine dönecek. Erkek de kadının çok konuştuğunu hissettiği anda bunun altını kazıyacak, neden çok konuşuyor, neye ihtiyacı var bakacak, görünmeyeni görecek. Bunu yapmak zorundasın. Bu yapay da olsa deneyecek, öğreneceksin. Her şeyi öğrendik. Tamam. Ne yapacağız şimdi peki? Doğru söylüyorsunuz. Ama şöyle diyeyim, erkek duygusal becerisini geliştirip paylaşmayı öğrenmeli, kadın da kendini geliştirmeyi öğrenmeli. G Aşkım Kapışmak, “Kadınlar Sağdan Erkekler Soldan” kitabında sağlıklı bir ilişkinin yolunu çiziyor. C M Y B C MY B