Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 13 ŞUBAT 2011 / SAYI 1299 Şükran Moral’in son performansı “Sevişelim” çok eleştirildi, çünkü... ATAOL BEHRAMOĞLU Akdeniz şair oğlunu yitirdi A kdeniz bu coğrafyada yaşayan bütün şairlerin annesi, sevgilisidir. Onun en has oğullarından birini geçen yılın 30 Kasımı’nda yitirdik. Kıbrıslı şair Fikret Demirağ’dan söz ediyorum. *** Fikret’le ne zaman nerede tanıştığımızı anımsamıyorum. Kıbrıs’ta mı, Türkiye’de mi? Herhalde Kıbrıs’ta olmalı. Fakat şiirlerimizle birbirimizi tanıyorduk kuşkusuz. Zaman zaman da çoğunlukla Kıbrıs’ta görüşüyorduk. Bende ondan kalan izlenim, mizahla karışık duygulu ve biraz da alıngan kişiliğiydi. Bu üç özelliği ben Kıbrıslı arkadaşlarımın hemen hepsinde görüyorum. Bu özellikler sanki Kıbrıs Türkçesinin kıvrımlarında da gizlidir... Türkçenin bu Kıbrıslı tadını çok seviyorum... *** Yazgı beni Kıbrıs’ın önce Güney’i ile tanıştırdı. Paris’teki sürgünlük yıllarımdan birinde bir davetle Güney Kıbrıs’a gitmiştim. O ziyaretten içimde silinmez izler kalmıştır. Türkiye’ye dönüşten sonra da Kuzey Kıbrıs’a sık sık yolum düştü. Fikret Demirağ’la tanışmamız bu Kıbrıs yolculuklarının ilkinde, 1990 başlarında olmalı. Şimdi düşündüğümde, bu görüşmelerimizde sanki hep eksik bir şey kalmış duygusuyla hayıflanıyorum. Bu yazı için şiirlerini daha bir dikkatle okurken üzüntüm çoğalıyor... Konuşacak, paylaşacak ne kadar çok şeyimiz olabilirmiş... *** Apansız, beklenmedik ölümü, bana yaşamın ve ölümün saçmalığını düşündürmüştü. Ama eninde sonunda bir düşünceydi bu... Şiirlerini daha yakın bir dikkatle okuduğumda ise Türkçenin nasıl seçkin bir şairini yitirmiş olduğumuzun algısıyla sarsıldım. Seçkin ve her şeye karşın bir ölçüde kenarda kalmış... Onun deyimiyle “merkez” (yani Türkiye) tarafından gerektiğince anlaşılıp değerlendirilememiş... Oysa şu anda elimin altında bulunan, “Günümüz Kıbrıslı Türk Şiirinden 20 Şair” adlı seçkide (Yasak Meyve Dergisi Eki, stanbul, Eylül 2008) kendi elleriyle seçtiği (Erotika, Alfa ve Omega, Kareler, Ölüm Şarkıları 1 ve özellikle de Tenruh’taki Dalga Sesleri) adlı şiirleri, sadece Kıbrıs’ta değil “merkez”de yazılan şiirler arasında da en üst düzeyde bir yerdedir... *** Seçkiye önsözünde Fikret Demirağ, Kıbrıs şiirini değerlendirirken “1974’ten beri süregelen travma kaynaklı acı ve hüzün duygusundan; kasıtlı bir ayrıştırma politikasının sonucunda yaşanmakta olan bir kimlik yitimi ile sosyal ve kültürel dağılmadan ve bütün bunlara karşı duyulan tepki ve öfkeden; protesto ve ironi barındıran politik bir tavır ve aphrodite / dionysos kültüründen de beslenen dolaysız bir erotizmden” söz ediyor... Bütün bunlar birlikte düşünüldüğünde Kıbrıs Türk şiirinin nasıl zengin ve karmaşık bir altyapıdan beslendiğini kavramak güç değil... Fikret Demirağ’ın burada sözünü ettiğim bütün şiirlerini sizlerle paylaşmak isterdim. Fakat ancak bir tanesiyle, nispeten daha kısa olan “Erotica”yla yetinmek zorundayım. Bu sevgili şaire, apansız ölümünden hemen sonra değilse de şiirlerini okurken akıttığım gözyaşlarımla çeleklenmiş sevgi ve selamlarımla... “Biz soyunurken içimizde de kuşlar dört döndü çığlıklarla. Sevişirken onlar da sevişti dışarda gök altında. Nar bahçede çiçek açtı, başaklar savruldu tarlalarda. ki tenin kokusu ve terbir yelkenli akıp durdu sularda. Sen gebeyken tarlalar sürülecek narlar irerecek dallarında.” G ataolb@cumhuriyet.com.tr Performansı “siz” tamamladınız! ESRA AÇIKGÖZ ırmızı kumaşlarla kaplı bir koridor, izleyicileri ortasında kırmızı bir yatak bulunan odaya götürüyor. Etrafı beyaz tüllerle çevrili bir yatağın etrafına toplanıyor seyirciler. Önce iç çamaşırları ve deri çizmeleriyle bir kadın giriyor içeri, ardından da ikincisi. Aslında bütün her şey bu ikinci kadının başının altından çıkıyor! O performans sanatçısı Şükran Moral. Beyaz tüllerle çevrili kırmızı yataktaki iki kadın önce öpüşmeye sonra da sevişmeye başlıyor. Seyircilerin bir kısmı daha o dakika terk ediyor odayı. Kalanların gözleri yerde, duvarlarda geziyor. Bu arada izleyenlerin suratları fotoğraf ve kamera çekimlerine düşüyor. Şaşkınlar, öfkeliler. O “kutsal” eylem, “cinsellik”, hele de iki kadın arasında geçen “sapkın” bir eyleme dönüştürülereknasıl olur da gözler önüne serilebilir böyle? Hangi cesaretle bu “teşhir”e ortak edilirler? Oysa hepimiz çoktan bu röntgencilik dünyasının bir parçasıyız, öznesi ve nesnesiyiz. Gazetelerde, televizyonlarda gözler önüne serilen, “meta” durumuna getirilmiş bedenler, internette tıklama rekorları kıran “frikikler”, her yanından “cinsel” imalar akan programlar cinselliğe dair takındığımız ikiyüzlülüğün en iyi göstergesi değil mi? Şükran Moral’ın performansı yüzünden ölüm tehditleri alması da bu riyakârlığın yüzümüze K Seks işçiliğiyle ilgili genelevdeki performansı. vurulmasından olsa gerek. Daha fazla uzatmaya gerek yok. Söz tehditlerden dolayı Türkiye’yi terk etmek zorunda kalan performansın sahibi Şükran Moral’da. Amemus performansını yapma düşüncesi ilk nasıl ortaya çıktı? Amemus, Latince bir söz, sevişelim demek. 70’li yıllara da bir gönderme aynı zamanda. Ama ironik anlamda, “Savaşma, seviş” sloganından yola çıkarak. Galerinin konumunu değiştirmek istedim, daha önce de bir müzeyi morga çevirmiş, genelevi Modern Sanatlar Müzesi’ne dönüştürmüştüm. Bu kez de galeriyi çok özel, ikili ilişkilerin yaşanacağı bir alana dönüştürmek, vücudumun sınırlarını zorlamak istedim. Bu performansı yapmaya karar verirken neleri düşündünüz? Kaygılarınız var mıydı? Evet, kaygılarım vardı ama sınırlarımı zorladım. Çünkü sanat tarihini yapanlar sınırları zorlayanlardan oluşur. Geçen hafta talyanların en büyük gazetesi Corriere della Sera’da, Bologna’da yapılacak sanat fuarıyla ilgili bir yazı çıktı. Konuyu özetlersem, bugünün 40 yaş altındaki sanatçılarının artık çok evcil işler yaptıklarını, ancak Jeff Koons, Damien Hirst, Cattelan, Tracey Emin, Marina Abramovic ve benim hâlâ tabuları yıkan, radikal işler yaptığımızı yazıyordu. Son performansım nedeniyle ölüm tehditleri aldığımı ve performansımın “sessuofobia ve misoginia’ya” karşı olduğunu da eklemişlerdi... Performansın bu kadar büyük tepkiyle karşılaşacağını düşünüyor muydunuz? Bu denli tepki alacağımı düşünmedim. 23 Ocak’ta talya’nın güneyinde elli bin nüfusu olan Matera isimli bir şehirde Türkiye üzerine yapılan bir sergiye, kongreye davet edildim. Türkiye’deki sanat ve kültür etkinliği üstüne konuştum. Sabah da sanat lisesinde ders verdim. Öğrenciler bile asla hiçbir işime çıplak olarak bakmadılar, sonuçta Katolikler ve sa’nın önünde dua ediyorlar; benim kendimi çarmıha gerilmiş sa şeklinde sunduğum Cristo (üstte) performansımı görünce protesto edebilirlerdi ancak asla böyle bir tepki almadım. Genelevdeki, hamamdaki işlerime de hiç çıplak filan demediler. Bu sadece kültür farkıyla ilgili. Aslında Türkiye’de toplumun şu andaki portresi bu ve kendilerini görmekten çok rahatsız oldu. Evet, çıplaklık sizin işlerinizde hep vardı. Kadın bedeni üzerine cesur işler yaptığınız halde diğer işleriniz böylesi hakaretlere, tehditlere varan tepkilerle karşılaşmadı. Bu performans nedeniyle ölüm tehditleri aldığınızı biliyorum. Bu seviyesiz, yersiz tepkilerde toplumun görmek istemediği kişileri, “öteki”leri sanata taşımanızın da etkisi var mı sizce? Şükran Moral yıllardır toplumsal sorunlar üzerine performans düzenliyor; cinsel sömürü, şiddet, namus cinayeti... Son işi “Amemus” yani “Sevişelim”de iki kadının cinselliği üzerinden, izleyicilerin cinsellikle ilişkisini gösterdi. Ancak çok eleştirildi, ölüm tehditleri aldı. Şimdi yurtdışında. Gerisini kendi anlatıyor. Bu sorunun cevabı ancak bir kitap olduğunda verilebilir. şin güzel yanı çoğu bu işi görmeden yargıladı. Magazin diline ve düz mantık düşünmeye alışmış bir sürü insan var. Burada “ihbar” etme ruhunu da okudum. Büyük biraderler her yerde işbaşında. Oysa Facebook’a, televizyondaki kadın programlarına bakın, teşhircilik en üst düzeyde. Ancak bunu sanatla anlatınca suç oluyor. Bu tür davranışsal sanat performansının amacı toplumun verdiği tepkiyle var olur. Performansı ben başlattım ama onlar tamamladı! Peki sizin bu performansla ulaşmak istediğiniz amaç neydi? Tabuları yıkmak ve yeni bir sanatsal deneyim. Performans sonrası sadece olumsuz tepkiler almadınız ama değil mi? Aldığım tepkiler içinde bu işin ruhunu benden bile iyi okuyanlar oldu. Demokratik toplumlarda bir sanatçının işini beğenip beğenmemek doğal haktır, söylersin ama onu rencide etmek, hakaret etmek, hedef göstermek, toplu bir histeri krizi yaratarak iktidara yalakalık yapmak, ne demek? Ölüm tehditleri nedeniyle resmi yetkililere başvurdunuz mu? Tabii ki başvurdum. Bir sonuç çıkmadı ki Türkiye’den gitme kararı aldınız? Tehditleri alınca terk ettim hemen. Bundan sonrası için planlarınız, projeleriniz neler? Performansınıza karşı oluşturulan bu linç ortamı, sadece sizi değil, pek çok sanatçıyı da etkileyecektir. Sanatçılarda bir otokontrol oluşmasına neden olacaktır. Sizin böyle bir kaygınız var mı, bundan sonraki işleriniz de otokontrolsüz hareket edebilecek misiniz? Tabii ki bu yaşadıklarım yapacağım işlere yansıyacaktır. Bu yaratılan linç ortamı “Vurun Kahpeye” romanını yeniden yaşattı. Ancak sanat tarihi ve tarih herkesi gereken yere yerleştirecektir. O nedenle benim ışığım sanat, o bana yol gösterecek. Şimdilik Avrupa’da işlerime devam edeceğim. G C M Y B C MY B