Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6 Dolapdere’de bir bina; iki katlı. Dışarıdan baktığınızda bir işyeri olduğunu düşünebilirsiniz. Ama orada farklı bir yaşam alanı kurulmuş. Bu bina, Sevtap Elmas’ın gün geçtikçe çoğalan kedilerine bakım için şimdilik bulduğu bir çözüm. Biliyor ki burası sayıları 170’i bulan kedileri için ideal bir yaşam alanı değil. Zaten çözüm de arıyor. Durun durun, hemen tepki vermeyin. Önce Sevtap Elmas’ın hikâyesini dinleyin. Kolu bacağı kopuk, yanmış, hastalanmış, sokağa bırakılmış, gözleri görmeyen, bizlerin yardımına ihtiyacı olan bu hayvanların yardım çağrısına kulak verin! Fotoğraflar: VEDAT ARIK 170 kedili, 18 köpekli akademisyen yapan kedisi için lohusa şerbeti yaptığını bilirim. Kamışlardan ya ben” demiş. O da bana güvendiği için iki yavruyu kapıma yapılan çamaşır sepetinin içinde anne ve yavruları yatar, gelen bırakmış. İşte hikâyenin başlangıcı bu.” Hikâyenin sonrası da komşularımız da şerbet içerdi.” Elmas, büyümeye başladıkça, farklı değil. Bir gün yolda giderken Osmanbey’de yerde arkadaş çevresi de artıyor. Hatta yatılı okulda okuyor, sosyal çırpınan bir kedi görüyor. Hemen veterinere götürmek çevresi genişliyor. Bunda hayvanlarla ilişkisinin de etkili istiyor. Trafik polisi diyor ki, “Uğraşma, koy kenara, ölür.” olduğunu söylüyor: “Hayvan besleyen çocuklar içe dönük Dehşete kapılıyor Elmas. Hemen alıyor kediyi. İşte bu da olmuyor. Sorumluluk, paylaşma ve sevgi kazandırıyor” diyor. üçüncü hayvanı oluyor. Uzun yıllar da yaşatıyor. Üç, dört Peki bir iki derken, nasıl mı arttı bu hayvanların sayısı? derken artıyor sayıları hayvanların. Köpekler de ekleniyor “Eskiden kentler bu kadar kalabalık değildi. Bu kadar araba, kedilere. “Hasta, yaralı, yanmış, yalnız ve ihtiyacı olan bu kadar beton da yoktu. Belediyeler hayvanlara savaş canlılara nasıl sırtımı dönebilirdim ki?” diyor Elmas o günleri açmamıştı. Herkes sahiplenirdi sokak hayvanlarını. anlatırken. Bu arada evlenmiyor. Hayatı Bu kadar mesele yoktu hayvanlarla ilgili” diyor. paylaştığı kişiler de hayvansever olduğu için Sonra ne mi oldu? Önce bizim yaşam alanlarımız sorun da yaşamıyor. Yıllar geçip gidiyor. Adı da ve hayat mücadelemiz önemli oldu. İşten eve çevrede hayvansevere çıktığı için sorumluluk giderken yolda gördüğümüz yaralı hayvanla almak istemeyenler, cami avlusuna yavrusunu ilgilenmek zul oldu çünkü yorgun ve yoğunduk! O bırakır gibi Elmas’ın ofisine ya da evine hayvan yaralıydı, çünkü hızlıca bir araba çarpıp, hayvanlarını bırakmaya devam ediyor. Hatta çok onu yolda yaralı bırakıp kaçmıştı. Bir candan öte tanınmış kişilerin dahi bırakıp, koşarak yetişmesi gereken “önemli” işleri vardı şoförün. O kaçtıklarını hatırladığını söylüyor Elmas. hayvan sokaktaydı çünkü hediye olarak “satın” Şimdi kedilerin sayısı 170’e, köpeklerin sayısı ZUHAL alınmıştı ama sahibi artık bakamadığına karar 18’e ulaşmış. Kolu bacağı olmayanı da var, körü AYTOLUN vermiş, sokağa bırakmıştı onu. Belki açtı ve de, son anda hayata döndürüleni de. Ama kolay üşüyordu ama çevre halkı da kapıya alışmasın diye mı bu kadar çok hayvana bakmak, tedavisini beslemiyordu onu. Belediyeye şikâyetler geliyordu, üstlenmek. Hiç değil! “Tuhaf bir şekilde sanki bir belediye de tek çare olarak “zehirlemeyi” biliyordu. Nasıl da görev verilmiş gibi hissediyorum. Ama artık bu sorumluluğu farkında olduğumuz bir kısırdöngü bu değil mi? Elmas, tüm bu tek başıma üstlenemiyorum, gücüm tükendi” diyor. ihtiyaç sahibi hayvanlara sırtının dönemeyenlerden. Başta, nasıl Köpekleri kendi evinin bahçesinde, kedileri ise kiraladığı bu kadar çok hayvanı besliyor diye şaşırdığım Elmas’ın hikâyesi iki katlı binada besliyor. “Neticede can bu. Atamazsınız, işte tam bu noktada değer kazanıyor. satamazsınız” diyor ama onlara bakabilmek için pek çok Elmas, başlarda bir kedi besliyor evinde. Çevresindekiler de şeyini satmak, kendi hayatından vazgeçmek zorunda kalmış. hayvan sevgisini biliyor. Makul sınırı aşmaya nasıl başladığını Deponun kirası, hayvanlara aldığı en kaliteli mamalar, kum anlatıyor bize: “80’li yılların ikinci yarısında, bizim apartmanda ve ilaçlar ile hayvanların dört bakıcısının maaşı. Buna bir de oturan bekâr bir kadın vardı. Küçücük yavru bir kedi bırakmış veteriner tedavi ve ameliyat masraflarını ekleyin. Varın siz kapıma. Evimdeki kediyle anlaşamadıkları içindiğerini ofise hesaplayın… O da uzun zamandır farkında, ama şimdi çok götürdüm. İkinci gece kapımda bir kedi sesi daha. Bu kez daha ciddi bir şekilde “Bu böyle olmuyor” diyor. Hayvanların merak ettim, araştırdım. Kadının birlikte olduğu bey, “ya kediler daha sağlıklı yaşayabilmeleri için daha rahat bir ortam Bir bıçağın sırtındayım sanki “Sevdiği şeyi yapan insan özgürdür. Ben sevdiğim işi yapıyorum ayrıca sosyal sorumluluğumu yerine getiriyorum. Aç bir hayvanı doyurunca mutlu oluyorum. Hayvanlar için bu kadar masraf yapmasaydım, belki dünyayı dolaşmak isterdim. Ama isteklerin de sonu gelmez ki! Ben artık hayvanlarla ilgili kalıcı ve sağlıklı çözümler üretmek istiyorum. Tabii ki her birinin ölümü bende büyük yara. Üzülüyorum. Ama birini bile kurtarabilsem seviniyorum. Şu an şartları hiç iyi değil. Bir bıçağın sırtındayım sanki. Daha geçen gün, evimin oradaki dört yavruyu köpekler boğmuş. Şimdi o annenin göğüslerindeki sütü indirmek için antibiyotikli tedavi uyguluyoruz. Sırtına kadar şişmişti göğüsleri.” evtap Elmas akademisyen, aynı zamanda iç mimar. Onunla, hazırladığım “İyilik Eziyet Olmasın” haberi aracılığıyla tanıştık. Evde sayıları 2030’u geçen hayvan besleyen insanların aslında bu hayvanlara zarar verdiğini, onlara yeterince iyi bakamadıklarını anlatan bir haberdi bu. Görüş aldığım psikolog Özge Altan Aytun, aşırı evcil hayvan biriktirmenin literatürde bir hastalık olarak yer aldığını belirtiyordu hatta. Elmas, bu haberle ilgili görüşmek istediğini söylüyordu. Buluşuyoruz. Kaç hayvan beslediğini soruyorum önce, yanıtı epey şaşırtıcı: “170’e yakın kedim, 18 köpeğim var. Artık bu işin içinden çıkamıyorum. Dibe gidiyoruz hep birlikte. Özel yaşam alanları, onlarla ilgilenen bakıcıları var ama yetmiyor. Onları doğayla buluşturabilmek için bir arazi tahsis edebilmek istiyorum. Ancak yerel yönetimlerden duyarlı bir geri dönüş alamıyorum. Tek umudum, hayvanların da insanlar gibi yaşam hakkı olduğunu düşünen vatandaşta.” Elmas, keyif olsun diye bu kadar çok hayvana bakmıyor. Bahçesine atılan yavru kedilere bakmaya çabalamış, yanmış halde yol kenarında yatan, herkesin yanından geçip gittiği hayvanı yaşama döndürmüş, arabanın altından çıkarmış kimisini, kimisini kolu bacağı kopmuşken yetiştirmiş veterinere. Bugüne dek hepsine en iyi bakımı sağlamış ancak artık desteğe ihtiyaç duyuyor. Yine görmezden duymazdan gelecek misiniz? Gelin önce Elmas’ın hikâyesini dinleyelim… “Çocukken yazları bahçeli evde otururduk. Bu kadar çok doğurmazdı kediler. Ama yine de her doğumda bizim bahçeye atılmış yavruları görürdük. Ev bahçeli olunca, her yer de kedi olmuştu. Doğum günlerimde yalvarırdım anneme, bu kediler benim hediyem olsun diye.” Çocukluğuna dair birkaç kare geliyor aklına. Elmas’ın astımı nedeniyle anne babası onu hayvanlardan uzak tutmaya çalışmış. Oysa annesi de babası da hayvanları çok seven, duyarlı insanlarmış. Hatta Elmas’ın annesi de gençliğinde bol kedili bir evde yaşamış. Ancak Elmas’ın astımı onları evin içinde hayvan beslemekten uzaklaştırmış. “Biz, iki kız kardeşiz, bir de ablam var. Bizim ailede herkes hayvansever. Hatta öyle ki annemin doğum S Kimseye güvenemiyorum “Şimdi İstanbul, İzmir değil de başka bir şehirde arazi tahsis edilse ben de onlarla giderim. Bizim gibi geri kalmış ülkelerde iş disiplini konusunda saygı yok. Güvenemem kimseye. İçim rahat etmez. Dili yok ki o hayvanın, yaşadıklarını sana anlatsın. Çaba ve emek gerek. Çok güvenilir, Avrupa’daki barınaklar gibi olsa, ne âlâ. Gözüm arkada kalmaz. Ama bir mesele varsa ortada, çözmeyi istemek gerek önce. Belediyelere bunu hatırlatmak isterim.” Şiddet de gördüm, dava da açtılar “Siz şimdi neden istiflediniz bu hayvanları diyorsunuz. O zaman sokakta yaşama şansları hiç yoktu. Bir su kabı yüzünden kolumdan tutulup fırlatılıp atıldım kenara. İki kez dava açtılar. Ama mecburduk da. Sakat, kör ve sokağa atılmış hayvana sırtımızı mı dönseydik? Şimdi soruyorsunuz bana: “Hepsi sağlıklı bakılıyor, mutlu yaşıyor olsalar, siz yalnız yaşayabilir misiniz?” diye. İnanın omzumdan büyük bir yük kalkar. Çok da güzel yaşarım. Ama bu öyle bir sorumluluk ki şu an sizin söylediğiniz fantezi kalıyor.” sağlamak istiyor. Görüşmeyi dahi başaramadığı yerel yönetimlerden destek bekliyor. Arazi tahsisi sağlayabilirse oksijeni bol, doğada bir yaşam alanı verebilmek istiyor. “Çünkü bu, yasada var” diyor, “Dernek olmanıza gerek yok. Vatandaş olarak olağandan fazla sokak hayvanı bakıyorsanız, arazi tahsisi sağlanır. Ama bu rant meselesi yüzünden bu konuda başarılı olamadık.” Bahçe duvarıyla koruma altına alacağı bir alanda ve köpek barınağı mantığında kedi evleri de yaptırmak istiyor. Sadece bu da değil. Gıda takviyesi bile önemli. Kimbilir, bir mama sponsoru olsa, yükü biraz da olsa hafifleyebilir. Var mı Elmas’ın yardım çağrısını duyan? G ATAOL BEHRAMOĞLU Biraz eğlenmek... lkemizde ve dünyada kapkara günler yaşanmaktayken arada bir de olsa biraz eğlenmeye, gülümsemeye, hatta belki kahkahalarla gülmeye hakkımız yok mu? Hele bizim ülkemiz Türkiye’de iç daraltıcı olayların yanı sıra komiklikler de eksik olmuyor. Bunlardan biri, Rizeli bir yurttaşımızın başına gelenler. Haberi veren gazetede, 54 yaşında olduğu belirtilen bu yurttaşımızın, pembe renkli boyun bağı, dazlak başını az çok dengeleyen bıyıkları, ağlamaktan kan çanağına dönmüş gözleriyle bir fotoğrafı da yer alıyor. Haber başlığını azıcık sansürleyerek verelim: “Valilik duvarına küçük gereksinimini yaptı, polisten tokat yedi!” Olayın öyküsü, olay kahramanının (daha doğrusu kurbanının) kendi anlatımıyla şöyle: “Yatsı namazını kıldıktan sonra mey Ü hanede içki içtim. Eve dönerken Valilik duvarı kenarına bir eylemim oldu. Birisi görmesin diye de yola arkamı döndüm. Sonra nöbetçi polis memurunun bağırarak geldiğini fark ettim. Ben de memur kimliğimi çıkardım ve polise göstererek ‘Bir hata yaptım. Bağışlayın’ dedim. Aramızda bazı konuşmalar da geçti. Sonra 10’a yakın polis etrafımı sardı. Onlardan biri elini omzuma koydu. Aniden yüzüme tokat atınca yere düştüm. O anda ağlamaya başladım. Bunun üzerine beni bıraktılar.” *** Abarttığımı düşünenler olabilir. Fakat yukarıdaki metin pek çok bakımdan (yazınsal, toplumsal, dilbilimsel, psikolojik vb.) paha biçilmez bir değer taşıyor… ataolb@cumhuriyet.com.tr www.ataolbehramoglu.com.tr C M Y B C MY B Nasıl mı? İrdelemeye çalışalım… Yatsı namazı ve meyhane... Ülkemizde camiye giden hiç kimse meyhaneye adım atmaz ya da meyhaneye giden camiye uğramaz, diyebilir miyiz? İşte başlı başına bir toplumsal inceleme konusu… Bir sonraki cümlede “eylem” sözcüğünün kullanılışına bayıldım… Doğal bir gereksinimin giderilmesi ancak bu kadar kibarca dile getirilebilir… (Haber başlığını atan gazeteci arkadaşlar bundan ders çıkarmalılar!) İzleyen cümleye bakalım… Kimse görmesin diye yola arkasını dönmüş… Ya dönmeseydi!.. Yurttaşımızın, valilik duvarına dönük “eylem”ini savunmak için bulduğu gerekçe, herkesle dalga geçmek gibi bir kastı yoksa eğer, olağanüstü bir soyutlama ve zekâ ürünü… Hemen ardından, bağırarak gelen polisi görünce o da memur kartını çıkarıyor. O kafayla bile, iskambil oynarken bir karta karşı eşdeğerde bir kart çıkarmak gibi bir marifetlilik.… “Aramızda bazı konuşmalar da geçti..” Bu cümleye bayıldım. Acaba nasıl konuşmalardı? Bir roman ya da öyküde böyle üstü kapalı bir cümle, ancak usta yazarlara özgüdür. Siz şimdi benim alay ettiğimi düşünüyor olabilirisiniz ama inanın ki çok ciddiyim. Derken 10’a yakın polisin çıka gelmesi... Nereden çıktılar, nasıl bir anda toplandılar? Yoksa bir polis devletinde mi yaşıyoruz? Eli omza koymak ve aniden yere düşürücü tokadı patlatmak… Judo, tekvando vb. dövüş sporlarından birine özgü bir bilgi… Bizim insanımız genellikle dövüşmeyi bilmez… Tıpkı dans etmeyi ya da yüzmeyi bilmediği gibi… Pistler aynı müzikle oynarken hiçbirinin hareketi ötekine benzemeyen çiftlerle; denizler, kaldıysa eğer deniz canlılarını dehşete düşürecek bir çırpınmayla kollarını ve bacaklarını suya çarparak yerlerinde sayan yüzücülerle doludur. Dövüşürken de insanlarımız kafa kol birbirine dalar, olmadı sopaya, o da olmadı mı bıçağa, baltaya, tabancaya davranırlar. Oysa, ne de olsa dövüş eğitimi almış polis memurunun tokat atışındaki zarafet ve ustalığa bakın! Sol elinizi kurbanınızın sağ omzuna usulca koyuyor, siz onun sizi sevdiğini, arkadaşça filan bir şeyler söyleyeceğini sanırken o sizin omzunuzdan aldığı destekle, sağ eliyle yere düşürücü tokadı patlatıyor! Ya da solaksa, tersi… *** Gelelim ağlamak konusuna… Rizeli yurttaş elbette ağlayacak… Hem aldatılmış, hem canı yanmış, hem aşağılanmış… Tabii ki “o anda” ağlamaya başlıyor… Ağlamanın o anda olması da ayrıca önemli… Sıradan yurttaştan en tepedeki siyasetçiye kadar her an ve özellikle de kameralar önünde gözyaşı dökmeye hazır insanlar olarak, başkalarının gözyaşına karşı da yufka yürekliyizdir. Söz konusu “eylem”in kahramanı yurttaşımız da bunu içgüdüsel olarak bildiğinden yere düştüğü anda ağlamaya başlıyor ve polisler de “bunun üzerine” onu bırakıyor… *** Yazıyı güleriz ağlanacak halimize diye bitirebilirdim ama yukarıdaki metnin yazınsal, duygusal, içeriksel zenginliği karşısında bu söz yavan kalacak… G