Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 MAYIS 2010 / SAYI 1258 11 Ülkü Duru için oynamak kendiyle ve dünyayla yüzleşmek demek. Her oyunda gerçek olmayı önemsemesi belki de bundan... Sahteyseniz ‘oyun’dan atılırsınız ünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir çocuk parkı... Kavgaya tutuşmuş iki çocuk... Onlara “doğru”yu göstermek için araya giren aileler... Bir barış toplantısı... Ülkü Duru’ya 15. Sadri Alışık Ödülleri kapsamında müzikal ya da komedi dalında Yılın En Başarılı Kadın ESRA Oyuncusu ödülünü getiren “Vahşet AÇIKGÖZ Tanrısı” oyunu işte bunu anlatıyor; çocukları kavga eden iki ailenin “medeni” şekilde sorunu çözme çabalarını! Sonucu, Devlet Tiyatrosu’ndaki oyunu izleyip öğrenebilirsiniz. Ama önce, bu oyunun bizimle tanışmasını sağlayan, canlandırdığı karakteriyle ödül kazanan, 20 yıllık oyunculuk hayatına onlarca oyun sığdıran Ülkü Duru’ya kulak verelim... Sahneyle tanıştığında daha çocuktu Ülkü Duru. Ortaokulda Devlet Tiyatrosu’nun bir oyununda hem oynadı, hem dans etti. Eğitimini aldığı balenin yerine oyunculuğu seçmeye de o zaman karar verdi. “Bir karakteri canlandırmak çok cazip geldi. Bale eğitimim bittikten sonra tiyatro okuyup tiyatrocu olmak istediğimi anladım. Türkiye’de tiyatro yaparsam, daha iyi şeyler yapabileceğimi, daha mutlu olacağımı düşündüm. Çünkü Türkiye’de dansçı olmak daha zor. Ben, yapılan işten mutlu olunması gerektiğine inanıyorum. Türkiye’de lüks biraz bu ama” diyerek anlatıyor o yılları. Konservatuvarı bitirip yeniden Devlet Tiyatrosu’nun merdivenlerini tırmanırken 20 yılını orada geçireceğini bilmiyordu Duru. Bu yıllara onlarca oyun sığdırdı, sinema filmlerinde rol aldı. Zaman zaman televizyonda da göründü, ama ille de içine sinen projelerde. Şimdi “Mükemmel Çift” dizisinde, kendi ayakları üzerinde durabilen, ama acılarının üstesinden alışverişle gelmeye çalışan, kanal sahibi bir kadını canlandıracak. Bir sitcom bu. Şimdilik kesin tarihi belli değil, ama yakında bizleri güldürmek için çıkacak ekrana. Yine de tiyatro başka Duru için... Üstelik pek çok oyuncunun aksine, Devlet Tiyatrosu’nda da istediği rolleri oynama şansını yakalamış. “Özellikle son on yıldır sadece istediğim projelerde çalışma imkânı bulabiliyorum. Çünkü D genelde projeleri sunan ben oluyorum. Sanırım Devlet Tiyatrosu’nun bana bu imkânı vermesinin nedeni, yaptığım oyunların çok seyirciyle buluşması. Bu konuda şanslıyım” diyor. Tabii bunun için bir tiyatro sahibi gibi çalışıyor; oyun araştırıyor, oyunun faydalı olup olmayacağını inceliyor, rejisör buluyor... Yine de şikâyeti yok, çünkü işini nerede yaparsa yapsın en iyisini yapmak istiyor. Vahşet Tanrısı’yla aldığı ödül de bunun kanıtı değil mi? Oyun şu an dünyanın hemen hemen her yerinde oynuyor; New York’ta, Londra’da, Berlin’de, Roma’da, Belçika’da ... Ülkü Duru'nun yolu bu oyunla iki sene önce Paris’te kesişmiş. Onu niye mi Türkiye’ye getirmek istemiş? “Dünyanın her yerinde çocukları birbirini dövmüş aileler var. Yani evrensel bir konu, bizim toplumumuza da çok uygun. Bu iki aile, ‘Biz medeni insanlarız, çocuklarımızı barıştıralım. Medeni bir şekilde bir toplantı yapalım’ diyor. Ancak toplantı hiç medeni bir şekilde bitmiyor. Aslında günümüz insanını, medeniyeti, evliliği, kadınerkek ilişkilerini eleştiren bir oyun. Beni bu oyunda en çok mutlu edense, her sınıftan seyircinin memnun ayrılması” diyor. Bu başarıyı, oyunun yazarına Yasmina Reza'ya bağlıyor Duru. Başarı demişken, onun için başarı çok tanınmak ya da ünlenmek değil, seyircinin oyunla ilgili düşündüğü ve “Ya ben de böyle bir şey yaşamıştım” deyip hayatını ve çevresindeki kişileri oyundan sonra sorgulamaya başladığı zaman, “Evet, bu oyun başarılıdır” diyor. Çünkü tiyatro yaparken bir şeyler anlatmak gibi bir derdi var. Tiyatronun az ilgi gördüğü eleştirilerine de katılmıyor Duru. Aksine, iyi bir dönemden geçildiğini düşünüyor, kurulan yeni gruplar, genç oyuncu ve yazarlar... Tek eksik maddi yönden yeterli desteğin olmaması. Duru'ya göre insanlar artık televizyondan sıkılmaya başladı. Fırsat bulup gittiği oyunların dolu olmasını buna kanıt gösteriyor. Yeter ki, bugüne hitap eden, iyi oyunlar çıkarılsın. “Çok demode, eski şeyler yapılınca insanlar izlemiyor” diyor, “Ben de izlemiyorum, sıkılıyorum. 2030 yaşındaki bir gence oyunumu izlettirebilmem için çağımıza ayak uydurmalıyım. Ben ağır ağır, anlamadığı bir dilden konuşursam ne yapsın beni”. Ülkü Duru “Bay Hiç”te... BAY HİÇ FESTİVALDE... Haziran’da İstanbul Uluslararası Tiyatro Festivali’nde başka bir oyunla daha çıkacak karşımıza Duru; “Bay Hiç”. Mart ayında Paris’te Fransızca oynadığı bu oyunu festivalde Türkçe olarak eşi İştar Gökseven ile sahneleyecek. Rejideyse, Kerem Ayan var. Sabahattin Kudret Aksal'ın yazdığı oyunu 67 Haziran’da Üsküdar Tekel Sahnesi'nde oynayacak. Ülkü Duru’ya ödül getiren oyun “Vahşet Tanrısı”ndan bir kare... Oyunu Fransızca olarak Barselona'da, seneye de tekrar Paris'te oynama ihtimali de var. Sahneye adımını atarken en çok, karakterine haksızlık yapmaktan korkuyor Duru. “Hiçbir zaman oynayacağım oyunun karakterini yanlış yorumlamak istemem” diyor, “Çünkü sağlam tekstlerdeki yazara çok saygı duyuyorum. Yazar uzun bir düşünme sürecinden sonra o metni yazmış. Tabii ki oyuncu olarak onu ister istemez değiştiriyoruzdur biraz. Yine de oyunda anlatılan hikâyenin, olay örgüsünün yanlış bir şekilde seyirciye aktarılması çok büyük bir korku benim için”. Diğer korkusu ise, sahnede “trak” gelmesi. O da ne mi? Bulunulan yerin, anın, yapılanın, denilenin unutulduğu durumdan bahsediyor. Mesela? “Herkes yaşamıştır bunu. İki üç saniye sürer, seyirci bir şey anlamaz. Ancak biz oyuncular, ter akıtırız. Çünkü neredeyim ben, ne yapıyorum, ne diyeceğim diye düşünürsün, çok korkunç bir andır”. Onu en çok yoransa, sahnede seyirciyle yaşadığı alışveriş aslında. Bu bir şikâyet değil, ama seyircilerin toplu olarak birbirlerini etkiledikleri de bir gerçek. Söz Duru’da: “Donuk bir seyirci varsa hepsi donar kalır. Çok neşeli bir seyirci vardır, o coşturur salonu. Bazısı uyur, bazısı çok iyi dinler. Onların bütün elektriği size geçiyor aslında. Asıl yorgunluk o, bence. Hem zor, hem zevkli”. Oyuncunun her rolde kendiyle yüzleşmesi de zorluğun ve zevkin devamı Duru için. Sahnede göründüğü kadar kendi, oynadığı kadar kendi değil Duru, “Sonuçta ben oynuyorum o rolü, muhakkak ki benden bir şeyler var. Bazen oynadığınız karakterle, kendiniz arasında gidip gelirsiniz” diyor, “Eğer gerçekten bu işe kafayı takmış biriyseniz, kendinizle ilgili sorgulamalar da başlıyor. Bazen kendinizi de yakaladığınız oluyor. Bu güzel bir süreç. Bir nevi, kendini sorgulama, yenileme, insan üzerine daha çok düşünme biçimi aslında tiyatro. Bizim her gün çıkıp oynamamız, bir anlamıyla bir terapi, bir hesaplaşma, bir yüzleşme. Kendinizle yüzleştiğiniz gibi seyirciyle de yüzleşiyorsunuz. Seyirci sahte olan her şeyi hemen görüyor. Onu kandıramazsınız. Bence yaşamda da öyle”. G Dünyanın tiyatrosu İstanbul’da Hayatın konuşulmayan anları SİNEM DÖNMEZ ir oyun düşünün. Sahnede tek bir puf. Dışarıdan verilen ses kayıtları haricinde oyunculardan hiç ses çıkmıyor. Kimse konuşmuyor ama duyuyorsunuz diyalogları, sahnede hiçbir şey yok ama sesleriyle var. Oyunun yönetmeni Ridade Tuncel, bu kez oyunlarda dışarıdan gelen sesleri oyunculukları süslemek için değil, oyunun ortasına koymuş. Normalde bir arada olması gereken oyunculuk ve sesleri birbirinden ayırmış Tuncel, sonra da birleştirmiş. Ortaya apartmandaki günlük hayatlar çıkmış. Tuncel’in ilk uzun oyun yönetmenliği Apartman. Ridade Daha önce kısa oyunlar Tuncel. tasarlayarak ilk yönetmenlik adımlarını atmış. Önce seyirciyle ne paylaşmak istediğini yapılandırmış kafasında. Tüketim toplumunun nesnelerle ilişkisini gözlemliyormuş uzun zamandır. Nesnelerin B kendi değerlerinin üzerinde anlamları olduğunu, bu anlamların üzerinden ilişki kurduğumuzu düşünüyormuş. “Artık tüketim toplumu haline geldik. Bunun farkında olarak bu çarkın içindeyiz, ben bunu eleştiriyorum ama bunun içindeyim. Başarılı bir hayat için tanımlar ve kıstaslar var; başarılı evlilik, başarılı çocuklar, iş hayatı, güzel bir ev, güzel bir araba. Bir kereyle de bitmiyor, ölene kadar başarılı bir tüketici olması gerekiyor insanın. Nesnelerle ilişkimiz artık onların gerçek değerleri üzerinden değil, onlara atfettiğimiz ikincil değerler üzerinden işliyor. Bunun altını çizmek istedim” diye anlatıyor. sinemdonmez@cumhuriyet.com.tr C M Y B C MY B Tuncel’in oyunu tasarlarken yola çıkışında varmış metin kullanmadan nesneler üzerinden bir performans yapmak. Sonunda nesnelerin hiç olmadığı ama sahnede garip bir gerçeklikle var olmaya başladığı bir şeye ulaşmış. Apartman’da Tuncel’in deyimiyle hayatın konuşulmayan anları var. Hani o tek başımıza uyandığımız duvarlar arasında bir başımıza geçirdiğimiz saatler, mahrem anlarımız, birinin aramasını beklerken bir şişe şarabı devirdiğimiz ya da koca günü hiçbir şey yapmadan televizyon karşısında geçirdiğimiz anlar. Tuncel de gelenekselliğin dışına çıkmak istemiş. Genelde diyaloglar üzerine kurulu olan sahneye konuşmadığımız anları koymak istemiş. Gün içinde sürekli tekrarladığımız hareketlerin anlamsızlığını taşımak istemiş sahneye. “İçinde bulunduğumuz bir rutin var. Eleştiriyoruz ama bunu yaşıyoruz. Dekor ve kostümlerle seyretsek son derece makul olacak bu tabloyu nesneler olmaksızın gösterdiğimizde bunların anlamsızlığı bir parça daha su yüzüne çıkıyor” diyor. Sahnede ilk deneyimini yaşayanlar da var, profesyonel oyuncular da. Sekiz ay sürmüş oyunun çalışmaları. Ses kayıtlarını hep birlikte yapmışlar, kayıtlardaki sesleri kendi evlerinde, gerçekten o aksiyonları hayata geçirerek yapmışlar. Büyük bir konsantrasyon gerekiyor diyorum, Tuncel de “Evet” diyor, “Aynı ip cambazlığı gibi. Orada bir role bürünmüyoruz. Gerçekten o hareketi yapıyoruz. O konsantrasyon kaçınca senkronu da kaçar oyunun” diye anlatıyor hassasiyetlerini. Bazı sesleri birbirinin yerine kullanmışlar oyunda. Seyirciyi özellikle zorlamak mı istediniz diye sorunca, “Bizimle keşfetmesi, bize katılmasını seviyorum seyircinin. İlk 15 dakikası oyunu anlamaya çalışmakla geçiyor seyircinin. Ama sonra bizimle aynı patikada yürümeye başlıyor. Bizi takip etmelerini istiyoruz sonuna kadar. Bunun da zaten her oyunda olması lazım diye düşünüyorum” diyor. G stanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetmenliği’nin koordinasyonundaki Üniversiteler Tiyatro Şenliği, bugün başlıyor. Açılışı yakalamak isteyenler Atlas Sineması'nda saat 21.00’de yapılacak performansa bekleniyor. Yine de telaşa mahal yok, “Yaşamak için tiyatro şart!” sloganıyla yola çıkılan şenlik, 16 Mayıs'a kadar sürecek. 3 Mayıs Pazartesi günü saat 16.00’da, Atlas Pasajı önünden yola çıkacak olan şenlik korteji, Tünel Meydanı’na kadar coşkulu, sazlısözlü bir yürüyüş gerçekleştirecek. Kortej kapsamında İstanbul Bilgi Üniversitesi Performans Sanatları Bölümü öğrencileri “Postmodern Ortaoyunu” adlı bir performans sergileyecek. Şenlik kapsamında, Avrupa üniversitelerinden tiyatro grupları da ağırlanacak. Avrupa’dan 14, Japonya’dan 1 ve Türkiye’den 36 tiyatro topluluğu İstanbul'un dört bir yanında gösteri sergileyecek. Üstelik hepsi de ücretsiz. Şenlik kapsamında, iki günlük İstanbul 2010 Uluslararası Tiyatro Eğitimi Buluşması Sempozyumu ve 15 atölye çalışması da yapılacak. Sempozyuma, Uluslararası Üniversite Tiyatroları Derneği (IUTAAITU) Başkanı Profesör JeanMarc Larrue ve aralarında Türkiye’den Profesör Dikmen Gürün’ün de yer aldığı çeşitli eğitimciler ve tiyatro uzmanları katılacak. Şenlik, Işıl Kasapoğlu, Berkun Oya, Derya Alabora, Kemal Yiğitcan, Mustafa Kaplan ve Teresa Brayshaw gibi birçok profesyonel tiyatrocuyu da gençlerle buluşturacak. Avrupa üniversiteleri arasında sanatsal işbirliklerinin kurulması ve ortak prodüksiyonların ortaya çıkarılmasını amaçlayan şenliğin gelecek yılki planı belli; 2011’de “Dünya Üniversiteleri Tiyatro Şenliği”nde buluşmak… G Ayrıntılı bilgi için: www.istanbul2010.org / www.utfist.org İ