16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

14 24 OCAK 2010 / SAYI 1244 Ankara’dan samimi bir ses DENİZ ÜLKÜTEKİN ecegece, “Duymadın mı?” isimli ilk albümünü bu yıl çıkardı. 1998’de Gökçe Bayrakçeken ve Murat Tüzel tarafından kurulan grup, 2005’te bugünkü kadrosunu ve müzikal tarzını yakaladı. Sıkı müzik takipçilerinin 2006 Roxy Müzik Günleri’nden de hatırlayacağı Gecegece ilk klibini de Rana isimli şarkısına çekti. Gecegece’yı oluşturan Ankaralı müzisyenler artık görünür olmalarına karşın henüz şehirlerini terk etmeye niyetli değil. Çünkü anlattıkları hikâyelerin tüm dekorlarının Ankara’da olduğunu biliyorlar. Grup elemanlarını tanıyabilir miyiz? Müzik hayatınız nasıl başladı? Sibel Emek Ortaç: Grubun solistiyim. Küçüklüğümden beri müziğin içindeyim. Babamdan gitar dersi almaya başladım, piyano ve basgitar da çalıştım. Berlin Metrosu ve Türkiye’nin güneybatı sahilleri dahil olmak üzere pek çok mekânda çaldım, söyledim. En çok da babamla birlikte caz standartları yorumladık, yorumluyoruz. 2005’ten beri Gecegece’deyim. Murat Tüzel: Yirmi yılı geçti, beste ve icra gruplarında çalıyorum. Değişik tarzlarda projelerde yer almaya gayret ettim. İlgimi çekmeyen bir müzik türü yok. 1998’den beri öncelikli müzikal uğraşım Gecegece. Gökçe Bayrakçeken: Gitarı elime aldığımdan beri şarkı yazıyorum. 1998’den beri Gecegece ile uğraşıyorum. Özgür Sarı: TRT Ankara Radyosu Çocuk Korosu beni müzikle tanıştırdı. Sonra piyanoya başladım, Gazi Üniversitesi’nin müzik bölümüne girdim. Gecegece de aradığım müzikal birlikteliği buldum. Alper Sarıoğlu: 14 yaşımdan beri gitar çalıyorum. Çok çeşitli icra gruplarında çalıştım. Ankara’da pek çok mekânda sahne aldık. G “Saçlarını kestir kısacık çık dışarı görsün şehir istersen bize gel bira da getir” diyecek kadar samimi olan bir grup Gecegece. Grup elemanları yıllardır müziğin her evresinden geçmiş. Şimdi biriktirdikleri hikâyelerini anlatıyorlar... Şarkılarınız genel olarak çok samimi ve sıcakkanlı bir hava içeriyor. Bu vokal tarzından mı kaynaklanıyor yoksa grubun genel havası müziğe mi yansıyor? M. Tüzel: Biz samimi bir grubuz gerçekten. Artık kendimize ait bir tarzımız var ve bunu olduğu gibi dinleyenlere aktarmak istiyoruz. Ö. Sarı: Bence de grubun genel havasında bu samimiyetin varlığından söz edebiliriz ve su gibi duru bir vokal bu samimiyeti güçlendiriyor. S.E. Ortaç: Her ikisi de olabilir. Şarkılar zaten samimi, içine vokalin tarzı da girince gayet sıcak ve keyifli bir sound ortaya çıkabiliyor. Şarkıların ortaya çıkışı sırasında sözlerle ilgili nasıl bir çalışma yaptınız? Ortaya çıkan hikâyeler sizden, yaşadığınız şehirden pasajlar içeriyor mu? G. Bayrakçeken: Şarkılar yaşadıklarımızdan, hayatın basit sıkıntılarından ve bunların içindeki derin durumlar gibi çok çeşitli kaynaklardan besleniyor. Şarkıları yazarken söz ve melodi birbirinden ayrı gelişmiyor. Her ikisi de birlikte oluşuyor. Geriye bunların hikâyesini iz lemek kalıyor. Ankara’ya gelince hikâyelerin gerçekleştiği sahnenin dekoru kesinlikle bu şehir. Rana şarkısının özel bir hikâyesi var mı? G. Bayrakçeken: Ben iki gerçek Rana tanıdım. İkisinin de “saçlarını kestir kısacık” durumu vardı diyebilirim. Bunun ne demek olduğunu kadınlar hemen anlar. Ama aslında ikisi de doğrudan bu şarkının Rana’sı değiller. Murat onun anılarında da benzer bir durumun olduğunu ve bunu bana anlattığını söylüyor ama ben bir türlü hatırlayamıyorum. İlerde müzikal kariyeriniz için İstanbul’a taşınmayı bir zorunluluk olarak görüyor musunuz? S.E. Ortaç: İstanbul’a taşınmak benim hayalim değil ama işler çok yoğun olup, İstanbul’da olmamız gerekiyorsa o zaman buna bir çözüm bulmak gerek. Ö. Sarı: İstanbul’da yaşamayı zorunluluk olarak görmüyorum. İyi ve samimi bir müzik için mesafelerin önemli olmadığı görüşündeyim. M. Tüzel: Henüz hiç böyle bir planımız yok. Zaten çalıştığımız şirket de Ankara’da. Göz önünde olmak için İstanbul’da olmak gerçekten büyük bir avantaj. Fakat bizi özel yapan şeylerden biri de Ankaralı olmamız. Müziğimizi samimi bulmanız da bununla ilgili belki. G. Bayrakçeken: Doğrusu benim yerimden kımıldamaya hiç niyetim yok. Türkiye’de müzikal anlamda kentlere yönelik farklar olduğunu düşünüyor musunuz? M. Tüzel: İstanbul ve Ankara hakkında konuşabilirim sadece. Bir Ankaralı müzisyen olarak bazı “İstanbullu” işlerde ilk dikkatimi çeken şey, genellikle prodüksiyonlara girişilirken önceden bir “model” belirlenmesi ve yapılan işin bu modele oturtulmaya çalışılması olmuştu. Ankara’da ise bu işin ticareti İstanbul kadar gelişmiş olmadığından olsa gerek yöntem İstanbul kadar yaygın değil. A. Sarıoğlu: Türkiye’de müzikal anlamda kentlere yönelik çok büyük farklar olduğunu düşünmüyorum. İstanbul’un avantajları olduğu gibi Ankara’nın da avantajları var. Kendi iç dünyanıza daha fazla dönebiliyorsunuz. G Sanat adamı Louie Austen sahnede... ŞİRİN GÜVEN “Sanat bir ölüm kalım meselesi olmalıdır, aksi takdirde sanat olmaz zaten” felsefesiyle yola çıkan Louie Austen, 28 Ocak Perşembe akşamı Beck’s sponsorluğunda İstanbul’da müzikseverlerle buluşacak. Bronx Pi sahnesinde konser verecek Austen, caz ve soul müzik tarzlarını elektro pop ve new wave ile harmanlayarak çok eğlenceli bir müzik ortaya koyuyor. Üstüne bir de Austen’ın karizmatik sesi eklenince tadından yenmez kıvama geliyor müziği. Dean Martin, Sammy Davis Jr. ve Frank Sinatra gibi önemli isimleri yeniden yorumlaması ve onların müziğini günümüze taşıması da cabası... 1946 Avusturya’da doğan Austen, müziğe Las Vegas’taki caz kulüplerinde başladı. 1999’da prodüktör Mario Neugebauer ile tanışması hayatının dönüm noktası oldu. Neugebauer ile birlikte farklı tarzlarda müzikal öğeleri bir araya getiren Austen, kendine özgü bir müzik türü buldu. O dönemde birbirinden önemli ve akılda kalıcı şarkılara imza atarak, adını tüm dünyaya duyurdu. Bu haksız bir ün de sayılmazdı, çünkü her türden sanatın âşığı olan Austen sadece müzikle ilgilenmekle kalmıyordu. Viennese Burgtheater Tiyatrosu’nun sergilediği Johann Nestroy’un “Höllenangst” isimli oyununun uyarlamasında da rol üstlenmişti mesela. Oyun hâla dönem dönem oynanıyor. Onun sinemaya olan merakı, müzik ve sinema eğitimi almak için Güney Afrika, Avustralya ve Amerika’ya gitmesinden belliydi ya, yine de bu ilgisini bir filmde rol alarak pekiştirdi. “En İyi Yabancı Film Oscar”ını kazanan “The Counterfeiters” filminde bir kumarbazı canlandırmıştı Austen. Sanatın her türlüsüne bulaşmış Austen’in sahne performansları da bahsedilmeyi hak ediyor aslında. Eğlenceli sahne şovlarıyla konserleri bir karnaval havasında geçen Austen, şüphesiz sahnede diğer sanatlarla olan yakın ilişkisinin meyvelerini topluyor. Sanat adamı 28 Ocak İstanbul’da vereceği konserde de şüphesiz bunu hissettirecek. Gece, konserin sponsoru olan “Beck’s”in süprizleriyle de renklenecek. “Asla emekliye ayrılmayacağım, muhtemelen sahnede öleceğim ama bu hiç umurumda değil” diyecek kadar sanatın peşinde koşan Austen şovları, eğlenceli müziği ve karizmatik sesiyle tüm müzikseverleri büyüleyecek. O yüzden siz en iyisi unutulmaz olacak bu konsere hazırlanın! G C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle