Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 SUNAY AKIN 27 EYLÜL 2009 / SAYI 1227 İncirlik’i inciye dönüştürmek... T ürkiye’de en çok konuşulan ve tartışılan havaalanı Adana’nın İncirlik beldesinde bulunan Amerikan Üssü’ndedir. 1950’li yılların başında kurulan havaalanı için dönemin siyasilerinin bir kısmı “üs” yerine “tesis” adını kullanmışlardır. Birinci ve İkinci Körfez Savaşı sırasında Amerikan savaş uçaklarının bombalarla havalanıp boş döndükleri havaalanı sanat dünyamızda da çıkar karşımıza! İstiridyenin içine giren ve canını yakan kum taneciğini bir salgı üreterek inciye dönüştürmesi gibi, biz de, Amerika savaş uçaklarının topraklarımıza konmasına neden olan İncirlik Havaalanı’na iki öyküyle yazımızda yer verelim: İlk öykü, edebiyatımızın Toroslar kadar yüce ve güçlü kalemi Osman Şahin’e ait. Yazar, “Ustahmet Çeliği” adlı öyküsüne şöyle başlar: “İncirlik Üssü’nden kalkan tek kişilik F 84 tipi keşif uçağı, tepelerin sırtını yalayarak yukarı Toroslara doğru uçtu. Gülek ağzından batıya kayarak Silifke üstünde göründü. Yer yer donuk mat yeşili, yer yer de çekirge kiri rengindeydi. Ürkünç karanlık ağzını açmış, havayı emen dev bir kaya balığına benziyordu.” Uçak, Türkçe’nin güçlü rüzgârı Osman Şahin’in anlatımıyla öyküde iki sayfa uçar... Ne var ki, bir dağa çarparak çıkardığı patlama sesiyle “ağaç başları kar yüklerini” döker. Uçağın düştüğünü gören köylüler kaza yerine doğru koşarlar. Birkaç saat sonra da bir Amerikan helikopteri gelir. Olay yerinde inceleme yapan kurtarma ekibi pilotun cesedini aldıktan sonra Kalegediği’nden uzaklaşır. Kazanın olduğu Kalegediği adını, Bizans kralı Jüstinyen döneminde yapılan kalenin harabelerinden almaktadır. Kışın kurtlara ev sahipliği yapan uçağın enkazına bahar çiçekleriyle birlikte “Ustahmet” yanaşır... Demirci ustası olan Ahmet, çıraklarıyla birlikte uçaktan arta kalan parçaları toplar ve köye götürür. Sonrasını Osman Şahin’den okuyoruz: “Gece gündüz yandı ocak, tüttü baca. Gece gündüz harlayan körüğün sesiyle inledi köy. Uçak parçalarının her biri basit, kullanışlı kara demir kıskaçlarının ağzında kıpkırmızı bir korda, ocaktan örse, örsten ocağa taşındı. Evrile çevrile dövüldü örsün üstünde.” Daniel Defoe, ünlü roman kahramanı Robinson Crusoe’yu batığa daldırır ve ekini biçmek için bir kılıç bulmasını sağlar. İnsan öldürmek amacıyla yapılan kılıç, Robinson’un elinde bir üretim aracı olarak kullanılır. Osman Şahin, çocukluğunun geçtiği Toros Dağları’nda tanık olduğu uçak kazasından geriye kalan enkazın, köyün demirci ustası Ahmet’in atölyesinde dönüşümünü görür. Şahin, savaş uçağından arta kalan çeliğin, bir demirci tarafından işlenerek geldiği son yeri bakın nasıl anlatıyor: “Yoksul Toros köylüsünün bir çift öküzünün çektiği karasabanların ucunda toprağı sürdü. Sürülen, kabartılan toprakta avuç avuç saçılan tohumun çimlenmesine katıldı.” İncirlik’teki Amerikan askerlerinin çöpe atıkları şişeleri toplayan kimi Adanalılar, bunları üç tekerlekli seyyar arabalara koyarak köşesinde “Amerikan Pazarı”nı kurarlar… İşte, ikinci öykümüzün kahramanı, ilk gitarını 2. el eşya satan bu dükkânların birinden satın alır. Bu, İncirlik’teki bir askerin çelik dolabında sakladığı, barakalarda etrafına toplanan arkadaşlarına şarkılar söylediği, kırık, eski bir gitardır. Genç adam, gitarı evine getirir getirmez radyonun düğmesini “Radyo One” adlı kanala getirir... Bu kanal, İncirlik’teki Amerikalılar için kurulmuştur ve “yurttan sesler” tarzında yayın yapmaktadır. Müziğe sevdalı Adanalılar, Elvis Presley, Beatles gibi döneminin ünlü şarkıcılarını, gruplarını çatıya koydukları kaçak antenler sayesinde yıllardır dinlemektedirler!.. 16 yaşındaki delikanlı, radyonun başında, elinde ilk gitarıyla Carlos Santana’nın şarkısını beklemektedir... O genç adamın adı Yaşar’dır... Şarkılarını büyük bir hayranlıkla dinlediğimiz, edebiyat sevgisi ve birikimiyle öne çıkan Yaşar!.. Cemal Süreya’yı çok sever Yaşar... Öyle ki, bir klibinde şairin Can Yayınları’ndan çıkan “Sevda Sözleri” adlı kitabına bile yer verir... Cemal Süreya’nın toplu şiirleri bir başka yayınevine geçince, klibi izleyenleri yanlış yönlendirdiği hissine kapılır sanatçı... Ve, kitabın yeni baskısını, yeni kapağıyla başka bir klibinde gösterir!.. Yaşar’ın yolu gitarıyla birlikte Fransa’nın Nice kentine düşer, 2001 yılında... Bir taksi tutan sanatçı şöföre Sen Paul de Vence’a gitmek istediğini söyleyince adam şaşırır! Yaşar’ın söylediği yer, başı karlı bir dağın eteğine kurulu küçük bir köydür. Yaşar, köyün mezarlığının kapısında indiğinde şöförün şaşkınlığı bir kat daha artar!.. Her halinden buralara ait olmadığı belli olan bu adam, ne aramaktadır bu köy mezarlığında?.. Aradığı mezarın nerede olduğunu bilmemektedir sanatçı. Bu yüzden, sabırla, tek tek okur mezar taşlarını. Zaman ilerlemekte, gökyüzünün eli gardıroptaki siyah pelerine uzanmaktadır. Mezarlıkta, karı koca yanyana yatmaktadır. Yaşar, bir süre sessizce durur başuçlarında. Sonra, kollarını iki yana açar ve sanki Adana’da yatmakta olan akrabalarının mezarındaymış gibi dualar okur. Sanatçı, mezarda yatanların Müslüman olmadıklarını gayet iyi bilmektedir. Zaten, o köy mezarlığına gömülü kendi inancından bir kişi bile yoktur... Nasıl olsun ki?.. Ülke Fransa... Yer, rüzgârın kar soğuğu taşıdığı bir dağ köyü... Birden, mezarda yatanların Musevi olduğunu anımsar Yaşar!.. Musevilerin geleneğinde ziyaret ettikleri mezarda yatanlara saygı göstergesi olarak taş bırakma olduğunu bilmektedir. Taş aramaya koyulur... Ama yakınlarda bulamaz. Kararan hava arayışını zorlaştırsa da, sonunda bulur taşı... Ve, saygısını belirtmek için onca yolu geldiği adamın mezarının üstüne koyar... Mezar taşında “Chagall” yazmaktadır!.. G “Booooş... Booooş...” diye bağırarak sokaklarda satarlar... Bu bağırış adlarının kısa sürede “Boşboşçular”a çıkmasına neden olur. Zamanla seyyar arabalarda, İncirlik üssündeki Amerikalıların kullanmadıkları, elden çıkardıkları ayakkabı, elbise, radyo, oyuncak gibi eşyalar da görünmeye başlanır. İşler o kadar iyi gider ki, Boşboşçular seyyarlığı bırakırlar ve kentin bir Pazar Çizer..... yazar çizer: Zafer Temoçin (zafertemocin@gmail.com) C M Y B C MY B