Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
27 EYLÜL 2009 / SAYI 1227 7 Fotoğraf: Uğur Demir Şükran Moral yeni performansıyla acısını anlatıyor... DÜNYALI YAZILAR Acı da bu hayatın bir parçası... ESRA AÇIKGÖZ Afganistan batağı... ZÜLAL KALKANDELEN “İçinden nasıl çıkacağımızı bilmediğimiz bir diğer batağa girmekte olduğumuz için derin bir endişe duyuyorum. Saplandığımız batak, bu defa Afganistan... Meseleyi ulusal boyutta müzakere etmeden, giderek artan sayıda askeri Afganistan’a gönderiyoruz. Bugün Afganistan’daki yabancı askerlerin yüzde 60’ı Amerikalıdır ve bu oran daha da artacaktır. Şu ana kadar milyarlarca dolar harcamış durumdayız, ama bu rakam daha da büyüyecek... Afganistan’dan çıkış stratejimizin ne olacağı hakkında herhangi bir görüş yok. Sekiz yıldır oradayız. Daha kaç yıl kalacağız? Afganistan’a giriş nedenimiz esas olarak Osama bin Laden’i bulmaktı... Bu gerçekleşmedi. Bu durumda şu andaki hedefimiz nedir?” *** Yukarıdaki mektubun muhatabı Amerika’yı yönetenler... Aslında yazan da onlardan birisi... Vermont Senatörü Bernie Sanders. Böyle bir mektubu, Amerikan Senatosu’nda görev yapan bir senatörün yazması, oldukça çarpıcı... Ülkesinin Irak’tan sonra Afganistan’da yine bir batağa saplanışını seyreden Senatör, belli ki, çareyi internet üzerinde kamuya açık mektup yazmakta bulmuş. Obama, Sanders’ın sorduğu sorulara ne yanıt verir? Hedeflerinin, Amerika’nın güvenliği için büyük tehlike olarak gördükleri El Kaide’yi etkisiz hale getirmek olduğunu söyler. Ama bunu şu ana kadar başaramadıkları için de, ne kadar süre kalacaklarının yanıtını veremez... Teröristler, demokrasiyle yönetilmeyen ülkelerde üslendiği için, Amerika’nın bu tür bölgelere demokrasi ihraç etmesi gerektiğini söyler. Ama cehalet ve yoksulluktan kıvranan, kabileaşiret düzeninde keskin bir şekilde bölünmüş toplumlarda bunun sonuç vermeyeceğini söylemez... El Kaide ve müttefiklerinin Pakistan’a yerleştiğini ve buradan Amerika’ya ağır saldırılar planlandığını söyler. Bu nedenle, Pakistan’ı korumak için bu ülkeye milyarlarca dolar göndermeleri gerektiğini anlatır... Ama iflas edip evini ve işini kaybeden Amerikalılara bunu kabul ettirebilir mi? Obama’nın işi zor... Irak felaketinden sonra üstüne bir de ekonomik krizle boğuşan Amerikalıları daha fazla ödün verip savaşı desteklemeye razı etmeye çalışıyor. Fakat gerçek şu ki, Amerikan halkı artık uzak topraklardaki savaşlara olumlu bakmıyor... Orta sınıf Amerikalı canından bezmiş bir halde şunları tekrarlıyor: “Ben sağlık sigortam olmadan yaşamak için mücadele veriyorum. Bu savaş ekonomisi benim canıma okuyor!” *** Bernie Sanders, Amerikan Senatosu’nda kendisini “demokratik sosyalist” olarak tanımlayan ilk üye... Onun savaş karşıtlığını sosyalistliğine verip önemsemeyenler var... Peki ya halkın savaş karşıtlığı? “Bush, ‘Irak’taki savaş Amerika’nın güvenliği için gerekli’ diyordu, şimdi de Obama, güvenliğimiz için Afganistan’daki savaşı gerekli görüyor. Anlaşılan her başkanın bir savaşa ihtiyacı var!” diyerek bıkkınlıklarını dile getiriyorlar. The Washington PostABC News için 1317 Ağustos arasında yapılan son kamuoyu araştırmasına göre, yetişkinlerin yüzde 51’i Afganistan’daki savaşı sürdürmeye değmediğini düşünüyor. Savaşa kesinlikle karşı olanlar yüzde 41 iken, kuvvetle destekleyenler yüzde 31... Bu durumun Afganistan’daki NATO askerlerinin sayısını nasıl etkileyeceği ise, Türkiye’yi yakından ilgilendiriyor. Afganistan’daki uluslararası kuvvetlerin komutanı Amerikalı General Stanley A. McChrystal’ın Obama yönetiminden daha çok asker istediği biliniyor... Obama’nın başkan olur olmaz yollara düşüp NATO ülkelerinden daha çok destek talep etmesinin nedenlerinden biri de bu... Umarız Türkiye, içinden nasıl çıkılacağı bilinmeyen bir batağa sürüklenmez... G www.zulalkalkandelen.com / kzulal@yahoo.com G izlice girdiği erkekler hamamında video çekti. Genelevde performans yaptı. İstiklal’de açık bir vajina fotoğrafı sergiledi... Şükran Moral, toplumsal önyargılarla uğraşıyor, ezberletilmiş kavramları sorgulatıyor, aslında derdi kendiyle, çünkü her yaptığı sanatsal çalışmada o da dönüşüyor... Hem de ne dönüşüm... Hikâyenin başı, Samsun Terme’de başlıyor, direterek okuma hakkını kazanabiliyor Moral, liseyi bitirip 18’ine geldiğinde Karadeniz’den kalkıp İstanbul’a geliyor, bir yandan Haliç Tersanesi’nde işçilik yaparken bir yandan da üniversiteye gidiyor. Tam 12 yıl sürüyor bu tempo. 80’de 12 Eylül’ün antidemokratik eğitimini reddettiği için bırakıyor üniversiteyi ve Roma’ya gidiyor. Zorluklar bitti sanmayın; orada da yabancı düşmanlığıyla, ırkçılıkla mücadele ediyor, hatta bir yıl kaçak yaşıyor... Ancak bunlar artık geçmişte kaldı, konuşmayı pek istemiyor Moral, unutmak istediğinden değil, yüzleşmesini yapmış zaten. Performansına düşenlerin aile içi şiddet, kadına yönelik baskılar, tabular olması boşa değil yani... Moral, yurtdışında Türkiye’den daha iyi tanınan bir sanatçı. Yine de köklerinin uzandığı bu topraklar onun için önemli. Moral ile, Maçka Sanat Galerisi’nde 17 Ekim’e kadar sürecek “Acı” sergisini fırsat bilip, sergiyi, acıyı ve hayatı konuştuk... Acı üzerine bir çalışma yapmaya neden ihtiyaç duydunuz? Aslında ihtiyaç duyma sözcüğü ruh halimi çok iyi açıkladı. Acı, hüzün gibi duygulara kendimi daha yakın buluyorum. Her performansımda ruh durumumdan izler vardır. Tabii bu işlerde, dünyanın benim tarafımdan görülen hali de yansıtılıyor. Bence Okyanus öyle büyük ki... 18 yaşınızda her şeyi bırakıp, tek başınıza Karadeniz’den İstanbul’a gelirken kafanızda sanat yapmak mı vardı? Kendimi gerçekleştirme düşüncesi vardı sadece. Bir de ben size kim olduğumu göstereceğim demek istiyordum. Bu çabanın sanatta olduğunu ne zaman fark ettiniz? Aslında lisede de düşünüyordum sanatı. Duvar gazetesi çıkarırdım. Arkadaşlarımı dövdüğümden, bana püsküllü bela diyorlardı. O yıllarda kendime çuvaldan püsküllü yelek, bir de yazılı tişört yapmıştım. Roma’da resim eğitimi aldınız. Niye performans? Çok direkt olduğundan. Kişiliğime çok uygun bir sanat. Ben de direkt bir insanımdır. Bedeniniz sanat eseriniz de. Otosansür uyguluyor musunuz? Sansürden nefret ediyorum. Sadece formal sansürlerim var yani estetiğini beğenmediğim için sansür uygulayabiliyorum. Bir röportajınızda, “En büyük projem kendimi geliştirmekti” demiştiniz... Hâlâ da öyle. Ne kadar yol aldınız? Çok yol aldım, ancak okyanus öyle büyük ki... G Benden çıkıp, bize varmak Şimdiye kadar verdiğiniz en büyük sınav? Açlığa karşı oldu. Hem çalışıp, hem üniversite okumaya çalıştığınız dönemlerde mi? 18’imde İstanbul’a geldikten sonra bütün dönemler zaman zaman aç kaldım. Genel olarak yarı aç yaşadım. Sadece ben değilim bunu çeken tabii. Zannediyorlar ki Avrupa’ya gidiyorsun her şey güllük gülistanlık oluyor... İtalya’da bir yıl kaçak yaşamışsınız zaten... Tabii 94’te atıldım. Meşhur yabancı düşmanlığı, faşist, emperyalist tavırlarının sonu yok. Yabancı olma olgusunu sanata çevirdim, atılanlar, fişlenenler üzerine bir sürü iş yaptım. Bireysel problemleri evrensele çevirmeyi seviyorum. G Acı, performansından. dünyamız şu anda büyük politik ve sosyolojik değişimler içerisinde. İnsanlar canları pahasına göç ediyor, savaşlara maruz kalıyor, kadınların çoğu hâlâ ikinci sınıf muamele görüyor, hâlâ kızlık zarı diye bir şey var... Kişisel acılarımla evrensel acıyı birlikte anlatmak istedim. Bu acılardan en büyük payı kadınlar alıyor. Performansı 15 kadınla gerçekleştirme nedeniniz de bu mu? Evet... Aslında bu performans sallanma motifinden doğuyor. Sallanma motifinin büyümesi, kompozisyon haline gelmesi, transa dönüşmesi... 97’de Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları’nda kadın koğuşuna girdiğim bir işin videosu var İstanbul Modern’de. Kadınların sallanmalarını orada gözlemlemiştim. Ben deliliği bize, kadınlara daha yakın görüyorum. Çünkü kadınlar daha çok eziliyor, acı çekiyor, çıldırmak üzereler. Hele de şimdi. Seyirciyi de içine alan bir trans hali yaratıyor performansınız. Seyirciyle nasıl bir bağ kurmayı amaçlıyorsunuz? Performans yaparken kimin ne yaptığını bilmem, yüzlere bakmam. Ancak birlikte yapılan bir performans gerçekleştirmeyi amaçlıyorum. İzleyiciler duygularıyla işin içine girsinler istiyorum. İlla sevsinler demiyorum. Nefret edip, iğrenç, salakça da diyebilirler. Yeter ki, ölmüş balık gibi bakmasın ve durmasınlar. Balık demişken, neden duvara yansıtmak için denizi seçtiniz? Benim o andaki deliliğimle özdeş o, dalgalı. Acı insanı girdap içine alabilir, kaybolabilirsiniz. Duvardaki önlük üzerindeki çalışma da, acımın otoportresi. İnsanın acısının otoportresini yapması ağır bir yük... İnsanın derisini canlıyken yavaş yavaş soyması gibi. Buna tahammül edip, aşarsan bir olgunluğa varabiliyorsun. Sanat benim için bu işi biraz hafifletiyor. Çünkü izleyiciyle bölüştüm acımı. Acınızın otoportresine en çok neyin gölgesi düşüyor? Annem öldüğünde gidip onu kucaklayamamanın... Türkiyelilerin en güzel özelliği, acıyı paylaşma yeteneği. Ancak Avrupalılar acıdan özellikle ölümden çok korkuyor. Bütün o estetik, güzellik takıntıları yaşlılığı dolayısıyla ölümü uzaklaştırmak için. Hamamın erkekler bölümüne girdiniz, genelevde performans yaptınız. Marjinal işlere imza attınız. Bunları size yaptıran deli cesareti mi, sanat aşkı mı, susamayacak kadar yoğun doluluk mu? Arı kovanına çomak sokmak gerekiyor bazen. Bu bir meydan okuma. En acımasız eleştirmen kendimim. Aslında kendimle problemlerim var ve ancak böyle zor şeyleri yaparsam mutlu olabiliyorum. Yine de emeklilik hayalim, kuru kalem desen çizmek. Sizce hem kendi hem de toplumun sınırlarını en çok zorladığınız, en sıkı işiniz neydi? Hamam işi ve geneleve girmek çok zor oldu. Fiziksel olarak ölebileceğim işimse, taşlanmaydı. Kendimi toprağa gömmüştüm, bu kan dolaşımımı engelledi, nefes alamadım. G Senaryo Yazarları Derneği’nin senaryo ve temel tasarım atölyesi için kayıtlar başladı... İyi bir senaryo yazmanın sırları... Ü lkemiz senaryo yazarlarının tek resmi meslek örgütü SENDER, mesleğe ilgi duyanları, “iyi bir film fikri yaratmak”la başlayan senaryo yazım sürecine katmayı sürdürüyor. Senaryo yazım kalitesinin yükseltilmesi, genç yazarların ve yazar adaylarının usta yazarlarla buluşturularak deney ve bilgi paylaşımının sağlanmasını amaçlayan SENDER’in 2009 güz dönemi atölye ve seminer programlarına kayıtlar başladı. Avrupa Senaryo Yazarları Federasyonu üyesi SENDER’in 2005’ten beri devam eden “Temel Tasarım Atölyesi” Ekim’de, geçen iki yılda dört kez gerçekleştirilen ve büyük ilgi gören “Ustalarla Buluşma” seminer programları ise Kasım’da başlayacak. Geçen dönemlerde Yavuz Turgul, Safa Önal, Çağan Irmak, Birol Güven, Tomris Giritlioğlu, Mahir Günşiray, Murat Daltaban, Gaye Boralıoğlu, Neşe Şen, Nilgün Öneş gibi isimlerin konuk olduğu seminerlerde yönetmen, senarist, yapımcı ve oyuncu gözüyle senaryo ve sinema ilişkisi inceleniyor. “Ustalarla Buluşma5” geçmiş dönemlerde olduğu gibi, yine sektörün içinden gelen, yapıtlarını birçoğumuzun tanıdığı ve en önemlisi farklı konularda deneyimli “ustalar”ı ağırlayacak; katılımcılar ise bir senaryoya değişik açılardan nasıl bakılacağını öğrenecek ve “ustalar”a istedikleri soruları sorma fırsatı bulacaklar. Küratörlüğünü Turgut Yasalar ile Emine Algan’ın yaptığı program, önceden kayıt kaptırmak koşulu ile sinemayı seven ve ilgilenen herkese açık. Temel Tasarım Atölyesi ise; geçen yıllarda geliştirdiği formatını sürdürüyor. Uygulama esaslı ve ürün odaklı atölye, 8 haftalık hazırlık bölümünde başarılı olan katılımcılarla devam ettiği 12 hafta ile beraber toplam 20 haftalık bir süreyi kapsıyor. Atölye, 10 Ekim’de açılıyor. “İyi bir senaryo için iyi bir film öyküsü, iyi bir film öyküsü için de çok güçlü bir film fikrine sahip olmalısınız” prensibinden hareket eden atölyelerle ilgili bilgiyi SENDER’den öğrenebilirsiniz. G www.sender.org 0 212 244 21 22 C M Y B C MY B