Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 SUNAY AKIN 12 TEMMUZ 2009 / SAYI 1216 Mağara Adamı / TAYYAR ÖZKAN (www.tayyarozkan.com) Boğaziçi’nde kırık bir kanat öyküsü... H ezarfen Ahmet Çelebi’nin kıtalararası ilk insan uçuşunu gerçekleştirdiği İstanbul Boğazı’nda, Bebekli Atıf Bey ne yazık ki unutulmuştur! Teknik araçlara son derece meraklı olan ve Boğaz kıyısında şirin bir köy olan Bebek’te yaşayan Arif Bey, ilkel de olsa İstanbul’da ilk uçağı yapan insandır. Gürgen ağacı ve saçtan yapılan uçağın kuyruğu, kanadı ve de pervanesi bulunmaktadır. 1861 yılının 26 Haziran gününde, tüm Bebekliler Protestan Bahçesi’nde toplanırlar. O gün, uçacağını duyuran Atıf Bey, pervanesini ayaklarıyla döndürdüğü uçağıyla yüksek bir yerden havalansa da, ancak 10 metre uçmayı başarır. Yaralanan Atıf Bey’e, İngiliz Okulu’nun öğretmenleri ilk fabrikasında gençliğinin ilk yıllarında çalışmış olan genç adam, resim tarihine imzasını Ferruh Başağa olarak atacaktır... Güzel Sanatlar Akademisi’nin yanındaki Donanma Çay Bahçesi, yalnızca öğrencilerin değil, hayalleri Boğaz’ın kıyısındaki bu okulda ders veren sanatçıların atölyelerine girmek olan öğrenci adaylarının da gittiği bir yerdir. Aşkın da kanatları vardır ve gün gelir kırılır, diyerek, 1970’li yılların başında, Donanma Çay Bahçesi’nin masalarından birinde oturan iki gencin yanına konuk oluyoruz. Genç adam sevgilisine “civciv”, listelerde... Üzülenler arasında Çılgın da vardır. Hayır! O, mimarlık bölümüne girmiştir ama Civciv hiçbir bölümü kazanamamıştır. Sonbahar geldiğinde akademi açılır, Donanma Çay bahçesi kapanır. Çılgın’ı okulun kantinde görürüz; tek başına oturmuş, masaları, sandalyeleri kaldırılmış Donanma Çay Bahçesi’nin boşluğuna bakmaktadır. Civciv geri dönmüştür İzmir’e... Genç kızın otobüste yazdığı mektubu Çılgın hep yanında taşımaktadır: “Ah Çılgın, Çılgın şu an beraber olmalıydık. Kırmızı, kıpkırmızı. O birbirimizi bekleyeceğimiz kırmızılıkta. Falansız filansız bir kırmızı ve bir yerde incecik ay. Böyle bir gün bitimi kollarımı boynuna dolayacağım. Bunu istiyorum... Işıkları söndürdüler. Ne güzel!? ‘Ayrılsak da Beraberiz’ çalıyor radyoda... Saat sekizi geçiyor, İzmir’e girdik... Senin bilmediğin benim tanıdığım yerler. Attilâ İlhan buraları çok sever...” Çılgın durur mu? O da her gün mektup yazar İzmir’deki Civciv’e: “Bugün Bina Bilgisi’nden sınav vardı. Soru ezbere Akademi ve çevresinin planının çizilmesi. Duvarlar yani, duvarlarımız. En başarılı benimki oldu herhalde. Arka duvarları kimse bilmiyordu, biz biliyorduk. Sonra çay bahçesi, kız lisesi tarafı, kantinin arkasındaki kaldırımda bulunan anlamsız basamağı çizdim. Seninle birlikte çizdik yani.” Gün gelir, mektupları kesilir Civciv’in... Merak içindeki Çılgın bir haber alamaz sevgilisinden. Bir gün, Gümüşsuyu’ndan Dolmabahçe’ye doğru yürürken, az ileride duran dolmuştan iki genç kızın indiğini görür... Biri Civciv’dir! Hosteslik sınavına geldim Çılgın. Niçin bana haber vermedin? Niçin mektuplarıma yanıt vermedin? Sınavdan sonra konuşalım mı Çılgın? Genç adam uzun süre ayıramaz bakışlarını, Civciv’in içeri girdiği Türk Hava Yolları binasının kapısından... Ertesi gün, Fındıklı’da buluşur iki sevgili. Çılgın öpecek olur Civciv’i, genç kız kaçırır dudaklarını: “Yapamam Çılgın. Nişanlıma söz verdim!” Ne demiştik yukarılarda bir yerde: “aşkın da kanatları vardır, gün gelir kırılır”... Ama, okuduğunuz bu Boğaz öyküsünde kırılan sadece aşkın kanatları değildir. Çılgın bir gazete alır, 4 Mart 1974 tarihinde... Ankara adlı uçağımız Paris’te düşmüş, 13’ü mürettebat, 333’ü yolcu olmak üzere 346 insan ölmüştür... Çılgın, yani Ferhan Şensoy, uçakta görevli hostesler arasında Civciv’in de adını okur! G tedavisini yaparken, Bebekliler, babasından kalan parayı böyle saçma sapan işlere harcadığı gerekçesiyle kendisini mirasyedi bir budala ilan ederler! Kırılan keşke sadece Bebekli Atıf Bey’in birkaç kemiği olsa!.. Hakkında söylenenlerle gururu da kırılan, inancı ezilen uçuş sevdalısı bu Boğaz çocuğunun, martıların oyununa bir daha karışıp karışmadığı bilinmez. Atıf Bey, uçmayı denediyse de, bunu gözlerden ve dillerden uzak bir yerde ve zamanda yaptığını düşünmek yanlış olmayacaktır. Boğaziçi’ndeki kanatların tarihine bakacak olursak, bir hayal kırıklığının da Beşiktaş’ta yaşandığını görürüz: Cumhuriyet tarihinin ilk uçaklarının satın alınması için para yardımı istenilen işadamı Nuri Demirağ şu karşılığı verir: “Madem ki bir millet tayyaresiz yaşayamaz, öyleyse bu yaşama vasıtasını başkalarının lütfundan beklememeliyiz. Ben bu uçakların fabrikasını yapmaya talibim.” Nuri Demirağ “Tayyare Etüd Atölyesi” adındaki uçak fabrikasını 1936’da, Beşiktaş’ta kurar. 12 eğitim uçağı, 65 planör ve 1 adet yolcu uçağının üretildiği fabrikada çalışan “Ferruh” adındaki genç adamın gözü, işe gitmek için her gün önünden geçtiği Fındıklı’daki Güzel Sanatlar Akademisi’ndedir. Bu okuldaki öğrencilerle arkadaşlık kuran genç adam, uçak fabrikası kapanınca akademinin sınavlarına girer ve ressam Nazmi Ziya’nın atölyesine girmeyi başarır. 2009 yılının ilkbaharında yıkılan uçak genç kız da ona “çılgın” demektedir. İki sevgili de baraj sınavını geçmiş, asıl sınava hazırlanmaktadır. Yani, iki sevgili birlikte ders çalışmakta ve okulun kuytu köşelerinde fırsat buldukça öpüşmektedir. Çılgın kararlıdır, Sanat Tarihi sınavında civcivi yanına oturtacak ve ona yardımcı olacaktır. Öyle de yapar; ama, bir gözetmen yanına gelerek “Kalk bakim sen oradan!” deyince tüm planlar altüst olur. Çılgın, o ana kadar altmış sorudan ikisinin yanıtını sevgilisine fısıldayabilmiştir! Çılgın, soruların yanıtlarını yazarken bir an uzaklaştırıldığı sevgilisine bakar: Civciv’in önündeki kâğıta yanıtlarından çok gözyaşı damlamaktadır... Akademinin sınav sonuçlarının asıldığı duvarının önü kalabalıktır o gün... Öğrenci adayları heyecanla adlarını aramaktadır Başımız zirai kalıntılarla dertte... ŞİRİN GÜVEN emyeşil bir bahçeniz olsa, tohumlarınızı kendiniz ekseniz... Sonra dallarından taze taze koparıp sofranıza götürseniz ve hangi koşullarda, nasıl yetiştiğinden emin olduğunuz için afiyetle yeseniz... Maalesef bugün bunu yapma lüksüne sahip değiliz. Yediğimiz sebze ve meyvelerin nasıl süreçlerden geçerek önümüze geldiğini bilmiyoruz. Ekildikleri andan soframıza geldikleri ana kadar hangi kimyasal ilaçlara maruz kaldıklarından ya da suyla yıkadığımızda virüs ve bakteri gibi mikropların ne kadarının temizlendiğinden habersiziz. Oysa bu konuda bilmemiz gereken çok şey var. Dünya Sağlık Örgütü’nün 2008 yılı raporlarına göre dünyadaki bütün sebze ve meyvelerin yüzde 80’inden fazlasını tarım ilaçları kirletiyor. Bu böcek ve tarım ilaçları Y kısırlık, alerji, kanser, çocuklarda zihinsel ve fiziksel gelişim bozuklukları gibi pek çok sağlık sorununa neden oluyor. Ayrıca yükleme ve taşıma işlemleri sırasında bulaşan ter, yağ, toz ve egzoz dumanlarının da sağlık üzerinde olumsuz etkileri var. Hepsi bu da değil; gübre ve foseptik gibi kalıntılar, virüs ve bakteri gibi mikroplar, parafin tabakası, larva ve böcek gibi canlılar ile kum ve toprak da sağlığımızı fazlasıyla tehdit ediyor. Üstelik de yıkamayla bu kalıntıların sadece yüzde 20’sine yakını, sirkeli ve limonlu suda bekletme gibi geleneksel yöntemlerle ise yüzde 25’e kadar olan kısmı temizlenebiliyor. Bu kalıntıların çoğunun kansorejen maddeler olduğunu da unutmamak gerekir tabii. Yani tablo pek iç açıcı değil. Özellikle de parafin yani sebze ve meyvelerin üzerindeki mumsu tabakayla ilgili... Parafin aslında mumun hammaddesi, sebze ve meyvelere eklenmesinin nedeni ise raf ömrünü uzatmak. Yani sebze ve meyvenin dış yüzeyini tamamen kaplayarak onların gözeneklerinin havayla temas etmesine engel oluyor. Yağ bazlı kalıntılar gibi parafinden de suyla yıkayarak kurtulmak neredeyse imkânsız. Üstelik zararlı mikro organizmalarda bu tabakanın altında kalıyor ve onlar da temizlenemiyor. Liste uzayıp gidiyor... Maalesef bugün hâlâ en güvenilir sandığımız yerden bile aldığımız sebze ve meyvelerin üzerinde yapılan incelemelerde normalde olması gerekenin 21 misli zirai ilaç kalıntısı çıkıyor. Nitekim yurtdışına yaptığımız ithalatların bir kısmı üzerlerinde kalan kimyasal kalıntılar nedeniyle bize iade ediliyor. Hatta AB ülkeleri, yaş meyve ve sebzedeki ilaç kalıntıları nedeniyle Türkiye’yi, Dominik Cumhuriyeti ve Tayland ile aynı risk grubunda değerlendiriyor. Peki ne yapılabilir? Öncelikle organik olduğundan emin olduğunuz sebze ve meyveleri tüketmeniz en iyi çözüm olacaktır. En azından üretiminde hiçbir kimyasal madde kullanılmamışsa sorunun büyük bir kısmı yok olmuş demektir. Ama tabii aldığınız ürünün gerçekten organik olduğundan emin olmaya çalışın. Öncelikle sertifikalı olanları tercih edin. Sirkede bekletmek bir nebze de olsa çözüm. Ancak bahsettiğim yağ bazlı kalıntılardan kurtulmak için maalesef sirkeli su yeterli olmuyor. Bunun için Kükre Gıda’nın yaptığı Exsir gibi ürünler var. Tamamen bitkisel olduğu söylenen Exsir, kalıntıları yüzde 100’e kadar arındırabiliyormuş. Kullanımı çok kolay. İki litre suya bir kapak Exsir ekleyip sebze ve meyvelerinizi bu suda ovalayın ve 23 dakika bekletin. Sonra tekrar normal su ile durulayın. Ancak asıl odaklanmamız gereken noktanın bu kalıntılarla baş etmek yerine, hiç kimyasal kullanmadan, temiz ve sağlıklı üretim yapmak olduğunu hatırlatmalıyız. İdeal olan gıda güvenliği ancak böyle sağlanabilir. Bugün mü? Maalesef idealden çok çok uzaktayız. G C M Y B C MY B