Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6 PAZAR YAZILARI 12 NİSAN 2009 / SAYI 1203 Acaba güvende miyim? DENİZ ÜLKÜTEKİN 1. sayfanın devamı Pandora’nın öyküsü... ADNAN BİNYAZAR andora söylencesi, gerçekte kadının yaratılış öyküsüdür. “Pandoranın kutusu” diye deyimleşip bugünlere gelmiştir. Yunan mitolojisine göre, insanlık başlangıçta erkeklerden oluşuyordu. Prometheus bir yolunu bulup aklı tanrılar katından çalıp insana iletti. Akıl, insana düşünme gücü verdi. Zeus’u öfkeden kudurttu bu. Oğluna, “Git kadını yarat!” dedi. Oğlu, tanrıçaların en güzeli Aphrodite’in kocasıydı. Onun güzelliğinden esinlendi, topraktan çamur karıp, kadının kışkırtıcı bedenini yarattı. Yüreğine sevda kıvılcımları saçınca, kolları bacakları oynadı kadının, dudakları kıpırdayıp konuştu. Tanrılar bir araya geldi, armağanlarıyla kadını daha da güzelleştirdiler: Athena mücevher işli bir kemerle süslü giysiler verdi. Güzellik perileri, ak göğsüne altın gerdanlık taktılar. Aphrodite tepeden tırnağa güzellikler saçtı. Su perileri, başını bahar çiçekleriyle süslediler; ona “güzel armağanların tümü” anlamına gelen Pandora adını verdiler. Güzellik neredeyse, düşmanlık da oradadır; beceriler tanrısı Hermes gizlice yaklaştı, Pandora’nın kalbine hainlikler, hileli sözler üfledi. Sonunda, Pandora’nın güzelliğini görmeye Zeus geldi, ona içi sır dolu bir kutu armağan ederken “Ey, yaratılanların en güzeli! Sen sen ol, sakın bu kutuyu açma. Açtığın an, içindekiler uçar, ortalığa kötülükler yayılır...” dedi, kadını yeryüzüne indirip Prometheus’un kardeşi Epimetheus’la evlendirdi. Oysa Zeus’un hilelerini bilen Prometheus, nice zaman önce, “Zeus’tan hiçbir armağan alma,” diye kardeşini uyarmıştı. Ama öyle güzeldi ki Pandora, onu görünce Epimetheus’un aklı başından gitmiş, Prometheus’un uyarısını unutmuştu. Merakına yenilmeyen kadın var mıdır şu dünyada; gökten yere inen Pandora fazla dayanamadı, Zeus’un uyarısını aklının ucundan bile geçirmeyip açtı kutuyu. Kutunun içinde saklı kötülükler o anda dışarıya fırladı; insanların arasına acılar, hastalıklar, yalan dolan yayıldı... “Açtırma kutuyu, söyletme kötüyü” deyimi bunu anıştırmıyor mu? Pandora Zeus’un uyarısını anımsayıp kapadı kutuyu ama iş işten geçmiş, kötülükler insanların arasına yayılmıştı. Ama nasıl olduysa, yaşama güdüsünün tek avuntusu “umut”, kutunun bir köşeciğine tutunup kaldı. Söylence bu; denir ki, tanrılar tanrısı Zeus, kadını içinde kötülükler bulunan bir kutuyla yeryüzüne indirerek insan soyundan öç almıştır... Sosyal yaşam mı? Böyle kavramların modası geçeli çok oldu. Hepimiz kendimizden sorumluyuz ve başkalarına güvenemeyiz. Peki nasıl bu hale geldik? Güvenliğimizi ne kadar sağlayabiliyoruz? Cevabını Hollandalı araştırmacı Gijs Van Oenen veriyor. A P ncak konu insanların güvenlik takıntısıysa olumsuzluklar bir adım daha öne çıkıyor. Bu süreç, Türkiye’de ya da Avrupa’da farklı zamanlarda ve farklı şekillerde yaşansa da varılan nokta hep aynı. “İnsan denilen yaratığın sosyal yaşamını sürdürmesi için iletişime, daha doğrusu izlenmeye ve yardıma ihtiyacı var. Artık biz kendi sorumluluğunu almış bireyler olarak çevremizin, toplumun ve ailemizin değer yargılarını pek iplemediğimize ya da dikkate alsak bile kendi mantık süzgecimizden geçirip değerlendirdiğimize göre bizi takip edecek başka birileri ya da bir şeyler olmalı.” Bu, Van Oenen’in çıkardığı sonuç. Bizi kimler mi izleyecek? Bunun için görevlendirilmiş insanlar ve makineler. Van Oenen’e göre komik olan aslında bugün yaşam içinde yer alan tüm korkularımızın kendi yarattığımız ihtimaller olması. Elbette 60’larda yaşanan “adına ne derseniz deyin” hareket ve “dünyayı değiştirebiliriz” inancı, birilerine toplumun biçimlendirilebilir bir kavram olduğu yönünde bir fikir vermiş olabilir. Gijs Van Oenen. Van Oenen, fikre kapılanların tabii ki burada politikacılardan söz ediyor en büyük silahının ise mimari olduğu görüşünde. “Çünkü” diyor “insanları etkilemek için kullanılan diğer yolların çoğu beklenildiği kadar başarılı olamadı.” Çevrenin fiziki ayarlaması genel anlamıyla insanların gerçekten kendilerini uyarlaması gereken yegâne faktör. Beyaz Saray bile tamamen güvenli değil... üvenlik endişesiyle ilgili konuşurken sayıları hızla artan güvenlik şirketlerinden birine danışmamak olmazdı. Bizle görüşlerini paylaşan güvenlik hizmeti veren Power Group’tan Şenol Çelikkan’dı. Söze 2000’den beri güvenlik taleplerinde büyük artış gözlendiğini söyleyerek başladı. Gerçekten de ilginç rakamlar var. Sırf personel güvenliği anlamında bile pazarın büyüklüğü 1 milyar doları aşıyor. Elektronik güvenlik ise çoğunlukla dışarıdan ithal ediliyor. 2007 sonunda 28 bin 660 olan özel güvenlik iznine sahip yer sayısı, 2008 sonunda 34 bin 268’e yükseldi. Alarm merkezlerinin sayısı ise 135 oldu. 2007’de bu rakam 118’di. Ancak Çelikkan, ekonomik krizle birlikte suç oranlarının yükseldiğini kabul etse de çoğu başvurunun da maliyetler yüzünden geri çekildiğine dikkat çekiyor. Site güvenliği hızla gelişiyor. Önce kapıda güvenlik, sonra kartlı giriş G sistemleri... Bunlar sizce insanları rahatsız etmiyor mu? Şahsen beni rahatsız eder. Şöyle düşünün bir arkadaşınızı ziyaret ettiğinizde kimlik bırakıyorsunuz. Arkadaşınıza sürpriz yapacaksınız. Telefonla arıyorlar, haber veriyorlar, bütün sürpriz bitti. Ancak bizim işimiz kötüyü düşünmek. Sürpriz partiyi düşünemeyiz. Krizle birlikte güvenlik talepleri arttı mı? ARAZİYE UYMAK... Basit bir örnek; “Şimdi burada oturduğumuz koltuklar son derece geniş ve rahat, oysa dışarıda, otobüs durağındakiler son derece rahatsız, on dakika oturmak bile çok zor. Bunun sebebi çok basit. Bir evsizin ya da alkoliğin oraya gidip oturmaması için tasarlanmış.” Van Oenen bunu “komutlanmış alanlar” olarak tanımlıyor. Bu çok eski bir tanım değil, bununla ilgili tartışmalar da devam ediyor. Ancak toplumsal çözülmenin ortaya çıkardığı korku ve güvenlik endişesi Güvenlik talebinde artış var ama ödemelerde güçlük çekenler de arttı. Bir kriz olduğunda bizde önce taşeronları vurur. Önce benim param ödenmez. Sırf güvenlik değil, tüm hizmet sektörü için böyle. Biz insan çalıştırıyoruz. O da ayın beşinde para ister. Ancak müşteriden para almayınca ödeyemeyiz. Sanırım insanlar güvenliğe içlerinin rahat etmesi olarak bakıyorlar. Kapıda bekleyen birini görünce içleri rahat ediyor. Bu yeterli değil, her tarafı açık bir sitede güvenlik ne yapabilir ki? Ancak ortak çalıştığımız inşaat şirketlerinin en ufak bir paylaşımı olmuyor. Güvenliği daha kâğıt üzerindeyken çözmelisin. Aslında tamamen güvenli bir yer de yok. Beyaz Saray bile yüzde yüz güvenli diyemezsiniz. Mesela güvenliği sağlayan adam düştü, bayıldı, hastalandı, elektronik aletler bozuldu ya da elektrik kesildi. Ne yapacaksınız? G konusunda önemli bir yere oturuyor. Merkezden uzaklaşıp, sayıları giderek artan kapalı komünitelerin var olduğu çevreye baktığınızda “komutlanmış alanlar” kavramı daha farklı bir şekilde karşımıza çıkıyor. Van Oenen, “Kısıtlama daha çok kamusal alanlar için geçerli gibi görünüyor, ancak kapalı alanların da komutlamanın abartılı bir çeşidi olduğunu söyleyebiliriz” diyor ve ekliyor: “Seni ve beni ayırabilecek çok daha görünür fiziksel bariyerler var. Kamusal alan olmadan toplum denilen şey olmazdı. Bunun sonucu da anlaşmazlık ya da problem demek. Bu kaçınılmaz, çünkü hepimiz aynı değiliz. Birbirimizle iletişim kuracak sosyal kapasiteye sahip olmalıyız yoksa maddesel yardımlara ihtiyaç duyarız. Geleceğe yönelik tahminim de bu yönde ve bu öngörümü interpasifite olarak adlandırıyorum. Bundan hoşlanmıyorum, ama hepimiz bir şekilde interpasifiz. İnteraktivite her zaman daha iyidir; tartışmak, konuşmak...” G Tercihimiz alarm sistemi KIYMET AŞIK da (40 yaşında, mimar) kendi güvenliğini kendisi sağlamak isteyenlerden. Korku ve endişelerini paylaşmaktan çekinmiyor. Güvenlik önlemleri almayı neden gerekli gördünüz? Yatağımın yanında bir yabancı ile karşılaşmak istemiyorum. Ne gibi güvenlik önlemleri alıyorsunuz? Güvenlik görevlisinin hizmet verdiği bir sitede oturuyorum. Buna rağmen evimin alarmını yaptırdım. Bunlar yeterli geliyor mu? Kime güvenebilirsiniz ki? İyi yetiştirilmiş bir köpeğe, eğitimi ve silahı olmayan güvenlik görevlisine, tanımadığınız komşularınıza ya da bir zaman sonra mutlaka gelecek olduğunu bildiğiniz polis memuruna... Ben tercihimi tehdit karşısında tüm siteyi ayağa kaldıran çığlıktan, yani alarm sisteminden yana kullandık. İnsanların günden güne daha çok korunaklı siteleri ve güvenlikli evleri Komşuluk biterken... RACHEL ARAS (21 yaşında, öğrenci) doğduğundan beri Ataköy’de bir sitede yaşıyor. Kamusal alanları rahatsız edici buluyor ve kendince fazlasıyla haklı sebepleri var. Oturduğun sitedeki güvenliği nasıl buluyorsun? Oldukça iyi. Kartlı sistem yok ama kapıda bekçi var. Aslında bundan on yıl öncesine kadar hırsızlar ve satıcılar yüzünden çok şikâyet vardı. Ondan sonra güvenlik sistemine geçildi. İnsanların birbirinden bu kadar çekinir olması sence toplumsal ve sosyal yaşamdaki bir eksikliğin sonucu mu? Tabii ki bence bunun sebebi bireyselliğin daha ön plana çıkması. İnsanlar artık komşuluk değerlerine önem vermiyor. Ben de son beş yılda taşınan insanları tanımıyorum, artık yüzleri de tanıdık gelmemeye başladı. Eskiden komşular birbirinden haberdar olurdu, şimdi böyle bir şey pek yok. İnsanlar korkuyor, “Ben bulaşmayım, adım geçmesin” diye düşünüyor. Sosyal alanlara dönersek, oradaki ilişki çeşitlerinin farklılaştığını düşünüyor musun? Bir kız olarak kalabalık yerlerde bulunmaktan rahatsızlık duyuyorum. Hele hava karardıktan sonra bulunmamayı tercih ediyorum. Bu rahatsızlığın zaman içinde mi gelişti? Yavaş yavaş... Birtakım gerginlikler ve rahatsız edici olaylar sonrası ortaya çıktı. G *** Kadın, daha başta, Olympos tanrılarınca bütün kötülüklerin yayıcısı sayılmış... Yaratan o, armağanlarla donatan o, sır kutusunu eline tutuşturan o, kötülükleri kutuya koyan o; suçlu, kutuyu açan kadın! En ilkelinden en gelişmişine, cinsiyet eşitliği getirdiğini savunan göksel dinler bile Olympos’un yasalarını uygulamıştır... Hava kirlenmesi nerdeyse insanı fanustan evlere sokacak. Varsıl, kapağı gezegenlere attı atacak. Olan yoksula olacak; suyu kurumuş topraklarda can verecek... Peki, kadını Olympos bezirgânlarının elinden kim kurtaracak; çağımızın tanrı bozuntuları mı, kadını kötülüğün suçlusu sayan yobaz kafalar mı? Nâzım ona “anamızavradımızyârimizuğrunda hapislerde yattığımız” diyedursun; kadın, kendini kurtarma bilincine ermedikçe... Hiç kimse! G binyazar@gmail.com C M Y B C MY B tercih etmesi olumsuzluklar da yaratıyor. Siz bu olumsuzların ayırdında mısınız? İnsan kendi ölçeğinden uzaklaşıyor; dev binaların içinde küçük, yalnız ve topraktan ayrı, teknolojinin esiri, iletişimsiz... Ayrıca sosyal fark ölçeğini de kaybediyorsunuz. Gecekonduların hemen yanında gökdelenler, villalar yapılıyor. Yüksek duvarlar ve tellerle sınırlar oluşturuluyor. G