22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 29 MART 2009 / SAYI 1201 Yüzleşmemek için kaçıyoruz... Jehan Barbur, Beyrut doğumlu bir müzisyen. Göçebeliğin ne olduğunu iyi biliyor, Lübnan’daki savaş onu ve ailesini memleketini bırakıp, Türkiye’ye yerleşmeye zorlamış. Bunlar, şarkılarına da yansıyor; umut, hüzün... İlk albümü “Uyan” ile insanları hayatın farkına varmaya çağırıyor. ALİ DENİZ USLU ruhları gereği de hep liman şehirlerine yakın kalmak isterlerdi. İskenderun’u bu yüzden seçtiler. Bu göçebe ve bir yere ait olamama durumu da hep o günlerden bize kaldı. Ya İskenderun’dan kalanlar? O günleri çok özlüyorum. Bir yandan kaçış, bir yandan da yeniye alışmanın tedirginliği üstüme sinmişti. Evdeki ve dışarıdaki hayat çok farklıydı. Bu farklılık başta beni çok hırpaladı. Bunun üzücü bir şey olmadığının farkına vardığımda zaten büyümüştüm. Daha sonra Beyrut’a gittiniz mi? Evet, ilk defa 14 yaşındayken, 1994’te gidebildim. Benim içim yorucu bir karşılaşmaydı. Şehir harabeydi, ürkütücüydü. Umut da vardı elbette, ama yine de yıkıcıydı. Müzik hayatınıza ne zaman girdi? Müzik hep vardı, ama babam müziğe ve hayallerime mesafeliydi. Neden? Her şeyden önce aramızda çok büyük bir yaş farkı var, 57 yıl. Sahneyi sevmiyordu. Müziğin bana hiçbir şey kazandırmayacağına kendisini inandırmıştı. Sanırım bunun nedeni gelecek kaygısı ve belirsizlikti. Ona kendimi ve isteklerimi hiç anlatamadım. Müziğe başladınız ve şimdi buradasınız. Babanızı mı ikna ettiniz? Hayır. Babamın kaybıyla müziğe başladım. 23 yaşındaydım, Bilkent Üniversitesi Amerikan Kültür ve Edebiyatı Bölümü’nden üçüncülükle mezun oldum. Diplomamı babama götürdüğüm gün hastalandı. Bir yıl ona baktık ve sonra onu kaybettik. Düştüğüm boşluk, üzüntü, beni hep istediğim müziğin kollarına attı. Ailemi mutlu etmek için yaşadım, ama artık sıra kendime gelmişti. İstanbul’a da sırf müzik yapabilmek için geldiniz öyleyse? Evet, şansımı denemeliydim. Hayatla inadım müzikti ve başarmak için inanılmaz bir hırs duyuyordum. Elbette bu kolay olmadı. Yüzüme kapanan kapılar, hayal kırıklıklarıyla dolu yıllar geçirdim. Bugün yüzüm olmaz, ama o zaman cahil cesaretiyle pek çok insanla tanıştım. Dört yıldır da küçük bir caz triom var, onlarla çalışıyorum. Albüme de iki yıl önce karar verdim. Altı ayda tamamladım. Bülent Ortaçgil’le tanıştım, desteğine müteşekkirim. Bu dönemde dizi müzikleri, reklam cıngılları, sinema filmleri ve müzikallerde kendime yer edindim. J ehan Barbur, Beyrut doğumlu. “Hikâyeniz nedir?” sorusuna farklı cevaplar vermekten sıkılmış. Herkese kendini başka biri gibi anlatmanın endişesini duyuyor, ama ne de olsa ilk albümü “Uyan”ı tanıtmak için buna katlanmak zorunda. Babur’un sesi samimi, albümdeki parçalar akılda kalıcı. Şansonlar, caz standartları ve biraz da tangoyla flört eden “kendi halinde” şarkılar var “Uyan”da. Jehan Barbur, hayatla ilişkisiniilişkilendiremediklerini albümüne taşımış. Onu dinlemek isterseniz farklı tarzlardan oluşan repertuvarı ve kendi şarkılarıyla cuma akşamları Cihangir’deki Kaktüs Café’ye uğrayabilirsiniz. Beyrut’da doğmuşsunuz. Sonra da Lübnan’daki savaş ve yıkım yüzünden İskenderun’a göç etmişsiniz. Zor bir hikâye. Nedir sizde bıraktıkları? Ailemle, Lübnan’daki savaştan kaçıp İskenderun’a yerleştiğimizde ben henüz iki yaşındaydım. 18 yaşına kadar İskenderun’da okudum. Savaşla birlikte ailemin oradaki yaşamı yerle bir oldu. İşleri ve HAYATA “UYAN”MAK... “Uyan” ilk albümünüz. Bu, müziğe, yeni hayata ve hayallere bir uyanışı mı ifade ediyor? Uyku ile aramda ciddi bir dert var. Albümün ismi bu yüzden biraz mecaz biraz da gerçek. Ben uyuduğum zaman korkarım, uyumak zaman kaybı gibi gelir. Annemin “Hadi kalk! Gün gidiyor” sözlerinden kurtulamadım. İşim yoksa bile sabah erkenden ayaktayım. Yani sürekli hareket halinde olan ve durunca düşeceğini düşünenlerdensiniz, ama arada bir biraz soluklanıp, bir şeyle uğraşmadan beklemek gerekir. Elbette. Durarak beklemek çok da kötü değil, çünkü vicdanımızla yüzleşmekten korkup,kendimizi boğduğumuz hareket bir kaçış. Albümde de “Yaşıyor olma haline uyanmak” ironisini kuruyorum. Şarkılarınızın yarısı aydınlık yarısı da karanlık. Melankolik, ama umutlu da. Öyküleriniz ne kadar gerçek, ne kadar kurgu? Kendim kadar kendim olmayanı da anlatmanın peşindeyim. Yaşadıklarımın yanında kurgusal karakterlerle hayatı betimlemeye çalışıyorum. “Gidersen” parçasındaki sözleriniz ilginç; “Gidersen bana bir dengini yolla”. Her şeyin bir dengi var mı, yoksa bu da acı bir ironi mi? Kabullenememeyi alaycı bir tavırla dışa vurmak benimkisi. Hayat biraz yalan biraz da gerçek. Nereden tutarsanız ona yaklaşırsınız. İşte hepsi bu. G İnanmakla başlar her şey... DEVRİM EGE Xuefei Yang Çinli bir gitarist. Dünyanın sayılı gitar virtüözleri arasında. Bu başarıyı elde etmesi kolay olmamış. En başta ailesinin önyargılarıyla mücadele etmek zorunda kalmış. Yine de her şeyin inanmakla başladığını düşünüyor. Fotoğraf: Vedat Arık X FREDRIKA STAHL uefei Yang, Çin’de bir klasik müzik okuluna kabul edilen ilk gitarist. Gitarla ilişkisi yedi yaşında başladı Yang’ın. Üç yıl sonra da Çin, Japonya, Tayvan, Portekiz, İspanya ve Avustralya’da konser verdi. 2000’de Ivor Mairants Uluslararası Gitar Yarışması’nı kazanırken 2002’de Royal Academy of Music’ten, akademinin en yüksek derecesi “Dip RAM” ile mezun oldu. “Wigmore Hall”, “Queen Elizabeth Hall”, “Royal Festival Hall”, “Musikhalle”, “National Auditorium” gibi dünyanın en prestijli salonlarında resital veren Xuefei Yang İstanbul’daydı. Klasik müzik belli kalıpları olan, biraz da kapalı bir alan. Çin gibi gelenekleriyle yaşayan bir ülkede yaşayan biri için klasik müzikle ilgilenmek zor olsa gerek. Nasıl bir müzikal serüven yaşadınız? Çin kendi halinde ve sınırlarında mutlu bir ülke. Benim gitar çalarak dünyaya açılmam da bu yüzden şanslar ve tesadüflerle dolu bir macera. Öyle ki ben küçükken gitarın nasıl bir enstrüman olduğunu dahi bilmiyordum. Sesini biliyordum, ama hiç görmemiştim. Ailem beni ilk olarak akordeona yönlendirdi. O çok popülerdi. Gitarla yedi yaşında tanıştım. İlk gitarımı üç Amerikan dolarına almıştık. Onu hâlâ saklıyorum. Gitar beni kendi dünyasına çekti. Hatta yanımda gitarım yokken kendimi eksik hissetmeye başladım. Çin’de ne müzik okulu ne de konservatuvarda gitar bölümü vardı. Ailem de beni bu işi profesyonel yapmak istediğimde desteklemedi. Elimde kalan tek şey iradem ve inancımdı. Müzikle dünyayı dolaşmak ise gerçekten çılgıncaydı. İ sveç doğumlu, 24 yaşındaki besteci ve şarkıcı Fredrika Stahl’ın ilk albümü “A Fraction of You” 2006’da yayımlandığında büyük beğeni toplamıştı. Stahl, Türkiye’de de yayımlanan ikinci albümü “Tributaries” ile, caz ve pop öğelerini birleştirdiği kendine özgü tarzıyla yine büyük ilgi gördü. Albüm, ünlü caz dergisi “Swing Journal” tarafından verilen “Gold Disc En İyi Albüm” ödülünü aldı. Stahl’ı canlı dinlemek isteyenlere bir müjdemiz var: Fredrika Stahl 2009 dünya turnesi kapsamında 4 Nisan’da TİM Maslak Show Center’da sahne alacak. Fredrika Stahl’ın İtalyan bir davulcu, Japon bir piyanist, Norveçli bir gitarist ve Brezilyalı bir basgitarist gibi dünyanın dört bir yanından en yetenekli müzisyenlerle birlikte oluşturduğu bu yeni albüm, dinleyicileri cazdan, blues, reggae ve bossa kadar farklı türlerin harmanlandığı bir müzik ziyafetine davet ediyor.G Bir enstrüma hâkim olmanın, virtüözlük yetisi kazanmanın anahtarını nerede buldunuz? Benim tek farkım hızlı öğreniyor olmam. Çünkü yetenek çalışmakla kazanılır. Bir de saatlerce onunla ilgilenmekten sıkılmıyorum. Öğrenmekten keyif almak sanırım bu işin anahtarı. Enstrümanınızla nasıl bir ilişkiniz var? Mesela Türkiye’de ünlü bir virtüöz, kemanıyla ilişkisini bir evlilik gibi gördüğünü söylüyordu. Gitarım da benim bebeğim gibi. Onunla birlikte büyüyorum. Sevginizi alıyor ve karşılık veriyor. Aranızda duygusal, hatta fiziksel bir bağ oluşuyor. Başka bir enstrüman çalmayı düşündünüz mü? Aslında bu çok enteresan bir nokta. Çünkü gitar çalmayı çok da bilinçli seçmedim, belki de kaderdi. Ancak çelloya hayranlığım hiç bitmedi. Gitarınızla birlikteyken “bu dünyada yalnızca ikiniz varmış” hissini veriyorsunuz. Bu konsantrasyonu nasıl sağlıyorsunuz? Bu yetenek Tanrı’nın bir hediyesi. Zaten ne kadar hızlı çaldığınız ya da ne kadar zor bir icra yaptığınız önemli değil. Önemli olan dinleyiciyle kurduğunuz sihirli iletişim ve duygu. Bir söyleşinizde “John Williams’la çalmak rüyamdı” demişsiniz. 17 yaşınızda onunla çalma fırsatı yakaladınız. Bu tecrübe müzikal gelişiminizi nasıl yönlendirdi? Günün birinde onunla tanışacağımı tahmin bile edemiyordum. Her nasılsa Çin’e geldi ve onunla çalma şansını yakaladım. Aynı sahnede, senkronize bir şekilde müzikle konuşmak inanılmazdı. Bu bana büyük bir güven kazandırdı. Gitar solo olduğu kadar bir grup enstrümanı da... Farklı projelerde yer almak gibi planlarınız var mı? Evet, bazen sahnede kendimi yalnız hissediyorum, ama piyano ve viyolonselle trio olmak bu yalnızlığı alıyor. Yine de solo çalmak benim için daha anlamlı. Gittiğiniz ülkelerin yerel gruplarını dinlemeye fırsatınız oluyor mu? Dünya müziğinin mayasında etnik müzikler var. Klasik müzik bunların küçük bir parçası. O yüzden yerel müzik ciddiye alınmalı. Ben de İstanbul’a geldiğimde bir saz aldım. Sazı aldığım usta bana onun incelikleri üzerine bilgiler verdi. Saz, akustiği duyulan, hisli ve narin bir enstrüman. Eve döndüğümde onu çalmak için epey zaman ayıracağım. G C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle