22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

15 ŞUBAT 2009 / SAYI 1195 5 MEDYAYA ÇAĞRI Savaş tamtamlarını durdurun! Asuman Çetiner İsrail ve Filistin’de, birbirine düşman iki ülkede, bitmeyen savaşın görünmeyen silahı medya. İki ülkede de demokratik kuruluşlar medyayı yakın takibe aldı. Yanlış ve çarpıtılmış haberler, iktidar sözcülüğü, savaşa destek görüşler birer birer deşifre ediliyor. Gerekirse gazeteler basılıyor, editörler haber ve muhabirle yüzleştiriliyor… İ srail’in Filistin’e saldırılarının görüntüleri, fosfor bombalarının yarattığı vahşet hâlâ gözlerimizin önünden akıtılıyor. Üstelik tekrarlanmayacağının garantisi yok; arabulucular, uzlaşma gayretleri, barış müzakereleri, ateşkes anlaşmaları... Hiçbiri bir yandan evini yurdunu kaybeden, öte yandan açlık ve susuzluk ile pençeleşen ya da çoluğunu çocuğunu yitiren insanlara umut olamadı, olamıyor. İsrail halkının verdiği ya da vermediği tepkileri az çok biliyoruz. Yine de Vietnam ve diğerleri gibi, barışı daima saldırgan ülkenin vatandaşlarının taşıyabileceği bilgisiyle bir kez daha bu tepkilerin peşine düştük ve Kudüs’te bulunan Keshev (İsrail Demokrasiyi Koruma Merkezi) adlı örgüte ulaştık. Keshev Genel Müdürü İzhak Be’er. Ona göre savaşın en önemli etkenlerinden biri medya. Kameraların tanklardan ağır bastığını, günümüzde savaşı kazanan ve yenilenin bile medya tarafından belirlendiğini düşünüyor, bizden de bunu göz önünde tutmamızı istiyor. “Örgütümüz 1988’de kuruldu. İzak Rabin’in öldürülmesinden sonra birçok aydını bir araya toparlayarak ülkemizdeki demokrasiyi korumak için kolları sıvadık” diyor Be’er. “Antidemokratik iç güçlere karşı mücadele veriyoruz. Bu çerçevede de en yoğun çalışmamız İsrail medyasının Filistinlileri önyargılı yansıtmasına karşı”. Filistin’deki Miftah adlı örgütle birlikte “Kelimeler de öldürebilir” adı altında yürüttükleri bir proje var, amaçları iki tarafı da medyaya sızan, iktidarların beslediği önyargı dolu görüşlerden kurtarmak. “İnsanlar ulusal medya kanallarından gördükleri, duydukları ve okudukları her şeyi gerçek olarak algılıyorlar. Bu çok büyük bir tehlike” diyor. “Bu sadece İsrail’de olmuyor. Tüm dünyada medya insanları yanlış ve yanlı yönlendiriyor. Ancak savaş nedeniyle bu olumsuzluğu doruklarda yaşıyoruz. Savaş zamanlarında tüm halk bayrak kimliğinin etrafına toparlanıyor, militanlaşıyor. ‘Başka çaremiz yoktu’ diyen ordunun yaptığı açıklamaların arkasına sığınıyor. Dolayısıyla hiçbir medya kuruluşu Filistinlilerin çektikleri acıyı göstermiyor”. KÂR PEŞİNDE KOŞAN MEDYA... Peki savaş İsrail’e nasıl yansıtılıyor? “Manşetleri süsleyen üç tür resim var, biri askerlerimizin şanlı görüntüleri, biri İsrail bayrağının taşınıp yerleştirilmesi, biri de Filistinlilerinin İsrail’e verdiği zarar” diye yanıtlıyor soruyu. Sansür var elbette ama bu yalan yanlış haberlerin nedeni sansürden çok, medyanın kâr peşinde koşması. Kâr peşinde koşmayanlar ise solcu ve liberal Ha’aretz Gazetesi’nden Amira Hass’ın akıbetiyle yüz yüze kalıyor. Hass, yazılarında Filistinlilere karşı duyarlı olduğu için okurlarının aboneliklerini iptal ediyor… İsrail’in en yaygın okunan gazetesi Yedioth Ahronot ise son derece militan bir tutum benimsiyor ve halka bunu satıyor! “Yedioth Ahronot, Birleşmiş Milletler’e ait binanın bombalanmasıyla ölen 43 kişiyi bile kısa bir haber olarak 7. sayfasında verdi” diyor Be’er. “Bu gazeteden etkilenmeniz için İbranice bilmenize bile gerek yok, resimler sizi İsrail yandaşı yapmaya yeterli olacaktır.” Elbette medyaya rağmen İsraillilere ulaşan görüntüler var. Bunlardan biri Filistinli bir doktorun çocuklarını kaybettiğini haykırması. “Bu görüntü İsrail halkını şoka uğrattı” diyor Be’er. “Karşı taraftan bir insanın gözyaşlarını görmek ve bu ‘düşmanın’ İbranice bilmesi İsrailli insanların at gözlüklerini biraz olsun kaldırdı, kendilerini o doktorla özdeşleştirebildiler. Bu noktadan sonra halk arasında eleştiriler yükselmeye, ‘Neden halkın yaşadığı bölgeler bombalanıyor’ gibi sorular gelmeye başladı. Tüm savaş boyunca İsrail medyasının tek haber kaynağı ordunun basın sözcüsüydü. Basının Gazze’ye girmesi engellenmişti. Hatta İsrail hükümeti halkı arkasına almak için basın merkezleri kurdu. Bunların halkla ilişkiler departmanlarına yapılan yatırım orduya yapılan harcamaları bile solluyor.” Keshev’in proje ortağı Miftah’ın (Filistin Global Diyalog ve ve kışkırtıcı haberleri hemen fişliyor ve en kısa zamanda Demokrasi Destekleme İnisiyatifi) medya denetim departmanı toplantı düzenliyoruz. Bu toplantılarımıza sadece Filistinli koordinatörü Ruham Nimri çalışmaların Filistin tarafını şöyle haberciler değil, Arap dünyasının en ünlü gazetecileri ve anlatıyor: “Çok kanlı bir saldırı yaşadık. İzlediğimiz tüm haberler muhabirleri katılıyor. Abbas’ın isteği İsrail ile yakınlaşmak kan ve dehşet saçıyordu. Bu görüntülerden yola çıkarak Filistin olduğu için Filistin medyasında kışkırtma amaçlı, gerçek dışı medyasının halkı ayaklandırma amaçlı, taraflı habercilik yaptığı haberlere rastlanmıyor. Hamas’ın medya kuruluşlarını söylenemez. Filistin’de yaşanan gerçekler kanlıydı, son derece denetlemenin ise pek bir anlamı yok. Çünkü onların hedefleri vahşi ve acımasızdı. Yaklaşık bin 500 kişi hayatını kaybetti, habercilik değil propaganda yaparak insanları ayaklandırmak. birçoğu da çocuktu. Şahsen bu görüntülerin yayınlanmasını Bu yayınlar da Batı Şeria’da yasak. İsrail medyası çok sistematik istemezdim ama doğal olarak ekranlara yansıyan o oldu... davrandı. Oradaki medya siyasetçilerle adeta bir işbirliği Biz Keshev’le ortak çalışıyoruz. 5 yıldır onlar İsrail, biz Filistin içindeydi, tümü savaş yandaşıydı. Karşı taraftan tek bir insan medyasına baskı yapmaya çalışıyoruz. Hedefimiz medyada karşı fotoğrafı bile gösterilmedi. Mesela İsrail askerleri gaz işçilerinin tarafın aşağılanmasına ve insanlık dışı gösterilmesine karşı kamyonunu vurdu, tüm İsrail gazete ve televizyonları ağzına koymak, kışkırtıcı haberleri engellemek. İsrail ve Filistin medyası kadar roket dolu bir kamyonu içindeki ‘teröristlerle’ birlikte çok farklı, İsrail medyasının geçmişi, teknolojisi ve deneyimi öldürdüklerini ilan etti. Sadece bir İsrail gazetesi bu haberin Filistin’e göre daha yüksek. Filistin’in kendi yalan olduğunu yazdı. Bu yalanlar İsrail medyası sadece 12 yıldır var. Biz de aynı halkına bir bir yutturuldu. İsraillilere Keshev’deki arkadaşlarımız gibi editörlerle televizyonlarda sadece bombalanan gizli görüşüyor, habercileri uyarıyor, toplantılar tüneller ve Hamaslılar gösterildi. Ama bu düzenliyoruz. Ancak bizim medya mensupları sadece savaş sırasında böyle olmadı. ile diyaloğumuz çok iyi. Artık neredeyse el İsraillilerin Gazze’den çekildiklerinde ele çalıştığımız söylenebilinir. 5 yıl önce Filistin televizyonlarında gösterdikleri tabloda, o medyasında İsrail tarafından öldürülen üç bölgede sırf Yahudilerin olduğu vardı, iki Arap haberlerde katliam olarak buçuk milyon Filistinlinin adı bile geçmedi. İki nitelendirilirdi, bugün bizim çalışmalarımızın örgüte göre de Ortadoğu’da yaşanan sonucunda bu tür olaylar, ‘üç kişi öldü, çatışmaların bu boyutta olmasında en büyük cinayet ya da saldırı gerçekleşti’ gibi sözlerle etkenlerden biri medya. Bu nedenle Miftah ve anlatılıyor. Miftah olarak her gün ulusal Keshev gibi organizasyonların iki tarafın televizyon ve gazetelerde çıkan haberlerin medya kuruluşlarına baskı yapmaları gelecek Ruham Nimri. raporunu hazırlıyoruz. Gördüğümüz abartılı adına umut veriyor.” G Keshev Genel Müdürü İzhak Be’er. Peki, tek taraflı haberciliğe karşı nasıl bir mücadele yöntemi uygulanıyor? Ulusal medya kuruluşlarının yayımladıkları tüm haberlerin raporları çıkarılıyor, bölgeden muhabirler tarafından gelen bilgiler bulunup editörler ve yazarlar tarafından nasıl değerlendirildikleri karşılaştırılıyor. Editörlerle iletişime geçilip eldeki belgelerle yüzleşme yapılıyor. “Onlara verdiğimiz mesaj şu: Daha iyi haberci olun! Eleştirilerimiz karşısında birçok haberci yoğun çalıştıklarını ve detaya inemediklerini savunuyor. O zaman da kendimiz haberleri hazırlayıp onlara ‘böyle olmalı’ diyerek sunuyoruz. Bu çok etkili bir yöntem” diyor Be’er. Editörlerden sürekli mail aldıklarını söylüyor, denetlenmekten kaygı duyduklarını, kendilerinin de masajlarını sertleştirmekten çekinmediklerini. O mesaj da şu: “Bu savaş bitecek ve halk uyandığı zaman siz de yazdıklarınızdan sorumlu tutulacaksınız.” Doğa turizme açılıyor... “Ekoturizm” yaygınlaşan bir sözcük. Ne anlama geldiği az çok anlaşılıyor, ama neleri kapsıyor, nerede, nasıl, niçin yapılıyor? Birçok kişi gibi, ben de bunları bilmiyordum ve ekoturizm rehberi Başak Güner’le karşılaşınca sormadan edemedim, Güner de anlattı… aşak Güner, bir ekoturizm rehberi. Daha doğrusu İngiltere’de yer alan Greentours seyahat acentasında botanikçi olarak çalışıyor. İşini çok seviyor, yedi yıldır da aynı şirkette. Ekoturizmi doğaya dayalı turizm olarak açıklıyor. “Alternatif, doğa veya macera turizmi olarak da bilinir. Kuş veya kelebek gözlem turları, botanik turları da ekoturizm alanına girer” diyor. Burada önemli olanın, bölgedeki küçük işletmeleri kullanarak yerel halka gelir sağlamak ve bu yolla hem yerel halkta hem de turlara katılan insanlarda doğal alanların korunması gerektiği bilincini yaratmak olduğunu vurguluyor. “Bu yüzden ekoturizmde konaklamalar da doğa ile iç içe olan orta ve küçük işletmelerde oluyor. Genellikle aileler tarafından yönetilen pansiyonlarda kalıyor, küçük lokantalarda besleniyoruz” diyor. Biyoçeşitliliğin bol olduğu hemen her yerde çalışılabiliyor. Türkiye’de çoğunlukla Doğu Anadolu, Doğu Karadeniz ve Akdeniz Bölgeleri’ne gittiklerini anlatıyor. Ekoturizm denince insanın aklı karışıyor, “Bir günlük programınızdan örnek verebilir misiniz” diye soruyoruz, Güner anlatıyor: “Eğer grupta kuş gözlem meraklısı insanlar varsa güne sabah altıda başlıyoruz. Bir saatlik kuş gözleminden sonra kahvaltı edip yola koyuluyoruz. Daha önceden belirlemiş olduğumuz, göz alıcı bitkilerin bulunduğu yerlere gidip bazen yarım saat, bazen iki saat o bölgedeki bitkilerin güzelliğinin keyfini çıkarıyoruz. Fotoğraf meraklıları fotoğraf çekerken, diğerleri de temiz havanın tadını çıkarıyor. Biz de bitkileri onlara tanıtıyoruz. Aslında gelenlerin çoğunluğu ne görmek istediğini B Deniz Yavaşoğulları bilen, hemen hemen bir botanikçi kadar bilgisi olan insanlar. Aradaki tek fark onların amatör olması. Gün içinde dört, sekiz bölgeyi ziyaret edebiliyoruz. Öğle yemeğini genellikle yakınlarda bulunan herhangi bir lokantada alıyoruz ya da piknik şeklinde hazırlıyoruz. Havanın kararmasına yakın otele dönüyoruz. Akşam yemeğinden sonra da yaklaşık birbir buçuk saat o gün hangi bitkileri gördüğümüzü belirliyoruz. Tur sonunda elimizde o bölgede not edilen bitki, kuş, kelebek gibi canlıların uzun bir listesi oluyor.” Güner’e göre ekoturizme ilgi yaygınlaşıyor. İngiltere, Hollanda, Almanya gibi ülkelerin bu konuya ilgisinin uzun yıllardır yoğun olduğunu söylüyor. “Peki ya Türkiye?” diyoruz, yanıtlıyor: “Türkiye’de de bu konuyla ilgili pek çok çalışma var ama hâlâ yabancı turiste yönelik hizmet için. Bildiğim kadarıyla TEMA Turizm dışında yerli turist için bu konuyla ilgili tur yapan bir firma yok. İngiliz bir şirketle çalıştığım için benim de gezdirdiklerimin çoğunluğu İngiliz amatör meraklılar. Türkiye’de, yerli turist için botanik turlarından ziyade kültürel ağırlığı fazla olan yayla turizmi yapıldığını biliyorum. Botanik turizmine ilgi duyan insanlar genellikle orta yaş üstü, bahçelerinde yetiştirdikleri bitkileri doğal ortamında görmek isteyen, derin merakları olan insanlar.” Güner’e göre, Türkiye ekoturizm konusunda yolun çok başında, ama bu konuda çok zengin kaynaklara sahip. Yani biraz ilgi ve özenle Türkiye için önemli bir sektör haline gelebilir… G C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle