Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 BİR İŞSİZİN İSTANBUL’DA VAR OLMA GÜNCESİ... 17 AĞUSTOS 2008 / SAYI 1169 Murat Sayın Büyük kentlerimiz dışında sanat ve kültür Ataol Behramoğlu Ülkemizde sanat ve kültür bağlamında büyük kent denildiğinde, akla öncelikle İstanbul’un gelmesi doğaldır. İstanbul’u Ankara, bir ölçüde de İzmir izler. Bu eskiden beri böyle miydi, araştırılmaya değer. Ankara, öteki iki büyük kentimizin yanında çocuk sayılır. Fakat Cumhuriyetimizin başkenti, şimdilerde altı oyulmaya çalışılmakla ve hiç hak etmediği bir büyük kent yönetiminin elinde olmakla birlikte, gözbebeğimizdir ve hep öyle kalacak... Benim ozanlık yaşamımda da Ankara’nın yeri büyüktür. Şiir bölümünü Turgut Uyar’ın yönettiği “Dost” dergisinde şiirlerimin yayımlanışı, modern şiire adım atışımdır... İzmir, özellikle de Konak Belediyesi’nce düzenlenen dünya şiir günü kutlamalarıyla ülkemizin kültür başkentleri arasında yer almaya hak kazandı... Umarım bu özelliğini sürdürecektir... Bu konuda bir yazımdaki sözcüklerle, şiir İzmir’e, İzmir şiire yakışıyor... Büyük kentlerimiz dışında sanat ve kültür yaşamı, eskiden, örneğin Osmanlı döneminde nasıldı? Araştırılmaya gerçekten değer... Bunu yaparken kuşkusuz “büyük kent” kavramını da irdelemek gerekir... Söz gelimi Konya... Daha eskilere, Mevlana’nın yaşadığı döneme gitmeksizin, 2. Meşrutiyet sonrası ve Cumhuriyetimizin 30’lu 40’lı yıllarıyla yetinecek olursak, karşımıza sanıyorum ki bambaşka bir Konya çıkacaktır. Bu kentimizde doğan “Yeni Fikir” felsefi hareketi, “enerjetizm” diye de adlandırılan “Konya Felsefi Okulu” ciddi incelemelerin konusu olacak değerdedir. (Bkz. H. Z. Ülken, “Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi”, ilgili bölümler.) (Yine kendi ozanlık yaşamımdan örnek verecek olursam, Çankırı’daki Sıcaklar ve birkaç kitap Meriç Kırmızı P arasız ve bir projeye asistanlık dışında işsiz olarak İstanbul’da denizin vücuduma yapacağı sağaltıma hasret geçip giden bir yazda en çok kitap okuyorum. İster istemez bazen 27 yaşında ve hala öğrenci olmamın diğer bir deyişle eğitimli işsiz olmamın sıkıntısı çöküyor üstüme. Karamsarlığa kapılıyorum. Daha genç yaşta iş kavramıyla ve kendimle yeterince tanışmamamın sonucunda o bölümden ötekine yalpalanmış ve “üniversitelilikten” çok uzak bir yükseköğrenim hayatından sonra bu sonuç kaçınılmaz. Birkaç haftadır yeniden internetteki iş ilanlarına bakmaya başladım, özellikle İzmir’dekilere. Proje için gittiğim müthiş bir kent planlaması örneği bu kenti bir günde Desen: Deniz Ülkütekin C M Y B C MY B ortaöğrenim yıllarımda, Konya’da Halıcı kardeşlerin yayımladığı “Çağrı” dergisi, biz taşrada yetişen gençler için önemli bir kaynaktı...) İkinci Meşrutiyet sonrası ve Cumhuriyetin ilk yıllarındaki yolculuğumuzu sürdürecek olursak, Ziya Gökalp’in 1920 başlarında Malta sürgününden Diyarbakır’a dönüşünde yayımlamaya başladığı “Küçük Mecmua”nın altını önemle çizmek gerekir... Özetle, Anadolu’nun(bugünün metropoller dışında kalan) büyük ya da küçük kentlerindeki sanat ve kültür etkinliklerinin kapsamlı bir dökümünü yapmak, yapılmış olanları incelemek çok ilgin sonuçlar verebilecektir... Günümüzde, büyük kentlerimiz dışındaki irili ufaklı kentlerimizde, sanatkültür alanında bir uyanıştan, atılımlardan söz edebilir miyiz? Ülkeyi karış karış dolaşmış ve dolaşan biri olarak diyebilirim ki, her şeye karşın evet... Bana bu pazar yazısını esinleyen de, şu anda masamda durmakta olan üç yayın oldu. Bunlardan biri, hemen her yıl çağrılı olmamla birlikte ancak bir tanesine katılabildiğim, Elazığ’da düzenlenen”Hazar Şiir Akşamları”yla ilgili... Elazığ valiliğince bu şiir akşamlarının (Aytmatov’un onur konuğu olduğu) 15.’si nedeniyle yayımlanan dergi ve CD, “Elazığ Okuyor...” başlığını taşımakta... Bir başkası, “Manisa Sanat Kültür Kurumu”nca bu kentimizde yayımlanmaya başlayan “Gediz” adlı “kent kültürü ve edebiyat” dergisinin Mayıs 2008 tarihli ilk sayısı... İlginç yazıların yanı sıra 71 yıl önce “Manisa Halk Evi”nce yine “Gediz” adıyla yayımlanan derginin ek olarak verilişi, hem bir değerbilirlilik, hem de okura ayrı bir armağan. “Gediz”i, bu güzel dergiyi ilgi ve merakla izleyeceğim... Son örnek, “İçel Sanat Kulübü”nün yıllardır düzenli olarak yayımladığı “aylık bülten”... Fakat Mersin, İçel Sanat Kulübünün sayısız etkinliklerinin yanı sıra, uluslararası Mersin Müzik Festivali başta olmak üzere başkaca sanatkültür etkinlikleriyle, bu alanda da en büyük kentlerimiz arasındadır. Çocuklarımızın beyinleri kaçak ya da “yasal” kurumlarca yayılan ortaçağ karanlıklarıyla körleştirilmediği ölçüde, büyük kentlerimiz dışında da bütün bir Türkiye, sanat ve kültürün bütün alanlarında büyük artılımlar yapabilecek potansiyellere sahiptir... G ataolb@cumhuriyet.com.tr sevdim. Orada yaşayanları kıskandım, kendim yaşama hayalleri kurdum. Türkiye’de satmak ya da pazarlamak (bence pek bir farkı yok sonuçta) ve mühendislik dışında bir işe rastlamak için çok şanslı olmak gerek. Benim gibi bir şey ‘satmak’ istemeyenler ne yapmalı peki? Ülke zaten büsbütün satılıyorken. İstanbul’da eğer evde okumuyorsam hafta içi Kadıköy’de Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nin bahçesini yeğliyorum. Daha bu yaz keşfedebildiğim bu geniş ağaçlıklı bahçe sıcaklardan kaçılacak bir vaha işlevi görüyor. Fiyatlar da öğrenci bütçesini çarpmıyor. Bugünlerde elimde iki kitap var, arka planda da Kapital. Kapital yavaş gittiği ve her yere taşınamadığı için onun yanı sıra başka türde kitaplar da okuyorum. Biri babamın özellikle bir toplumbilim öğrencisine şiddetle önerdiği Madan Sarup’un PostYapısalcılık ve Postmodernizm, Ankara BilimSanat Yayınevi’nden çıkmış. Akademisyen yazarı kitabını bu kavramları ve ilgili düşünürleri anlaşılır bir dille bir arada açıklayacak bir kitap yazmasını isteyen öğrencileri için kaleme almış. Öğrencilerinin sıkıntısını paylaşan ve her hafta bir düşünürün ele alındığı bölük pörçük kuram derslerinden yaka silken bir toplumbilim öğrencisi olarak benim için bir hazine değerinde diyebilirim. Lacan, Derida ve Foucault ayrı başlıklar halinde incelenmiş… Elimdeki diğer kitap bir roman: Zemberekkuşu’nun Güncesi. Haruki Murakami adlı başarılı bir Japon yazarın yedi yüz küsur sayfalık romanında Toru Okada adlı benim gibi işsiz ve gelecek tasarımsız bir adamın başından geçen çok karakterli, esrarengiz olaylar adamın kendi ağzından anlatılmış. Her şey karısı Kumiko’nun çok sevdiği kedilerinin kaybolması ile başlıyor; Kumiko’nun evi sessizce terk edişi ile sürüyor; baş kahramanın düşünmek için indiği kurumuş bir kuyudan çıktığında yüzünde aniden beliren koyu siyah ve sıcak leke gibi garip olaylarla gelişiyor. Bu kitabı da daha bitirmedim, henüz Toru Okada’nın Kumiko’ya ulaşma arayışları olağandışı yöntemlerle sürüyor. Yazar sanırım sonuca odaklanmaktan çok Toru Okada’nın arayışına odaklanmamıza önem vermiş. Hiçbir kayda değer olayın geçmediği kahramanın biraz kitap okuduğu, uyuyakaldığı, alışveriş yapıp ev temizlediği, hatta kimi zaman boş oturup gündüz düşlerine daldığı günleri dahi okurla paylaştığına göre. Romanda dün okuduğum bir paragraf bana adını anımsayamadığım bir garip ülkeyi çağrıştırdı. Sizinle paylaşayım, belki siz anımsarsınız. Toru Okada’nın evine Kumiko’nun ağabeyi olan ve politikaya adaylığını koymuş Noboru Vataya’nın bir adamı izinsiz geliyor; Toru Okada’yı bazı şeylerle tehdit ediyor. Amaç Noboru Vataya’nın adaylığını gölgeleyecek bir harekette bulunmasını engellemektir. Başkahraman isteklerine ayak direr ve zaten Noboru Vataya’nın gücü sayesinde isterse basında çıkabilecek olumsuz eleştirileri engelleyebileceğini ileri sürer. Adamın bu basınyayın manipülasyonu fikrine yanıtı düşündürücü: “Hadi, Bay Okada, böyle sert konuşmayın. Size Japonya’da yaşadığımızı hatırlatırım; normal, demokratik bir ülkede, bir muz cumhuriyetinde değil. Bir politikacı, ne denli etki sahibi olursa olsun, gene de bir gazeteciyi öyle kolay kolay susturamaz. Fazlasıyla tehlikeli bir şey bu, ayrıca susturduğunu varsaysak bile, bu tür yöntemlerin kullanılması er geç, istenenin tam tersi bir sonuç doğuracak bir öfke yaratır ve bu da, toplumun dikkatini, Rifat Mutlu (rifatmutlu@gmail.com) eninde sonunda gizlenmek istenen şeyin üstüne çeker. Uyuyan aslanı uyandırmamalı, der atasözü. Açıkçası, sözünü ettiğiniz şiddet yöntemi, bizi ilgilendiren olay kadar el yakıcı bir olayla hiç bağdaşmaz.” (s. 531, İtalik bana ait) Gelecek kaygısı tavana vurmuşken özgüveni neredeyse dibi boylamış olduğu için omuzları çökük benim gibi insanlardan oluşan bir toplum için Japonya’nın bir muz cumhuriyeti olmadığı bilgisinin herhangi bir avutucu değeri var mı, onu hiç bilemeyeceğim. G MİZAH MAĞARA ADAMI / Tayyar Özkan (www.tayyarozkan.com)