22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 17 AĞUSTOS 2008 / SAYI 1169 Renta body guard* Selçuk Erez irkaç yıl önceydi. Üçüncü romanımı Yayınevi’ne yollayınca aşermeğe başlamıştım: “Dördüncüsünü düşünmenin zamanı geldi” demiştim kendi kendime. “Diğerlerinde yaptığım gibi her şeyden önce güzel bir başlık bulacak, sonra da romanı buna uyduracağım.” Halkoyu yoklamaları yaptım: Birkaç alternatif içinde en çok tutanı “Renta body guard” oldu... Artık ikinci adımı atacak, uygun bir kapak resmi de düşünecektim... Bir romanın başarısı, her şeyden önce adına, kapaktaki resme ve bilhassa “ilk sayfa”sında yazanlara bağlıdır. Kapak kompozisyonunu tasarladım. Şöyle bir şey olacaktı: Hafif topluca bir kadın.. Kucağında bir Van kedisi, pencereden bakıyor. Baktığı yerde kurumuş bir ağaç var; arka planda Boğaz Köprüsü görünüyor. Altından tanker geçiyor. Oturmuş tam dört ayrı “ilk sayfa” yazmıştım... Sonunda hiç birini beğenmedim, hepsini yırttım. Beşincisi istediğim gibi olmuştu: Oynama çıkıdım çıkıdım.. Oynama çıkıdım çıkıdım (O ara cep telefonum öyle çalıyordu) Alo? “Renta body guard” şirketi mi? Gazetede ilanınızı okuduk. Bu gece servislerinizden faydalanmak istiyorum.. Fiyatlarınızı öğrenebilir miyim? Kaleşnikoflu mu kaleşsiz mi? Ruhsatınız var mı? Havan topları için bulundurma, kaleş ve bloklar için taşıma ruhsatlarım var. Konya’dan, Balcılardan aldım.. *** Sarıyer’in tepelerinde yüksek duvarlı bir yapı. Uzaktan bakınca bisküvi fabrikası sanırsın ama bahçesinde olimpik yüzme havuzu, bir BMW Z4 (iki kapılı) bir de Maserati var. Kapıyı açmadan adama anasının kızlık soyadını ve vatandaşlık numarasını soruyorlar. Dört köpek aynı anda havlamasa duyup cevap vereceğim. Şeker kolonisinden arta kalanlar... Şeker Fabrikalarının özelleştirilmesinde sona yaklaşılıyor. Oysa Türkiye’nin ilk sanayi kuruluşlarından biri olan Şeker, bir yaşam tarzının da örneğiydi. Okullu, Çocuk Nafiz annesiyle (solda). B sinemalı, yüzme havuzlu koloniler, kampanya dönemi balolarla şenlenirdi. Boyacıoğlular üç kuşak Şeker Sanayii’nde çalıştılar... Berat Günçıkan Nafiz Boyacıoğlu çalışma arkadaşlarıyla birlikte (ortada bıyıklı). Nihal Boyacıoğlu. edi yıl önceydi, emekliliği geldi ve Nihal Boyacıoğlu, dilekçesini yönetime sunup, içine doğduğu “koloni”den çıktı… Koloni, Türkçede duymaya pek alışık olmadığımız bir söz, oysa Şeker fabrikaları çalışanları için bütün bir yaşamın adıydı. Nüfusun büyük çoğunluğu köylerde yaşarken bile orada hayat “Batı”nın küçük bir uyarlamasıydı, sinema, balo salonları, partiler, yüzme havuzları, tenis kortları, okul, şömine, piyano, vs… Kısacası, şimdilerde fabrikalarının özelleştirilmesi için son hazırlıkları yapılan Türkiye Şeker Şirketi’nde hayat başka türlü akardı. Sonraları da oralarda da hayat “normalleşti” ama yine de özelleştirmeye çeyrek kala “koloni”ye şöyle bir göz atmakta fayda var… Anlatacağımız üç kuşak Şeker Şirketi’nden emekli olan Boyacıoğlu Ailesi. Anlatıcı ise üçüncü kuşak, son emekli Nihal. Birkaç sonuçsuz kalan girişimden sonra Türkiye’de bir şeker fabrikasının açılabilme tarihi, 1923. Kurucusu ise sonradan Şeker soyadını alacak olan Uşaklı Mollazade Nuri Bey. Hemen arkasından diğer fabrikalar için kollar sıvandı, ikincisi için Alpullu, üçüncüsü içinse Eskişehir göze kestirildi. Yunan işgali sırasında Kütahya’nın Emet’inden Eskişehir’e sürüklenen, kendisi gibi Çerkez Fatma ile evlenip, biri Nafiz, diğeri Hakkı iki oğlu olan Boyacızadelerin torunu Mahmut bu yeni girişimi hevesle destekledi. Toprağını fabrikaya bağışlamakla kalmadı, köy köy gezip şeker pancarı ekiminin kendilerine sağlayacağı zenginliği anlattı. Zamanla aile içi sorunlar nedeniyle serveti tükenecek, kendisi de fabrikaya işçi yazılacaktı. Birkaç kez girişimci ruhuna yenilip ticarete atılsa da her seferinde işçiliğe dönecekti, Mahmut… En fazla meydan amirliğine yükselecek, köylülerin getirdiği pancarların yıkanıp fabrikaya alınmasını kontrol edecekti… İki oğlunu da, daha sonra atandığı fabrikayı da, sosyal tesisleri de Almanların kurduğu Alpullu Şeker Fabrikası’nda büyüttü. Lojmanlar, sinema ve tiyatro salonları, restoranlar, yüzme havuzları, tenis kortları, basketbol sahaları, fabrika çalışanlarının et, süt, yumurta gereksinmelerini karşılayan tarım işletmelerinde gerçek bir “koloni” yaşamı hâkimdi, “dış” dünya sadece teferruattan ibaretti… Nafiz yüzmeyi ve tenisi “koloni”de öğrendi, ikinci savaş yıllarında şeker fabrikasında bile çayı üzümle içmenin ironisini yaşadı, köylülerin fabrika bahçesinden topladığı otları pişirmesine seyirci oldu. Mahmut’un oğlu için çizdiği rotada önce işçilikten fazlası vardı, İstanbul’da, Boğaziçi Lisesi’ne yatılı yazdırdı ama İstanbul Nafiz’i baştan çıkarınca, “dön” diye çağırmaktan, fabrikaya işçi yapmaktan başka çaresi kalmadı. Nafiz fabrikada çabuk yükseldi, ustabaşı olup Konya ve Kayseri şeker fabrikalarının montajına katıldı. Küp şeker üretimine geçerken eğitim için Almanya ve Fransa’ya gönderildi. Oralarda kalmaya niyetlendiyse de yine babasının emrine uydu ve döndü. Bu arada küçük oğul Hakkı’ya da şeker fabrikalarında iş bulundu. Y Nafiz, Eskişehir’in Mahmudiye ilçesinin Demokrat Partili Belediye Başkanının kızı Yurdanur’la evlendi, iki kızı oldu, Meral ve Nihal. Çocuklar ya Erzincan, ya Kayseri, ya Eskişehir şeker fabrikalarında düştüler anne rahmine ya da orada doğdular. Nihal’in nüfus cüzdanına Erzincan yazıldı. İkisi de koloni çocuğuydu, koloninin yazlıkkışlık sinemalarında dönemin bütün filmlerini, üstelik çocuk seanslarında izlediler. Balolarda tango ve vals öğrendiler. Bütün aylar renkliydi kolonide ama ağustoslar bir başkaydı. Çünkü pancar alımları başlardı. “Çiftçilerin peşinden koştururduk, derdimiz onların aldıkları hediyeler değildi” diye anımsıyor o günleri Nihal: “Bütün isteğimiz şerbette pişirilip evlere dağıtılan pancarın tadına bakabilmekti. O tadın hatırına mıdır, şeker terbiyesi almış olmanın gereği midir, hiç şikâyetçi olmazdık babalarımızı kampanya süresince görememekten veya çokça yorgun görmekten”. Nafiz’i diğer babalardan farklı kılan bir kitabı vardı, Almanya’dan beraberinde getirdiği “Görgü Kuralları”… Kitapta okuduğu her bilgiyi birebir uygulamak isteyen Nafiz’in yatak hesapları yapılır, daimi muvakkat çalışan herkes ikramiyesini, birer çuval şeker primini alır, bir haftalık ücretli tatile gönderilir ve tüm çalışanların katıldığı bir balo ile o dönem sonlandırılırdı”. Nihal büyüdü ve kendine başka bir rota çizdi, resim okuyacak, ressam olacaktı. Nafiz, tıpkı babasının kendisine yaptığı gibi kızının Yurdanur ve Nafiz. rotasını çevirdi ve onu kolonide tuttu. Kütahya Şeker Fabrikası’nın muhasebe servisinde iş başı yaptırdı. Meral de Şekerbank’a memur oldu. Çocuk aklıyla “Burası da babadan oğula, çiftlik gibi” diyenlere kızan Nihal, “Büyükbabam şirkete gözü açıkken girmiş olsa da babam, amcam ve ben şirkette açmıştık gözümüzü. İşimizin, evimizin, aşımızın her daim hazır olması çok doğal gelirdi.” diyor şimdi “Üç kuşak ‘şeker terbiyesi’ almış olmak gelenekleriyle, kurallarıyla, duygusal bağın dışında, şirketle iç içe Nihal’in doğumu, dede Mahmut, baba Nafiz ve izlerini sürecek iki çocuk... kişisel bir tarihti”. O tarihten ilk düşen Mahmut oldu, çarşafları kolalı olmalıydı, rakı sofrası adabına uygun kurulmalıydı, Nihal’in doğduğu yıl emekli oldu, 1971’de de öldü. Nihal’in işbaşı yemek mutlaka 19.00’da ve sessiz yenmeliydi, herkesin ayrı yastığı yaptığı 1976’da Şeker Sanayii güçlenmiş, fabrika sayısı 18’e, ve yatağı olmalıydı, bir kız dansa kalkarken damının neresinde üretim 1 milyon 180 bin tona, şeker tüketimi ise kişi başına 4.6 duracağını bilmeliydi… Boyacıoğluların evinde her akşam mutlaka kilodan 23 kiloya yükselmişti. 1978’de Nafiz de emekli oldu. kitaptan birkaç sayfa okunur, sonra uygulamaya geçilirdi, dans bu Meral hep Eskişehir’de kaldı, ama Nihal Uşak, Eskişehir, Yozgateğitimin en keyifli yeriydi… Sorgun, Susurluk gezdi. Koloni artık çocukluğunun rengini Yirmi hanelik kolonilerde babalar altı ay on iki saat gece, on iki yitirmişti, süt, yumurta, et sağlayan çiftliklerin üretimi saat gündüz, 40 derecenin üstünde ısıda, solukların bile zor durdurulmuş, sinema ve tiyatro salonları kapatılmış, yüzme duyulduğu gürültüde, pancar kokusu, pancarın çamuru içinde havuzları yosun tutmuştu. Cumhuriyet, yılbaşı ve kampanya vardiyalı çalışıyordu. Kampanya zamanlarında evlerde yaşanansa baloları birer anıydı artık. Nihal 1990’da kendisi gibi Şeker “mutlak sessizlik”ti, karartılan yatak odaları, çaldırılmayan Sanayii’nde çalışan Hakan’la evlendi, on yıl evli kaldı. 1995’te Nafiz telefonlar, evden uzakta oynamak. Neyse ki evin yanında yüzme öldü, 1998’de Meral, 2001’de de Nihal emekli oldu… Şeker havuzu, karşısında oyun bahçesi, yorulunca dallarında dinlenip fabrikalarının sayısı 30’a çıktı, çalışan sayısı 30 bini aştı, şeker meyvesini yedikleri ağaçlar, acıkınca (uzunca süre bedava pancarından yılda üç buçuk milyon ton şeker üretilir, iki buçuk sandıkları) yemek yedikleri lokanta vardı. “Babam gece milyon ton da tüketilir oldu… Türkiye’nin şeker politikaları ya vardiyasında değilse, geceleri diğer ailelerle geçirirdik, ya bir Amerika’ya, ya AB’ye bağlı olarak seyir izlemeye başladı… şöminenin karşısında, ya bir piyanonun etrafında ya kütüphanenin Sonunda iş özelleştirmeye geldi. Emekliliğinin üzerinden yedi yıl koltuklarında ya da sinema salonunda iyi bir filmde” diye geçen Nihal’in bir gözü hâlâ “koloni”de ve onu ören politikalarda: hatırlamayı sürdürüyor Nihal: “Kampanya bittiğinde, kâr zarar “Çocuk yanım havada ihanet kokusu var diyor”. G * ya da “Kiralık Katil” Nihal ve Meral koloni okulunda, müzik dersinde... Boyacıoğlu ailesi bir Cumhuriyet balosunda... Boyacıoğlular bu kez kampanya balosunda... C M Y B C MY B Binaya alınmadan sağlık kontrolundan da mı geçeceğiz? Sorum cevapsız kalıyor. Köpekleri bağlayıp beni bahçeye alıyorlar. Patron balkonda oturmuş televizyonda maç izliyor. Sen cidden bodigard mısın? İlana kiralık katil diye yazılmaz ki.. İyi, iyi... Sana ödemeyi kredi kartıyla yapacağım. Cebimden post makinesini çıkarıp masanın üstüne bırakıyorum: Tek defada mı çekelim? Taksit ister misin? Şu adamı bir yerden tanıyorum ama çıkaramadım. Bakan makan olmasın diye az buçuk mesafeli gidiyorum.. Fakat bu öyle fazla özgüveni olan bir şey değil; belki de YÖK Başkanı’dır... Beyim sizin bodigardlara ne oldu? Geçenki olayı okumadın mı? Bizimkiler tanındı. Bir süre siması bilinmeyen bodigardlarla gezeceğim. *** Yarım saat sonra Beyefendi kapıda belirdi; smokin giymişti. Bol takılı, bir sürü parfümü yoğun yayan eşi de geldiler. Ben şöförün yanına oturdum. Nereye gidiyoruz efendim? Düğün var.. Oraya.. Tehlikeli bir düğün mü? Ben ne işe yarayacağım? Sırası gelince söyleyeceğim: Kalaşnikofunla havaya ateş edeceksin.. Neden? Enselenirsem adımın magandaya çıkmasını istemiyorum da ondan! *** Romanın ilk sayfası tamamdı. Kapağı ve ilk sayfası bitti mi ötesi basittir.. Gerisini bunlar kadar ince eleyip sık dokumam gerekmez... G erezs@superonline.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle