17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

27 TEMMUZ 2008 / SAYI 1166 9 Medyanın hali... Zülal Kalkandelen azıya başlıktaki konuyla ilgili olarak dünya medyasından örnekler vererek başlıyorum. Birinci örnek Romanya’dan. İktidarda bulunan Ulusal Liberal Parti’den ve aşırı sağcı Büyük Romanya Partisi’nden birer senatör, bir süre önce medya ile ilgili bir kanun önerisi verdi. Yasalaşan öneriye göre, ülkedeki bütün radyo ve televizyon yayınlarında iyi ve kötü haberlerin eşit oranda olması zorunlu hale getirildi. Amaç da, halkın ruh sağlığını korumak! Hangi haberlerin olumlu hangilerinin olumsuz olduğuna karar verme yetkisi ise, Ulusal Audiovisuel Kurulu’na bırakıldı. Tabii muhalefetteki liberal demokratlar, bu safsatayı yemedi ve ifade özgürlüğünü kısıtlayan yasanın iptali için anayasa mahkemesine başvurdu. Hatta yetkilendirilmek istenen kurulun başkanı bile, “Haber haberdir. Olumlu ya da olumsuz gerçeği yansıtır. Olaylar ve insan aklı programlanamaz” diyerek yasaya karşı çıktı... Sonunda da Romanya Anayasa Mahkemesi yasayı iptal etti. *** İkinci örnek Uganda’dan. Hükümet, basın yasalarını gözden geçirmek üzere bir komite oluşturdu. Bu komite, medyanın daha sıkı bir şekilde kontrol edilmesini önerince de, hükümet aleyhindeki yayınlara bir dizi yeni yasak geldi. Ülkede zaten var olan uygulamaya göre, özellikle din, etnik kimlik ve ulusal Y güvenlik gibi hassas konularda medyanın yayınları sınırlanmış durumda. Üçüncü örnek de Afrika kıtasından. Bostvana’nın yasalarına göre, bu ülkede devlet ya da hükümet başkanına muhalefet eden herhangi bir yayın yapmak yasak. *** “Şimdi ne diye bu örnekleri veriyorsun?” diye sorabilirsiniz. Yapmak istediğim, içinde bulunduğumuz dönemde Türk medyasının yönlendirildiği tehlikeli rotaya dikkat çekmek. Avrupa’dan ya da Amerika’dan örnekler verirsem, ancak giderek uzaklaştığımız noktayı görebiliriz. Neresidir orası? İktidarın kıyasıya eleştirilebildiği, basın özgürlüğünün demokrasinin vazgeçilmez bir unsuru olarak algılandığı, gazetecilerin halka doğruyu aktarmak için gerçek habercilik yaptığı nokta... Ama verdiğim örnekler, medyanın hızla sürüklenmek istendiği yeri gösteriyor. Neresidir orası? Gazetecilerin susturulmaya çalışıldığı, köşe yazarlarının iktidarın maşası haline geldiği, kirli hesaplarla düzmece haberlerin yapıldığı, gerçeklerin saptırıldığı ters istikamet. O istikamette başaktörler de belli: Eleştiriye dayanamayan baskıcı iktidar ve onun kontrolü altında kuklalaşan gazeteciler... Bunları yazarken üzülüyorum. Çünkü bugün Türk medyasında gördüğümüz örnekler vahimdir. İktidar yanlısı medyanın yayınları, gazetecilik okullarında “mesleki yozlaşma” başlığı altında okutulacak türdendir. İnanılmaz bir bilgi kirliliği yaratılmakta, aynı zamanda malum cemaatin kontrolüne giren iletişim organlarının bütün medya içindeki oranı da giderek artmaktadır. Oysa gazetecilik bu değildir... Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde gazeteciliği bize böyle anlatmadılar. Mesleğin tüm dünyada ortak kabul gören ilk kuralının “doğru haber verme” olduğu öğretildi bize. İftiradan, hakaretten kaçınarak, basın ahlak anlayışı içinde haber yapılmasının şart olduğunu anlatırdı hocalarımız. Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı, çoğulculuğun, kamuoyunu oluşturacak kitle iletişim araçlarının da çoğulcu olmasını gerektirdiğini tekrarlardı hep... Umarım medyadaki bu utanç verici karalama kampanyaları ve köşe savaşları çok sürmez... Ve sonunda Türk medyası, olayların ve insan aklının programlanmaya çalışıldığı bu trajediden çıkarak, Uganda ya da Bostvana medyasına benzemekten kurtulur... G www.zulalkalkandelen.com/[email protected] Din tacirleri... Adnan Binyazar ydınlanma düşüncesi akla dayanır. Bu bağlamda Kant’ın şu tanımı aydınlanma çağının bildirgesi olacak denli etkili: “Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir yetkinliğe ermeme durumundan kurtulmasıdır. ‘Yetkinliğe ermeme durumu’ ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır.” Kant’ın söyledikleri düşünce masasına yatırılıp irdelenmedikçe soyut kalıyor. Akıl, sözlük tanımıyla, insanın düşünme yetisidir; onu “insan” kılan yaratıcı güç... Kant, insanın, aklını başkalarının kılavuzluğunda kullanmasını, aydınlanmanın önündeki engel sayarken, bunu, “kendi suçu ile düşmüş olduğu yetkinliğe ermeme durumu”na bağlıyor. Başkasının kılavuzluğuna başvurmayan insanı kimse kullanamaz. Kişiliğini kullanım pazarlarında satılığa çıkarmış olanların ise, ne aydınlığından söz edilebilir, ne insanlığından. Kant, insanın ancak yetkinleşip aydınlanırsa kurtuluşa ereceğini savunuyor. Bu, onun deyimiyle, “insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu yetkinliğe ermeme durumu”nu aşmasına bağlı. Bu açıdan, aydınlanmasının önünü kesen her türlü baskıya karşı direnemeyen insan, yalnız kendine karşı değil, topluma karşı da suçlu duruma düşecektir. Ayrıca, Kant, bilgilere akıl yoluyla ulaşılacağı, toplumsal yaşamın ancak doğru bilgilerle düzenleneceği görüşünü ileri sürerek, insanın “yetkinliğe ermeme durumu”ndan kurtuluşunun yolunu da gösteriyor. Ne var ki, yolu görmek yetmiyor, yolun aydınlatıcısı olmak da gerekiyor. Aydın insan, temeli sağlam yapıya benzer; öyle bir yapının ortaya çıkması aylar, yıllar aldığı halde, yıkımı bir iki saat bile sürmüyor. Ne yazık ki, Türkiye son zamanlarda her gün aydınlanma yapılarından birinin yıkıldığı, yıkanların kahraman sayıldığı günler yaşıyor. Şu da var; “yetkinliğe ermeme durumu”, insanı yalnızca bilinçsizleştirmiyor, onu kuru kalabalığa da dönüştürüyor. Şu olay, “başkalarının kılavuzluğuna başvurma” tehlikesine bir örnek! Şöyle ki, Türkiye’de tıp alanında bunca ilerleme varken adamın biri çıkıyor, en başta kanser, bütün hastalıkları dua ile sağaltacağını ileri sürüyor. Yüzlerce dindar, duanın Allah rızası için yapıldığını bilse de, sinemaya gidercesine 10’ar lira verip adamın dua seanslarına katılıyor. Sağalma umuduna kapılanlar ne denli bilinç yoksunu olmalılar ki, giriş kapısında bekleyen şarlatanın şu sözleri bile uyandırmıyor onları! “İçeridekiler birazdan çıkacak, siz de biletinizi alıp salona girin. Bakın bu salonu tuttuk, iki gündür otelde kalıyorum, ses cihazlarına para ödüyorum.” Koca halkım, “Öyle dalmış ki yüzyıllar süren uykusuna, /Uyandırmazsan, /Uyanacak değil.” (Dağlarca) Dua taciri, yüzlerce insanı bir salonda toplarken, üç beş kişilik kongreye bile denetçi gönderen yetkililerin bundan haberi olmuyor. Oluyor da görmezden geliyorsa, onun yaptığı, din tacirinin işlediğinden de büyük suçtur. Geçmiş yüzyıllarda olduğu gibi, beyinlerinin kapısını aydınlığa kapayanlar her an böyle kılavuzların tuzağına düşeceklerdir. Pişmanlık duyduklarında da, suçlu yerinde kendilerini göreceklerdir. [email protected] A Yanlış Cumhuriyet, yanlış adam... Enver Aysever gos gazetesinin yayın yönetmenliğine Etyen Mahçupyan’ın getirilişine şaşırmıştım. Toplumu derinden etkileyen bir cinayet, yaşadığımız coğrafyanın en ünlü ve cesur Ermenisini bizden koparmıştı. Geriye derin bir hüzün, acılı bir eşin çığlıkları, isyanı ve insanı derinden etkileyen sözleri kalmıştı. Agos gazetesinde yazılanları sevelim, sevmeyelim şöyle bir dönüp bakar, vicdanlarımızı sorgular olmuştuk. Demek Hrant Dink bizde böyle bir güvenin imgesi olmuştu. Onun terazisine güvenmiş, içtenliğini sorgulamaz olmuştuk. Bunun ne türden bir kazanım olduğunu yokluğunda anladık. Etyen Mahçupyan; Türkiye Ermenileri içinde, Hrant’tan sonra ilk akla gelen isim. Bu yüzden ideolojik bir kaygı güdülmeksizin, sorgulamadan getirildi belki Agos’un başına. Ama söz konusu olan aristokrat tavırlı bir Ermeniydi. Hrant gibi bir sokak çocuğu değildi. Mahçupyan hep tepeden bakar bir tavırdaydı. Geçmişte, bugün yazdığı yerlerde kuşku duyacağımız, karmaşık siyasal yapıların içinde kalem oynatmaktaydı. Tüm Türkiye’nin sorunu haline gelen; vicdanlı bütün Kürtlerin, Türklerin, Ermenilerin ve tüm ötekilerin davasını yürütmekle yükümlü bir gazete için, fazla taraflı, tavırlıydı Mahçupyan. Bir yanlış vardı ortada büyük bir yanlış! Agos yayın yönetmeni olmak için, sadece şöhretli bir Ermeni olmak yetmişti. Oysa başka bir ölçüte gereksinim yok muydu? Sözgelimi, yaşadığımız coğrafyanın varsıllıkyoksulluk sorununa nasıl bakması gerekirdi Agos’un, düşünülmüş müydü? Cemaat gazetesinin köşe yazarı olarak bilinen Mahçupyan; Osmanlı’yı, cumhuriyetten ileri gördüğünü, defalarca açıklıkla yazmıştı. Osmanlı’nın çokkültürlü, çok kimlikli yapısının barışçı, kucaklayıcı olduğunu A söylüyordu. Peki Alevilerin, Osmanlı’dan çektiklerinin hesabını nasıl soracaktı bu yayın yönetmeni? Ötekinin sesi olan, bir vicdani hesaplaşmanın tarafı olan Agos, bu öğretiye sahip çıkacak mıydı? Bir yanlış vardı ortada, hem de koca bir yanlış! Şimdi yine toplumu derinden sarsan, liberalİslamcı uzlaşmasıyla ortaya çıkan bir gazetede Kemalizme küfür etmekteler birlikte. Kuşkusuz Kemalizm eleştirilmeli, onarılmalı, belki de vazgeçilmeli... Ancak bunu bir vicdani namusla yapmak var, bir de puslu havada, kaçamak biçimde... Yanlış büyüyor giderek... “Yanlış Cumhuriyet” kitabının yazarı Sevan Nişanyan da Agos yazarı. Hani şu eşine dışkısıyla saldıran adam. Kıyasıya eleştirmiş, neredeyse hakaretler ederek saldırmıştı genç cumhuriyete. Evet; deneyimsiz, beceriksiz ve pek çok alanda başarısız bir cumhuriyetimiz var. Kullardan birey yaratmayı başaramayan, padişahlardan parti başkanları devşirmiş bir cumhuriyet. Ama Nişanyan bir ideolojik tercihin ürünüdür. Küresel bir karmaşadan doğan bir kalemdir. Bunu bilmeyen kalmamıştır. Agos bir süredir büyük bir kavga yaşıyor. Gazetenin kadın yazarları, eşine dışkı atarak saldıran köşe yazarlarına tepkililer. Yayın yönetmeni Mahçupyan, dostuna sahip çıkıp, olanın özel yaşama değginliğinden söz ediyor ve tepkili kadınlara kapıyı gösteriyor. Anlaşılan Agos’un ideolojik yapısı, bu türden tavır almayı gerektiriyor. Yaşanan özel yaşama yönelik midir, yoksa siyasal mıdır? Yaşadığımız hiçbir şeyin siyasetten kopuk olmadığını düşünür, dahası ideolojiden yoksun gibi görünen olayların, kişileri ele verdiğini bilirim. Nişanyan, baskıcı, faşist bir tutum sergilemiştir. Buna sahip çıkmak, aynı öğretiyi onaylamaktır. Eğer durum buysa, kaçınılmaz olarak, Agos gazetesi, Hrant Dink’in mirasına ihanet etmiş, faşist ellere kalmış demektir. Bunun hesabını sormak gerekir. Diyeceğim; gün bulanık suda yüzenlerin, berrak kıyılardan korktuğu gündür. Agos, Hrant’ın ardından yürüyen binlerce kadının da gazetesidir. Rakel Dink’in gözyaşlarını bir özgürlük çığlığı, bir barış eli olarak algılayanların adresidir. Gün; ayaklarını hangi coğrafyaya bastıklarını bilenlerle, sömürgeciler arasındaki kapışmanın günüdür. Gün, namus davasına sahip çıkmak için, ak pak olma günüdür. Tarihin kırılma zamanları vardır. Hakça bölüşen, eşit, alın terinin baş tacı edileceği bir yurt istiyorsak birlikte yaşama iradesi göstermeliyiz. Etyen Mahçupyan istifa etmeli ve belki yerine bir kadın yayın yönetmeli gelmelidir. Üstelik Ermeni olma koşulu aranmadan. Ancak ırkçılık böyle aşılır. Cumhuriyet yanlış mı? Belki... Ama şu sorunun yanıtı vermeden hangi doğru bulunabilir ki; Bu kafa egemen oldukça, Ağrı Ararat olsa, Tunceli Dersim olsa cumhuriyet düzelir mi ki? G www.enveraysever.com Hrant Dink. C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle