Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6 7 FULYA CANDAŞ Bu tarz müzik dinlememde babamın etkisi olmuştur, ama Metallica’yı keşfetmem babamın vasıtasıyla olmadı. Hatta onları biraz geç zamanlarında keşfettim diyebilirim. Televizyonda Turn The Page’in klibini izleyip çok etkilendiğimi hatırlıyorum. Sonrasında en sevdiğim iki gruptan biri oldular. Her ne kadar bu aralar çok fazla dinlemesem de, bu düşüncem hiç değişmiyor. Bir yerde herhangi bir parçaları çaldığında bana hep aynı tadı veriyor. Metallica apayrı, hiç sıkılınmayacak, herkese hitap edebilen de bir grup. Bunda melodilerinin çok güçlü olmasının etkisi var bence. En sevdiğim albümleri St. Anger, bu albüm birçok kişi tarafından eleştirilse de bana hep çok güzel geldi. Konserde en çok bu albümden parçalar dinlemek istiyorum. Bir de umarım Memory Remains ve Turn The Page’i de çalarlar... Bu akşam İstanbul sallanacak! DENİZ YAVAŞOĞULLARI ’93’teki konsere gittiğimde 9 yaşındaydım. Bilinçli bir tercih değildi, hatta Metallica’nın bir grup olduğunu bile konserden birkaç gün önce öğrenmiştim. O yıl Guns’n Roses dahil birkaç konsere daha gitmiştik, bu yüzden neyle karşılaşacağımı az çok biliyordum, ama Metallica’nın çok daha farklı “bir şey” olduğu İnönü Stadı çevresindeki atmosferden belliydi. Etraf çok daha coşkulu ve kalabalıktı. İnsanların heyecanı yüzlerinden okunuyordu, bu sefer. Bizim bilet tribündendi, oraya doğru giderken, annem bilet gişesinin oradan stadyumdaki yemekhaneye açılan bir pencereyi bana işaret etti, “bak” dedi, “şu solist!”. Baktım adama, sessiz sakin, dört bölmeli çelik kaptan yemek yiyor... Pek ilgimi çekmedi. Ta ki konser başlayana dek. Sahnede o kadar etkileyici bir hali vardı ki! Konser bittiğinde herkes etkisi altında kalmıştı. Babam asık suratla “adamlar nasıl çaldılar öyle, hiçbir falso yok, vay be “ deyip durdu. Şu an ise o konserin Bulutsuzluk Özlemi’ne de katkısı olduğunu söylüyor. Özellikle grup elemanlarının “biz de sizlerden birileriyiz, sadece size müzik yapıyoruz” şeklindeki mütevazı tavırlarından, seyirciyle ilişkilerinden çok etkilendiğini, “One” çalarken 40 bin kişinin nasıl eşlik ettiğini unutamadığını, “ders çıkardığım bir konserdi” diyerek anlatıyor. O günlere ve bana dönersek.. Ben, konserin ertesi günü Black Album’ü bulduğumu, walkman’ime takıp kulaklığı günlerce kulağımdan çıkarmadığımı hatırlıyorum. Babamlar bu kadar etkisinde kalmamı korku filmi sevmeme bağlamışlardı, ben nedenini çözememiştim ancak aradan üç dört yıl geçtikten sonra James Hetfield’a duyduğum aşk çözmem gereken bir sorun boyutuna ulaştı. “Yok” diyordum, “Olmaz, ben hayatımda başka kimseye ilgi duyamam”... İşte gazetecilik yapmayı düşünmeye başlamamın sebebi de bu aşktı. Bunu, onunla görüşebilmenin tek fırsatı olarak görüyordum! Neyseki hayata açılmamla birlikte, o aşk zararsız bir platonik aşka dönüştü. ’99 yılında da Ali Sami Yen’deki konsere gittik, tabii bu sefer 15 yaşındaydım, bileti, yıllar önce tribünden izlediğim ve özendiğim saha içindeki gençler gibi, ben de saha içinden aldım ve arkadaşlarla gittim. Babam da konserdeydi… Gittiğim en muhteşem konserdi, gözlerim dolmuştu. Bu akşam yine Ali Sami Yen’de olacağız. Babam bunun ’99’dakinden çok daha iyi konser olacağını iddia ediyor, yine çok heyecanlıyım... DERYA ÇEBİ LEVENT CANDAŞ 93 Metallica konserine gidememiştim, ilk olarak 99’dakine gittim. O zamana kadar Metallica çok da takip ettiğim bir grup değildi. Ancak o konserden sonra anlamı büsbütün değişti. Grup müziğini çok seven bir insanım ve Metallica elemanlarının birbirleriyle muhteşem bir uyum yakaladıklarını o konserde fark ettim. Seyircilerle iletişimleri ve sahne şovları da mükemmeldi. Ondan sonra grubu daha çok takip etmeye başladım. Load ve Reload’da eski sertliklerini kaybettiklerine dair eleştiriler almışlardı, 99 konseri de tam o döneme denk geliyordu. Artık eski imajları yoktu, kısa saçlarıyla seyircilerin karşısına çıkmışlardı, bu aslında seyircileri, dinleyicileri hayal kırıklığına uğratan bir durumdu. Ancak hayatın, değişimlerin bir getirisiydi de. Metallica şimdi bir nevi dinleyicilerinin gönlünü almaya çabalıyor. St. Anger’la yeniden sert bir albüm yaptılar, bu yüzden konserleri daha da ateşli olabilir. Yeni basçı Lamb Of God döneminden de takip ettiğim ve beğendiğim bir basçıydı, akşamki konseri de çok merak ediyorum... BİKEMMEHMET PORTAKAL Metallica’nın ilk hangi konserine gitmiştiniz, en çok ne dikkatinizi çekmişti? Mehmet: Metallica’nın ilk kez 93 yılındaki, ilk Türkiye konserine gittim. Bu kadar sıra dışı insan nasıl bir araya gelmişti, onlar nerede nasıl yaşıyorlardı, anlamaya çalışmıştım. Farklı insanlar için büyük bir buluşmaydı Metallica, ortak bir amaçtı, dayanışmaydı. O konserde tek başımaydım, o dönem eşimden ayrılmıştım ve Metallica bana epey iyi gelmişti. İkinci konsere ise şu anki eşimle sevgiliyken, beraber gitmiştik. Şu anki eşiniz Metallica seviyor muydu, sevmiyorsa buluşmak için fazla gürültülü bir yer değil mi bu konser? Mehmet: İlk konserimizdi ve aslında onun ne dinlediğini bile tam bilmiyordum. Konsere gittik ve sonra ilişkimizi gözden geçirmeye başladık! Hatta Metallica konserini telafi etmek için onu Sezen Aksu’ya götürmek zorunda kaldım ve o konsere tahammül ederken neredeyse baygınlık geçirecektim! Bikem o zaman annesinde kalıyordu ve gelememişti. Bu konserde ise kızımla olacağım. Ya eşiniz, gelecek mi bu konsere? Mehmet: Bu konsere gelmemek için İzmir’e kaçtı. Bikem: İlk iki konsere gidememiş olmak hep içimde kalmıştı. Bu sefer gideceğim ve bu beni çok heyecanlandırıyor. Düşünsenize kırk bin kişi, bir stadyumda aynı heyecanla sahneye bakıyor. Bu eşsiz bir ortaklık. Ben ise neredeyse doğduğumdan beri onları dinliyorum. Mesela küçükken geceleri uyuyamazdım, babam da bana Metallica’dan “Master of Puppets”ı dinletirdi, ninni niyetine. Böyle sabahlara kadar Metallica dinleyip de okula gitmediğim pek çok gün oluyordu. Mehmet: Artık siyah da giyinmiyoruz, eskiden tüm tişörtlerim siyahtı, evlendikten sonra hepsi teker teker kayboldular. Bu yazı yayımlandığında siz de konser alanında olacaksınız. Sahneye yakın mı olacaksınız? Bikem: Ben konserleri önden seyretmeyi seviyorum, kalabalığa karışıp heyecanı yaşamak istiyorum. Zaten müzik prodüksiyonu okuyorum ve artık işe farklı bir gözden de bakıyorum. O büyük sahne ve şovu bana çok daha başka şeyler ifade ediyor. En son birlikte hangi konsere gitmiştiniz? Bikem: En son, Judas Priest ve Massive Attack konserleri aynı güne geldi, babamla Massive Attack’ı tercih ettik. Metallica benim için ailem ve arkadaşlarım gibi, iyi ve kötü zamanlarımda beni yalnız bırakmayan terapistim, enerji kaynağım. Metallica ile ilk kez ’96’da bir arkadaşımın bana “Load” albümünü dinletmesiyle tanıştım. O dönemde “Metallica sattı” efsanesinin en ateşli dönemiydi. Metallica’yı ilk kez 1999 yılındaki Ali Sami Yen konserinden izledim, küçük ve tecrübesizdim, yani benim için biraz da hayal kırıklığı oldu. Çünkü sahneyi bile zor görüyordum. 2004 yılında İtalya’da, Padova’ya gittim. Hem grupla tanıştım hem de çok güzel arkadaşlar edindim. 2006 “MOP” turnesinde Bologna‘da çok güzel bir konser daha izledim. İlk konserden beri heyecan hep aynı. Zaten “Ecstasy of Gold” başladığında kalbiniz iki kat hızlı atmıyorsa Metallica fanı değilsinizdir. Onları yeniden İstanbul’da izlemek ise apayrı bir heyecan. BURCU KARATEPE Metallica ilk dinlediğim metal gruplarından biri, hatta ilkiydi. ’99 yılında Türkiye’ye geleceklerini duyduğumda çılgına döndüm. Albümlerine ağabeyim aracılığıyla ulaşıyordum, hatta beni bu müzik türüne yakınlaştıran kişi de oydu. Yalvar yakar, abimi konsere beni de götürmeye ikna ettim. O zamanlar 12 yaşındaydım, şimdi düşünüyorum da o yaştaki bir çocuğun bu kadar büyük bir isteğinin gerçekleşmesi harika bir şey. Her ne kadar kısa boyum nedeniyle konsere dair çok az şey görsem, ya da bazı anılarım silinse de şimdiye kadar gittiğim yüzlerce konserin içinde hâlâ en iyisinin o olduğunu düşünürüm. Son albümleri St. Anger’daki zayıf performanslarına rağmen gruba olan inancım hâlâ tam ve bunun da 99’daki konseri aratmayacağını düşünüyorum. Bu sefer kısa boy dezavantajım da yok! GÜLÇİN KOCAKIR Bir müzik grubu, bir insana ne kadar etki edebilir ki? Küçümseme içeren bu soru belki de en çok Metallica hayranlarını kızdırır. Kimi peşinden ülke ülke geziyor, kimi müziğe onunla başlıyor, kimi hayatına onun sayesinde yön veriyor. Konserlerini izlemek için yapamayacakları şey yok. Buna günler öncesinden stadyumun önünde yatmak da dahil. Ali Deniz Uslu 1. Sayfanın devamı en maalesef ilk konseri kaçırdım, gitmek için çok uğraşsam da konser alanındaki coşku sırasında “ezilirim” diye ailem izin vermedi. Ne şanslıydım ki, geçen 1 Mayıs günü çalıştığım gazetenin bahçesinde bir polis copuyla dirseğimi kırdı, “ezdi”. Bu ikisi arasında bir bağlantı yok derseniz, suçu bana da atabilirsiniz! Kısacası istediği halde pek çok kişi farklı nedenlerden o stadyuma girememiş olabilir, yani bu konser pek çok kişi için bir telafi. Zaten konserde herkes farklı bir şey arıyor, kimi gençliğini, kimi uzun saçlı ve küpeli günlerini, kimi de ilk kez bir konseri 40 bin kişiyle izlemenin heyecanını… Yani, “Ecstasy of Gold” başladığında herkesin tüylerinin diken diken olması kaçınılmaz. Biz de Metallica’yı tecrübe edenlerle ve edeceklerle konuşmak istedik. En klişe haliyle “Neden Metallica” diye sorduk. Farklı anlamlarla da olsa cevaplar ve gözlerdeki heyecan hep aynıydı, yine de B Metallica’yı anlatanlar arasında farklı hikâyeler aradık. Hatta 1993 yılındaki konserde tanışıp evlenen bir çift bile bulduk, elbette hemen gazetecilik iştahımız kabardı, “ne güzel hikâye” diye, ama sonra bu çiftin şimdiki kariyerleri gereği “metalci” görünmek istemedikleri için röportaj isteğimizi kabul etmemeleri canımızı sıktı. Hâlâ “anneme metalci olduğumu söylemeyin” diyenler vardı, anlaşılan metalcilere yapıştırılan “kulağında küpe olan uzun saçlı erkekler, siyah tişörtlü satanistler” yaftası hiç silinmeyecekti! Rotamızı, gençlere ve daha önceki konserleri izleyen yaşça büyüklere çevirdik. Metallica’yı ilk kez tecrübe edecekler heyecanlıydı. Kapıların açılmasından saatler önce orada olacaklarını söylüyorlardı. Yaşını alanlar da heyecanlarından bir şey kaybetmemişti, onlarla metal müziğin Türkiye’deki mabedi Kemancı’da buluştuk. Aramızdan biri olan Deniz Yavaşoğulları’nın da gazeteciliği seçme sebebi Metallica olunca o da habere konu oldu. Çünkü o gazeteciliği Metallica’nın solisti James Heffield ile röportaj yapabilme umuduyla seçmişti. Babası, Bulutsuzluk Özlemi’nin solisti Nejat Yavaşoğulları’yla birlikte KORHAN DEMİRKAYA Metallica’yla tanışalı neredeyse 20 yıl oldu. İnsan nasıl yakınlarının hayatını bilerek yaşar, her şeylerini takip eder ve paylaşırsa benim de Metallica’yla olan ilişkim tek yönlü de olsa, ortaokul sonrasından beri böyle. Onları ilk kez toplama bir kasetten duydum, sonra kardeşimle tüm albümlerini aldık. Master of Puppets albümünü alınca Battery’nin introsunu dinlememle birlikte yıldırım aşkı yangına dönüştü, hâlâ da en az aynı güçte yanıyor. 25 Haziran ’93 İstanbul konseri benim için bir rüyanın gerçek olmasıydı. Aynı zamanda o konser bende yeni bir tutkuya sebep oldu; hayatım boyunca bu adamları canlı görmeye devam etmeliydim. O günden bugüne bu desturla yaşadım, peşlerinden koşmak bir zevkti. Şu ana kadar, grubun yurtdışında onlarca konserine gittim. Her Metallica konserinde 16 yaşında yaşadığım o ilk heyecanı içimde aynı şiddette hissettim. Albümleri muhteşem, ama Metallica canlı yaşanacak bir grup. Sundance Film Festivali’nde, bir barda verdikleri konsere gitmiştim. Orada, 18 yıl bekledikten sonra, grupla tanışma fırsatını yakaladım. Hayatımın en güzel Metallica anılarından biriydi. Onlara kendimi ifade edebilmek, onların da bildiğimden daha inanılmaz insanlar olduklarını görmek beni çok etkiledi. Küçüklüğümden beri çok özel olan Lars’ın insanüstü ilgisi ve James’in güven veren elektriğini kelimelere dökmem mümkün değil. CENK TURANLI Metallica üçüncü kez geliyor, ama daha fazla gelmeliydi. Bu konuda çok iddialıyım, ’93’teki konser bence Türkiye’deki gelmiş geçmiş en büyük konser. Zaten Metallica o dönemde dünyayı yerinden oynatıyordu, durdurulamıyordu. Metallica’nın ilk Türkiye konserinde ben de onlarla tanışma ve onları sahneye yakın, özel ayrılmış bir yerden izleme fırsatı buldum. Grubun diğer hayranları ise konserden bir hafta önce stadyumda yatmaya başlamışlardı. Hatta turne menajerleri konserden üç gün önce mekânı kontrol etmek için geldiklerinde o çocukları görüp pek çoğuna sahne önündeki özel alandan izlemeleri için özel kartlar vermişlerdi. Metallica metal müzikle özdeşleşmiş durumda. Onların yakaladığı diğerlerinde yok. Metallica’yı keşfettiğimde yıl 1986’ydı. Glam ve hair metal ayyuka çıkmışken, onlar gayet samimiydiler. Kot pantolonları, siyah tişörtleri ve uzun saçları ile sahnede büyüyorlardı. Metallica’nın en çekici yanlarından biri de onlardan sıkılmayacak olmanız. Her seferinde keşfedecek başka bir şey bulursunuz onlarda. İşin özü, onları “çünkü”lerle anlatmak mümkün değil. Metallica dinlenir ve “sold out” yani kapalı gişe konserler verir. Biz de Malt grubuyla sahnede Metallica cover’lıyoruz. Zaten Metallica’yı özellikle de James Hetfield’ı bu kadar sevmeseydim müzisyen olmazdım. Metallica’yı, küçükken amcamın arşivinden gizli gizli alarak dinlemeye başladım. “Fade To Black”, “Sad But True”, “The Unforgiven”, “Nothing Else Matters”, “Mama Said”, “The Memory Remains”, “Devil’s Dance”, “So What” gibi klasikleşmiş parçaları zaman zaman yaşamıma fon müziği oldu. Dolu dolu müzik yapan bir grubun ruhumu nasıl da derinlemesine titreteceğini bu akşam diğer Metallica hayranları ile birlikte müzikal ve görsel bir transa geçmeye başladığım anda algılayabileceğim. Metallica’nın beyin uyuşturan tınıları eşliğinde, zaman içinde birçok yere gidip geleceğimi de biliyorum. Küçük bir çocukken amcamın, odasına kapanıp kasetçalarında son ses “gürültülü” müzikler dinlemesini anlamlandıramamamı, görünüşlerinden korktuğumu, siyah tişörtlerini sevmediğimi, “ne yapıyor bunlar! Kafalarını sallarken beyinleri yerinden oynamıyor mu acaba?” gibi düşüncelerimin olduğunu ve sahnede ürkütücü şeyler yaptıklarını söyleyen büyüklerime inandığımı, ama aklım yerine geldiğinde de Metallica’nın “Fade To Black” ile ruhuma işlendiğini hatırlayacağım. Kim bilir belki de bu gece, evlenip de çoluk çocuğa karıştığımızda, çocuklarımıza ve hatta torunlarımıza Metallica’nın albümlerini dinletirken, gururla anlatabileceğimiz bir anımız, rüya gibi bir gerçeğimiz olabilir. FURKAN MÜDERRİSOĞLU Yıllarca kasetlerden, CD ve DVD’lerden takip ettiğiniz bir grubu canlı şekilde karşınızda görecek olmak inanılmaz bir duygu. Hele ki bu grup sizin en sevdiğiniz albümlere imzasını atmış, en çok etkilendiğiniz şarkı sözlerini yazmışsa ve müthiş konser performanslarına sahipse heyecan iki katına çıkıyor. Metallica’nın benim için anlamı çok başka. Onlar artık ailemizden birileri. Bunda samimi ve içten tutumlarının çok etkisi var. Herkes kendisinden bir şeyler bulabiliyor Metallica’da. Gerektiğinde sözünü sakınmayan muhalif bir tavır sergilerken, yeri geldiğinde kendi iç hesaplaşmalarını müzikle muazzam bir şekilde harmanlayabiliyorlar. Bundan 22 yıl önce ölen basçıları Cliff Burton’ı unutmayıp onu hâlâ her konserde anıyor olmaları bile bu adamlara saygı duymak için başlı başına bir sebep. Birçok insanın olduğu gibi benim de müzikle tanışmamı sağlayan, gitar tutkumun yegâne sebebidir Metallica. İnsan nasıl çocukları arasında ayrım yapamaz ise şarkıları da bir sıralamaya sokmak inanın ki çok zor ama One, Fade To Black, Orion, Sanitarium ve Master Of Puppets’ı canlı dinlemeyi çok istiyorum. ’93 Metallica konseri öncesi... Metallica’dan konuştular. Sonra da müzisyen Levent Çandaş ve kızı Figen, bir de konserleri kızı Bikem’le seyretmekten keyif alan, müziği ve müzik piyasasını yakından tanıyan, EMI Müzik Türkiye’nin satış müdürü Mehmet Portakal... Onlar konsere baba kız gidecekler, ben ise 1993 yılındaki o efsane Metallica konserine giden ve yıllarca anılarını bana anlatıp ağzımı sulandıran ağabeyimle birlikte orada olacağım. Seksendört: Bu albüm en büyük kozumuz... S eksendört 2005 yılında yayımladıkları kendi isimlerini taşıyan albümle rock âlemlerine hızlı bir giriş yapmıştı. “Ölürüm Hasretinle” parçaları ile farklı kulvarlardaki pek çok dinleyiciye seslerini duyuran grup yakın zamanda da yeni albümü K.G.B’yi yayımlandı. Bir internet efsanesi olarak büyüyen Seksendört’ün yeni albümündeki tüm söz ve müzikler gruba ait. İlk albüm sonrası aniden gelen şöhretle girdikleri cadı kazanındaki eğreti duruşlarını da atmışlar. Artık kabullenemedikleri şeylerin üstüne gidiyorlar. Albümlerinin simgesi maça ası, bu yaptıkları müziğe güvenlerinden geliyor, yani yeni albümleri onların en büyük kozları. Grup ağustos ayını da sponsor desteği almadan turneyle geçirecek, ayrıntılar, http://www.seksendort.com.tr‘ de. Grup elemanları Tuna Velibaşoğlu, A. Erdem Ocak, Okan Özen, Serter Karadeniz ile konuştuk. Kendi adınızı taşıyan ilk albümünüzden bu yana üç yıl geçti. Neler değişti? Tuna: İlk albümle büyük kitlelere hitap etme ve kendi şarkılarımızı duyurma imkânı bulduk. Ne zaman internetle tanıştık, işler bir anda değişti. “Ölürüm Hasretinle” yayıldıkça süreç gelişti ve profesyonel ekiplerle çalışmaya başladık. Türkiye’nin dört bir yanında konserler verdik, bu ülkenin müzikal ve sosyal coğrafyasını daha iyi tanıdık. Daha sonra da aynı eve taşınıp ikinci albüm kayıtlarına başladık. İlk albümün en büyük eksiği neydi? Erdem: En büyük sorun prodüktörle çalışamamamızdı. Bu işi Okan ve ben yapıyordum. Böyle olunca da grubun kendi içinde ilerlemesi gerçekten zaman alıyordu, bazen de sinirler geriliyordu. İkinci albüm sürecinde Çağlar Türkmen’le “Azap” ve “Karagözüm”de birlikte çalıştık. Bu bizim ufkumuzu açtı. Yeni albümünüzde anlatımlarınız daha keskin, muhalif, melodiler de daha sert. Siz aslında bu muydunuz yoksa artık bu musunuz? Tuna: Müzik gruplarını ilk albümleriyle değerlendirmek çok doğru değil. İlk albümde bize biçilen rol, aşk, ayrılık ve hasret oldu. Aslında o albüm gençlikten ergenliğe geçişte, üniversite yıllarında yaşadığımız umutsuz sevdaların bir özetiydi. İkinci albümde konular ve kurgular farklı oldu. Duyumdaki sertliğin sebebi daha iyi kayıt imkânları bulmuş olmamız. Profesyonel çalışınca daha net bir şekilde duyulmaya başladık. Şarkıları seçerken popülist davranmamaya çalıştık, sahnede çalmaktan en çok zevk aldığımız şarkıları albüme koyduk. Mesela “Dört Duvar”ın ilk düzenlemesi popken, bir anda silkelenip onu yeniden yorumladık ve gerçek kimliğini verdik. Ya sözler? Tuna: Biz sertliği şarkının yarattığı yıkım hissiyatına bağlıyoruz. Bizim en sert şarkımız bu anlamda “Ölürüm Hasretinle”ydi. Bana kalırsa Emre Aydın’ın “Belki bir gün özlersin”i tam da ne demek istediğimi anlatıyor; akustik, ama vurucu... Yani şarkıların gerçekleri insanın kafasına kafasına vurması gerekli. ANADOLU ROCK’TAN KAÇMIYORUZ Yeni albümde Anadolu Rock’tan grunge müziğe bir kayma var, hatta modern pop rock bile diyebiliriz. Erdem: Bu albümde Anadolu tınısını en fazla “Karagözlüm” parçasında duyuyoruz. Biz bu tınıyı seviyoruz. Bu topraklarda yaşıyoruz, bu nağmeler kanımızda dolanıyor. Tuna: Bizim, Anadolu Rock’tan kaçmak gibi bir niyetimiz yok. Bu bir gelişim süreci, belki de bir kimlik arayışı. Müziğimizde grunge duyulması ise doğru yolda olduğumuzun bir göstergesi. “Ölürüm Hasretinle” artık geride kaldı, şimdi farklıyız. EMRE ALKOÇ Biz, 70’lerde doğanlar ne daha önceki nesiller gibi aşırı yokluk çekti, ne de 80’lerde doğanlar kadar bolluk içinde oldu. 70’lerde doğanlar plağın kıymetini ya da bir kasete çekilen albümün hikâyesini şimdikilere anlattığında durum pek bir nostaljik kalıyor. Daha evvel GN’R ya da Metallica’yı canlı görebilmenin hayalini kurmayı dahi düşünemeyen yaşıtlarım için ’93 senesinde, kanlı canlı Metallica’yı görebilmek anlatılabilecek gibi bir şey değildi. Gayet net hatırlıyorum konser gününü, 25 Haziran’dı, aynı gün Adapazarı’ndaki fakültemde matematik finalim vardı, tabii konseri kaçırmam için bu dahi bir bahane olamazdı, olamadı da... Sabahtan sınava gittim, ilk otobüsle İstanbul’a geri döndüm ve hemen İnönü’ye geldim. Henüz kapılar açılmamıştı. Okul yıllarında daha o zamandan kazanılmış deneyimle kapı kuyruğuna şahane bir “kaynak” yaptım ve stada ilk girenlerden biri oldum. Metallica o sene gerçekleşen en kalabalık ve en coşkulu stadyum konseriydi. Saha içinde yaşanan o coşku bir an bile bozulmasın diye yıllarca taktığım numaralı gözlük yerine aldırdığım kontakt lenslerle gittiğim ilk konserdi. Ayinsel konser esnasında yaşanan duyguları, coşkuyu, çıkışta ise on binlerce Metallica fanının suratlarından akan mutluluğu anlatmanın imkânı yok... Bu akşamki konser de muhtemelen ’93‘teki konseri yaşayamamış bir jenerasyona aynı zevki tattıracak... Tabii diğerlerine de... Albümün kapağında maça ası var. Neden? Tuna: Türkiye’de ikinci albüm çıkarmak artık bir kumar. Biz de albümü tamamlayınca “evet, istediğimiz buydu!” diyebildik. Maça da poker de en büyük kozdur ya ona bir gönderme yaparak, “bu albüm bizim en büyük kozumuz” anlamını yükledik. Albümün adı K.G.B. Özel bir anlamı var mı? Tuna: K.G.B.’nin özel bir anlamı yok, bir gönderme değil. Bir şarkımızın kısaltması o kadar. K.G.B. platonik bir aşkı anlatıyor. “Ses Tiryakisi” ise siyasi açıdan önemli bir parça. Albüme koyamadığımız “Hit” ve “Piyasa” şarkılarımız da yakında internetten yayımlanacak. Bu şarkılar müzik piyasası içindeki sanal tanrıları ve ticari müziğin evrimine sert eleştiriler içeriyor. Son olarak albümdeki “Olmuyor” parçasının hikâyesini anlatır mısınız, sanırım bu bir aşk parçası değil. Tuna: Evet, o bir aşk parçası değil. Nakaratında, “olmuyor, sesim çıkmıyor, tenim uymuyor yine” sözleri aslında ilk albümden sonra grubun isminin bizim üstümüze çıkması ve kendi bir kişilik olup kazandığı şöhretle bizi yönetmesi, istemediğimiz şeyleri bize yaptırmasıyla alakalı. İkinci albümde ise kontrolü tekrar ele aldık. C M Y B C MY B