17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 20 TEMMUZ 2008 / SAYI 1165 Nükleer enerjiye dur deyin! Nijer’de uranyum madenleri yüzünden göçebe yaşayan bir halk kıyıma uğruyor. Çevre yasalarından muaf olan uranyum madenleri Aborijinlerin topraklarında yıkım yaratıyor... Türkiye’de ise nükleer enerji santralı yapımına dair girişimler devam ediyor. Geçen hafta nükleer enerji karşıtları Paris’te deneyimlerini paylaştılar. Aralarında Türkiye’den de biri vardı. Sinopbizim Platformu’ndan Oya Koca anlatıyor... Oya Koca aris geçen hafta sonu dünya medyasının ilgi odağıydı. AB’nin altı aylığına başkanlığına gelen Fransa, Eiffel, Louvre ya da Notre Dam’a girebilmek için kuyruklarda bekleşen turist gruplarının yanı sıra Akdeniz için Birlik Zirvesi’ne katılan 43 ülkenin temsilcilerine de ev sahipliği yaptı. Ben de oradaydım; ama AB yıldızları ile dekore edilmiş Eiffel Kulesi’ne çıkmak yerine Seine Nehri’nin kıyısında radyoaktif alarm sirenlerinin duyulmasıyla ölü gibi yere serilen binlerce Parislinin arasındaydım, tek Türk aktivist olarak. Parisliler kirli nükleer endüstrinin yayılma politikalarını protesto etmek için Republic Meydanı’nda toplanmışlardı. Hafta başında Avignon yakınlarında nehir suyunun radyoaktif bulaşma ile kirletilmesine neden olan Tricastin kazası yaşandığı ve otoriteler halktan bilgi sakladığından insanlar tepkiliydiler. Nükleerden vazgeçilmesini isteyen sloganlar haykırdılar. Mitingin düzenleyicisi Fransa’da yaygın bir üye ağı bulunan ve Avrupa’nın en faal nükleer karşıtı hareketlerinden“Reseau Sortir du Nucleaire” (RSdN), 12 Temmuz 2008’i “Nükleersiz Bir Dünya için Avrupa Çapında Eylem Günü” ilan etmişti. Amaç uranyum madenciliğinden reaktör kurulmasına, işletilmesine, atık işleme ve depolamaya dek nükleer üretimin her aşamasında dünyada büyük paya sahip Fransız Areva şirketinin seyyar satıcısı gibi çalışan Sarkozy’nin AB başkanlığını, Areva’nın promosyonunu yapmak için kullanmasına itiraz etmekti. Mitingden bir gün önce Avrupa, Amerika, Avusturalya ve Afrika kıtalarından temsilciler nükleer enerjinin kirleticiliğini ve zararlarını değerlendirmek için bir araya geldik. Orada bulunmam için çağrılı olarak İstanbul’dan yola çıktığımda, çantamda Türkiye’de nükleer enerji konusundaki son gelişmeleri anlatan bir bilgisayar sunumu, yüreğimde heyecan vardı. İki yıllık bir çaba beni yerel aktivistlikten uluslar ve halklar arası bir toplantıya taşımıştı. Nisan 2006’da Başbakan Erdoğan’ın “Sinop’u marka yapacağız” kara mizah müjdesi ile açıkladığı Türkiye’nin ilk nükleer santral yapım projesine karşı çıkan www.sinopbizim.org adına yaptığımız çalışmalar uluslararası platformlarda da bu yerel insiyatifin adının duyulmasını sağlamıştı. 2000’de Ecevit’in rafa kaldırdığı planları 2005’te tekrar çıkaran AKP Enerji Bakanlığı nükleer tesis kurmak için olmazsa olmaz sayılan yer lisansı bile çıkmadan Sinop’u “nükleer ada” ilan etti. Bu, turizm ve balıkçılık gibi sektörlerden kalkınmayı P Nükleer karşıtları, geçen hafta Paris sokaklarındaydı. bekleyen halk için tam bir şoktu. Başbakanlığa bağlı, Çernobil kazasında halkın gözünde güvenilirliği yıpranmış TAEK’e Bakanlar Kurulu kararı ile bir kalemde 2.3 milyar dolarlık dev bütçe aktarıldı ve seçime günler kala gece yarısı TBMM’den birkaç sayfalık bir nükleer yasa geçirildi. TAEK Sinop’un merkezinde şube açıp ilkokul çocuklarına nükleer enerjinin propagandasını yapan broşürler dağıtsa da, Sinop’un yer lisansı yetiştirilemeyince pusula güneye, 30 yıllık eskimiş yer lisansı olan Akkuyu’ya çevrildi. Şimdiye dek turistik Akdeniz kıyısında bir nükleer reaktör kurmak isteyecek tek ülke bizimkiydi! Paris’te bunları aktardım. Avusturalya’dan gelen Marcus Atkinson, Footprints for Peace (Barış için Ayakizleri) kampanyasıyla İngiletere’den Çernobil felaketinin yıldönümünde başlattığı, tüm Avrupa’yı kat eden yürüyüşünün Fransa ayağında aramızdaydı. Aralarında dünyanın en büyüğü, Olympic Dam’in de bulunduğu uranyum madenlerinin çevre yasalarından muaf tutularak işletilmesinin özellikle Aborijinlerin topraklarında yarattığı yıkımı anlattı. Bir Finli bilim adamı, Finlandiya’da Laplandların bölgelerinde “yeni nükleer santrallarımıza yakıt lazım” söylemiyle uranyum yataklarının madenciliğe açıldığını anlattıktan sonra, ABD’den Beyond Nuclear’in (Nükleerin Ötesi) sözcüsü Linda Gunter, New Mexico bölgesindeki uranyum madenleri ve Kızılderili hakları gaspına atıfta bulundu. Asıl sarsıcı bilgi dünyanın en fakir ülkelerinden Nijer’in Tchighozerine kenti Belediye Başkanı Issouf Maha’dan. Maha, kuzeydeki çöl bölgesinde göçebe yaşayan Tuareg’lerden. Dünyanın en büyük uranyum rezervlerine sahip ülkesinin büyük baskı altında olduğunu vurgulayan Maha, halkının 40 yıldır tekel olarak Nijer çöllerinde uranyum madeni işleten ve Fransız nükleer endüstrisine yakıt temin eden dev Areva tarafından yok edilmekte olduğunu söyledi. Topraklarını savunmak için silaha sarılmaktan başka yol bulamayan bazı Tuaregler çatışmalarda ölürken, bir kısmı yasadışı bir yaşama geçmek zorunda kalmış, kimi uranyum madenlerinde çalışırken hastalanmış, kimi de su rezervlerinin radyoaktif hale gelmesi ve atıkların yarattığı kirlilikten kırıma uğramış. Ekonomisinin zayıflığı ve uranyum borsalarını yükselişe geçiren “nükleer endüstrinin rönesans” projelerinin baskısıyla Nijer hükümeti uranyum madenciliği için Kanada, Avrupa ve Çin’den başvuran firmalara yüzlerce yeni ruhsat satmaktan vazgeçmiyor. Görülen o ki, son yıllarda Afrika’da yaşananlara bu kez elmas değil, uranyum kaynaklı bir çatışma daha ekleniyor. Nükleer yakıtın toz olarak topraktan çıkarılmasından yüksek teknolojik üretim süreçleri kullanılarak gizlilik içinde enerji üretiminde ve silah yapımında kullanılmasına, atıkların güvensizce depolanmasına dek geçen aşamalarla ilgili vakaları dinledikçe Türkiye sınırlarında bir nükleer tesis kurulmaması gerektiğine bir kez daha ikna oldum. Nükleer enerjiyi halklar değil politikacılar istiyor. “Nükleer enerji temizdir” sloganıyla, beyaz ve parlak dişler göstererek reklam yapan nükleer endüstrinin kötü nefesini yanına yaklaşınca duyuyorsunuz. Sinop İnceburun’da rüzgâr türbinleri, Mersin Akkuyu’da güneş panelleri ile çevreyi kirletmeden, yerel iş gücü ile enerji elde etmek varken pahalı, kirli, dışa bağımlı, yabancı iş gücüne ihtiyaç duyan, on milyarlık maliyetlerle, sonsuza dek sürecek radyoaktif kirlilik gibi “bonus”lar içeren bir enerji yatırımının, hükümetçe sorgusuz sualsiz, bilimsel danışmanlık ve kamuoyu onayı almadan devreye sokulmaya çalışılması kimin hayrına? Elektrik düğmesine uzanırken bu soruları düşünmek ve meseleleri sahiplenmek toplumumuzun geleceği için hayati önem taşıyor. G Konuşabilmek ne güzelmiş! Deniz Yavaşoğulları K endini ifade edememek, derdini anlatamamak kadar rahatsız edici bir durum var mı? İşte kekemeler her daim bu durumu yaşıyorlar. Onlar için toplum içine çıkmak, konuşmak zorunda kalmak bir işkence. Denemek ve başarısız olmak ise cabası... Loggita Eğitim Merkezi’nin sloganı “14 günde kekemeliğe son!”. Bu iddialı sloganı duyunca Loggita Eğitim Merkezi’ni ziyaret ettik. Oraya gittiğimizde eğitim almaya gelenler girişi bölen camekân duvarın arkasındalardı. Biri ortaya çekilmiş koltukta oturuyor, diğerleri ise ona sorular yöneltiyordu. Bunun, toplum içinde konuşabilmeyi sağlamak üzerine yapılan bir çalışma olduğunu öğrendik ve katılmak için izin aldık. Diğerleriyle beraber biz de sorular sorduk. İlk olarak ortaya adını vermek istemeyen 21 yaşında, üniversiteli bir genç geçti. Oldukça rahat konuşuyordu. Eğitimin 18. günündeymiş, üç gündür konuşabildiğini ve bu üç günün hayatında yaşadığı en rahat günler olduğunu anlattı. Ne zamandan beri “konuşma problemi” yaşadığını sorduğumuzda cevabı “kendimi bildim bileli”ydi. Eğitime gelmeye kendisi karar vermiş, çünkü artık “canına tak etmiş”. Orada bulunanlar, problemlerini “konuşma sorunu” olarak adlandırıyorlar. Çoğu yeni konuşmaya başladıkları için kelimeleri uzatarak söylüyor ve bir hayli ağır konuşuyorlar. Bu çalışmada da hem ortaya geçen, hem de soru soran konuşmasını geliştirmiş oluyor. Önce orada bulunmamızın onları gereceğini düşündük, ama öyle olmadı. Ancak kekemelik konusunda çok sıkıntılı olduklarından bu problemi sıkça dile getirip gerilim yaratmak istemedik, çalışma içinde kaldığımız sürede havadan sudan konuştuk. Aramızda güzel bir sohbet geçti. Kekemelerin yalnızken söyleyemeyecekleri kelime yok, ama dış dünyaya açılınca durum değişiyor. Hayatlarını karartan, güvenlerini sarsan bu problemin çözümü çok kolay değil, ama mümkün. Loggita Eğitim Merkezi 14 günde kekemelikten kurtulmayı vaat ediyor. Fotoğraflar: Uğur Demir Sınıfta küçük de vardı büyük de, bu da muhabbeti çok daha zevkli bir hale getirdi. Küçük çocukların büyüklere sorduğu sorular veya büyüklerin sorduğu sorulara küçüklerin verdiği cevaplar herkesi kahkahaya boğuyor, bu durum ortamı rahatlatıyordu. Ortaya ikinci kez geçmek isteyen, dört yaşından beri konuşma problemi çeken dokuz yaşındaki Ali’nin verdiği cevaplarda, gerekli gereksiz her türlü ayrıntıyı dile getirmesi hepimizi gülmekten kırdı geçirdi. Bizi gülümseten bu durum, büyük olasılıkla Ali’nin, konuşabilme mutluluğunu doyasıya tatmak istemesinden kaynaklanıyordu... Dersin ardından eğitmen Fahrettin Çınar’la konuştuk... Kekemelik psikolojik bir sorun mu, nedeni nedir? En büyük nedeni korku, küçükken yaşanılan bir korku buna sebep olabiliyor. Genelde 2 veya 6 yaş arasında başlıyor. Bir de nadiren, ailesinde de aynı sorun olan kişilerde görülebiliyor. Aslında kekemelik psikolojik bir sorun olmaktan ziyade, bu tarz sorunları tetikleyen bir faktör. Konuşma bozukluğu yaşayan insanlar toplum içinde büyük sorunlar yaşıyorlar. Konuşurken takılacaklarını hissettiklerinde konuşmayı kontrol etme çabasına giriyorlar, heyecanları yükseliyor ve başarısız olunca da güvenleri bir kez daha kırılıyor. İnsan sosyal bir varlık, konuşmaksa iletişim demek. Konuşamadığınızı düşünsenize! Bu durum kişilerin bir daha konuşmak istememelerine, hayata küsmelerine, içlerine kapanmalarına neden olmuyor mu? Tabii, doğal sonucu bu zaten. Sadece ailelerinden çok destek gören, bu desteği doğru içselleştiren kişilerde olmuyor, ama bu kişiler azınlıkta. Konuşma sorunu çekenlerin çoğu asosyal ve içine kapanık kişiler. Düşünün bu insanlar minibüste nereye gideceğini, bakkalda ne istediğini dahi söyleyemiyor... Peki tedavi yöntemleri neler? Tedavi diyemeyiz, çünkü bu bir hastalık değil. Bu insanların tek başlarınayken söyleyemeyecekleri kelime yok. Şarkı söylerken de sorun çekmiyorlar. Örneğin Hüseyin Turan, kekeme ama şarkı söylüyor. Rahat oldukları ortamlarda konuşmaları da gayet düzgün, ama yabancı bir ortama girdiklerinde hiç konuşamaz hale geliyorlar. Hele ilk temas, tanışma esnası onların en çok zorlandıkları anlar. Yabancı birine isim söylemek, nerede okuduğunu, oturduğunu anlatmak, en zorlandıkları şeyler. Telefon da adeta bir kâbus, çünkü karşılarındaki kim, ne soracak, ne anlatacak bilmiyorlar... Burada nasıl bir eğitimden geçiyorlar? İlk 15 gün konuşmamaları gerekiyor, bu “suskunluk” döneminde verdiğimiz programlarla çalışma yapılıyor, amaç konuşma üzerinde hâkimiyeti kurmalarını, hataları görmelerini sağlamak. Konuşmaya başladıklarında bu oturmuş oluyor. Diğer 15 gün “konuşma” dediğimiz dönem, bu dönemde de bol bol konuşmaları gerekiyor. Bizim istediğimiz süre bir ay, ama toplam eğitim altı ay sürüyor. Altı ay boyunca devam etmeleri kalıcılığı sağlıyor. Aileleriyle baş başayken rahat konuşabiliyorlar mı? En rahat oldukları ortam aile ve yakın arkadaş ortamı. Ancak ailede az da olsa çekindikleri biri varsa yine sorun çekebiliyorlar. Burada sosyal ilişkileri de gelişiyor mu, arkadaşlık kurabiliyorlar mı? Tabii, bugün adaya gittiler mesela, bir gezi vardı. Burada kendileriyle aynı problemi yaşayan insanlarla beraberler. Birbirlerini en iyi onlar anlıyor... Başvuranlar kaç yaşlarındalar? En çok 2030 yaş arası... 4045 yaş üstüne yeterli sonuç alamadığımız için tavsiye etmiyoruz zaten. G Loggita Eğitim Merkezi: (0212) 244 99 63 C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle