22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 SAYI 1158 Nüfus fazla, geçim zor... Esra Açıkgöz Ölümün sıradanlaşmasına dikleniyor, İçmeler, Esenyalı, Aydınlıköy, Aydıntepe, Bingöl Tersanelere yakın mahallelerde bekâr odalarına da çok rastlanıyor. mahallelerinde yaşayanlar… Tersaneden yayılan kaza haberleriyle yürekleri buz kesiyor… Belki 16 Haziran bir milat olacak, çünkü işçiler, grev İ çmeler, Esenyalı, Aydıntepe, Aydınlıköy, Bingöl Mahallesi... Çoğu bir yokuşun sonunda, sağa sola kıvrılan yollar üzerine kurulmuş bu mahallelerin sakinleri deri, demir çelik ya da tersane gibi ağır işkollarında çalışan işçiler ve aileleri. Tuzla tersanelerindeki eksik güvenlik önemleri, kötü çalışma koşulları nedeniyle altı ayda tam 13 cenaze çıktı bu mahallelerden... Mahallelilerin tersanedeki hayatı, 1983’te tersanelerin bu bölgeye taşınmasıyla başlamış. İlhami ve Gülnaz’ın tek isteği oğullarını okutabilmek. İlk durağımız Bingöllü, Erzincanlı ve Tokatlıların çoğunlukta olduğu İçmeler. Yanımızda sendikalı tersane işçisi İlhami, önce kendi evinde ağırlıyor bizi. İlhami, 37 yaşında, 30 yıldır aynı evde oturuyor. İlhami’nin eşi Gülnaz bir çırpıda çiziyor, mahalle erkeklerinin profilini: “Gariban kesim tersanede çalışıyor”... Gariban olmayanlar mı, onlar fabrika işçisi, çünkü Gülnaz’a göre fabrikada çalışabilmek için torpil gerekiyor. Aslında 2004’e kadar İlhami de “şanslı”lardanmış, polyester fabrikasında işçiymiş, ekonomik kriz olunca işsiz kalmış. Gülnaz eşini her sabah işe yollarken, acaba sağlam gelir mi diye kaygılanıyor, mahalledeki diğer kadınlar gibi. Tersanelerdeki kazalar mahallede hemen duyuluyor, kimi zaman bakkala soruluyor haberler, kimi zaman yakındaki hastaneye. “Herkes kocasının peşine düşüyor. Allah vermesin, bizimki var mı diye endişe ediyoruz… Kime dert yanacaksın ki, herkesin derdi kendine” diyor. Mahallede bir dayanışma olmamasından rahatsız, İlhami de, “Eskiden bir şey olduğunda millet birbirine el atıyordu. Bu 80’den sonra değişti. İnsanlar selamı kesti” diyor. Tek istekleri çocuklarını, Ruhta ve Metin’i okutabilmek. Tersane işçisinin çocuğu olmak da zor iş, her akşam ihmal etmeden haberleri izliyorlar. “Haberlerde bir tersanede patlama olduğunu izledim” diyor Ruhta, “Önce babamın çalıştığı yer sandım, hemen telefonla aradık, değilmiş”. Arkadaşları Musa’nın babası da tersane işçisi, “Babam boya yapıyor, onun için çok endişe ediyorum. Bazen patlamalar oluyor, yerler taş olduğu için düşenler ölüyor... Bir keresinde okuldaydım, sınavdan 95 almıştım, eve bir geldim ki, babamın ayağı kırılmış, notuma sevinememiştim” diyor Musa, şimdi bile kırıklığını ele veren bir sesle. Nuri, Remzi, Menaf... Bir odada on kişi kalıyorlar... Fotoğraflar: Vedat Arık yapacaklar… İkinci durağımız, Bingöl Mahallesi. Bingöllüler yaşamıyor mahallede sadece, Erzincanlılar ve Samsunlular da var. Çoğu tersane işçisi. Bu mahalleyi tercih etme nedenleri de tersanenin yürüyerek gidilecek uzaklıkta olması, yol masrafı çıkarmaması. 20 bilemediniz 30 dakikada tersanedeler. Sabahın yedisiyle hareketleniyor mahalle, evlerin kapıları sekizde işbaşı yapan kocalarını geçiren kadınlar tarafından açılıyor, hemen hepsi ev kadını. Her hanede en az beş kişi yaşıyor. Memleketlerinde iş bulamadıkları için tersanelerde çalışmaya gelenlerin kaldıkları “bekâr evleri”nde bu sayı yükseliyor. On Diyarbakırlı akrabanın kaldığı bekâr evinin kapısını çalıyoruz, Abdurrahman, Nuri, Remzi, Menaf… Kimi tersanede taşlama yapıyor, kimi boyama, kimi temizlik... Sabah yedide birlikte çıkıyorlar yola, akşam ikişerliüçerli gruplar halinde dönüyorlar. En gençleri 17, en yaşlıları 38 yaşında. Hiç izin yapmadan çalışabilirlerse, üç ayda bir buçuk milyar biriktirip çocuklarının, anababalarının, eşlerinin yanına dönecekler. “Bu gruptan kaza geçiren olmadı, ama günümüzü bekliyoruz” diyor Abdurrahman, “Her gün memlekettekilerle konuşuyoruz, haberleri duydukça meraklanıyorlar”. DERGİDEN N uri Bilge Ceylan Cannes’da aldığı “En İyi Yönetmen” ödülünü “güzel ve yalnız” ülkesine adayınca, cümlesi, filminin ötesine geçiverdi, elbette “dışarıda” değil, “içeride”. “Yalnız” ülkenin, “yalnız” insanları duydukları cümleyi kendilerinden yana çekiştirmenin telaşına düştü. Kimisi, Ceylan üzerinden Orhan Pamuk’a bile parmak salladı, çünkü o bir haindi, ülkesini kötüleye kötüleye bitirememiş, bu yüzden kırk değil, yüz, hatta iki yüz yılda bir yaşanacak, “ulusal bir sevinç”i ellerinden almıştı, havaalanında ya da meydanlarda birikip çığlıklar atılmamış, kimse okuma oranındaki düşüklüğü kapatacak bu Nobel örtüsünü üzerine çekememişti. Nuri Bilge Ceylan, Pamuk gibi değildi işte, ödülünü, karısına, babasına falan değil, ülkesine adamıştı, o ülkeye ve insanlarına sahip çıkmış, onları kötülememişti! Alkışı hak ediyordu, övülmeyi, gururlanmayı… Ceylan’ın sözcüklerinin altında hüzün arayanlar, yalnızlığının, yalnızlığına dokunduğunu hissedenler de vardı, yalnızlığı “dışarı”nın itmişliği, “içeri”nin hazımsızlığı olarak görenler… Oysa Ceylan bir tek cümle kurmuştu, filmlerinin yalnız karakterlerinin sözcüsü gibi… Orhan Pamuk da savrulan, ne oralı ne buralı olan karakterlerine “böyle de yaşanabilir”i anlatmaya çalışmıştı usul usul, yeter ki size rağmen size yön verenlerin şiddetinden ve karanlığından kurtulabilin… Peki Türkiye gerçekten yalnız bir ülke mi? Uluslararası sermayeye katılıp sınır ötesi operasyonlara kalkışan, yayılmacı politikalarıyla kendisi emperyalistleşen, küreselleşmeye tam gaz karışan, DoğuluBatılı ülkelerle dansta, adımlarını daha uyumlu hale getiren bir ülke ne kadar yalnız olabilir? Şiddetini içine akıtan bir ülke Türkiye, kendi vatandaşını yalnızlaştıran, itip kakan, yoksul bırakan, tercihlerine karışan, taleplerine onay vermeyen bir ülke… Uluslararası Af Örgütü’nün geçen hafta açıklanan Türkiye’de işkencenin arttığına ilişkin raporu, yine geçen hafta eşcinsel örgütü Lambda’nın kapatılma kararı, transeksüel Esmeray’ın polisler tarafından dövülmesi, siyasetçilerin birbirini dinleterek derinleşmesi… Bir haftalık gazete haberleri bile, Türkiye’nin değil, ama vatandaşlarının yalnızlaşma öykülerinin gerekçesi… Her insan kendinin ülkesidir aynı zamanda. Yalnızlık dışarıda değil, içeride, o iç ülkede ve göğüs kafesini kıra kıra aşılacak bir insanlık hali, kabullenilmesi de ağır işçiliktir… Ama tercihen olmayan her yalnızlığın arkasında var olan o şiddetle hesaplaşılmazsa kafes yerinde dursa da göğüs hayata yenilir… Bu da insanın kendini imha edişidir. İyi haftalar... Berat Günçıkan bguncikan@yahoo.com Cumhuriyet DERGİ* İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Editör: Berat Günçıkan Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Güray Öz Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli/İstanbul (0212) 343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdürü: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Koordinatör: Neşe Yazıcı / Hakan Çankaya Reklam Müdürü: Dilşat Özkaya Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı (0212) 251 98 7475 / 343 72 74 (554555) Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri/Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul * Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir. Yerel süreli yayın. cumdergi@cumhuriyet.com.tr C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle