02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 25 MAYIS 2008 / SAYI 1157 Edebiyat “piyasa”nın neresinde?* Ataol Behramoğlu Önce “piyasa” sözcüğünün açılımına bakalım. İtalyanca “piazza”dan (“pizza’yla da ilgisi olabilir mi dersiniz?!) dilimize geçen sözcüğün sözlük anlamı aynen şöyle: “Satıcıların mal satmak için bir araya geldiği yer, pazar”... Sözcüğün tarihsel arka planını araştıracak olursak, bizdeki at pazarının, “hergele meydanı”nın İtalya’daki benzeriyle karşılaşacağımızı tahmin etmek güç olmasa gerek... Günümüzde piyasa kavramı, yine sözlükten aktararak söylersek “arz ve talebin karşılaştığı alan” olarak tanımlanıyor. Şimdi yazımızın başlığını oluşturan soruyu irdeleyip yanıtlamaya çalışalım... 20. yüzyıla, bir başka deyimle “endüstri çağı”na gelinceye kadar, edebiyat ya da edebiyatçının “piyasa”ya ilişkin bir sorunu var mıydı, bilmiyorum. Şu anda adlarını bir çırpıda sıralayabileceğimiz, adı anılmaya değer hiçbir dünya yazarının, 20. yy. öncesindeki zamanlarda “piyasa” için ürettiğini sanmıyorum. Sanatçının, belki her zaman, para kazanmak için de ürettiği doğrudur. Fakat hiçbir gerçek sanatçının, yazma, yaratma vb. itkisinin, sözünü ettiğim dönemlerde, öncelikle “para”, bu demektir ki “piyasa” olduğunu söylemek bence mümkün değildir. Dostoyevski’nin kumar borçlarını ödemek için de yazdığı söylenir. Doğru olabilir. Fakat asıl Dostoyevski, “Suç ve Ceza”nın, “Karamazov Kardeşler”in ,”Ecinniler”in vb. yazarı, herhalde öncelikle “piyasa” için değil, onu tepeden tırnağa ilgilendiren, bütün varlığını kuşatan sorunlarla boğuşmak için yazmıştır... Genç Çehov, kendini yazar olarak duyumsamadığı üniversite öğrenciliği yıllarında, ailesini geçindirmek için mizah dergilerine öyküler yazıyormuş. (Bunlar arasında “Memurun Ölümü” gibi başyapıtlar olduğu kuşkusuz.”) Fakat az sonra Antoşa Çehonte’den Anton Çehov’a geçişte, artık her şey değişmiş, yazarlığını öncelikle bir var oluş, bir kişisel ve toplumsal vicdan olarak algılama dönemi kuşkusuz ki başlamıştı... Her şey o kadar açık, o kadar ortada, o kadar sakınmasızca ve utanmazlıkla yaşanmakta ki, söyleyecek fazla bir söz bulamıyorum... Bugün dünya edebiyatı çok büyük ölçüde “piyasa”nın, bu da demektir ki “büyük sermaye”nin buyruğundadır... Yazarlar, yapıtlar, “piyasa”nın yönlendirmesiyle, kuyruklu yıldızlar gibi görünüp kaybolmakta ya da zaten ortaya çıkamamaktadır. Yazarlık etiği, vicdan, insan ve yurttaş olma sorumluluğu gibi kavramlar, korkarım ki çok az istisna dışında, bu “edebiyat piyasa”sının umurunda bile değildir... Okuyucu kitleleri, (“bilboard”lardan ısmarlama tanıtım yazılarına kadar) her türden reklamla, tıpkı herhangi bir tüketim metaı konusunda olduğu gibi, bu alanda da, bir koyun sürüsü gibi güdülmektedir... Karşımıza, “öyleyse ne yapmalı?” sorusu çıkıyor. Ya da, yazımızın başlığını oluşturan soruyu şöyle değiştirebiliriz: “Edebiyat ‘piyasa’nın neresinde olmalı?” Yazar bakımından öncelikle kişisel bir vicdan sorunudur bu. “Piyasa”nın tümüyle dışında kalmak olanaklı olmasa bile, kendinizi, onurunuzu, yazarlık onurunu koruyabilirisiniz. Fakat ahlâkı bozulmuş, piyasaya teslim olmuş birine söyleyecek fazla bir sözümüz olamaz. Okur ya da yazar adayını, yetişmekte olan gençleri uyarmak, eğitmek, korumak için yapılması gereken şey ise, edebiyat alanının da örgütlenmesidir. Yazar örgütlerine, dergilere bu konuda da büyük görevler düşmektedir... [email protected] Doğaya dönük tuvaller... Esra Başıbüyük Çıkış kaynağı doğanın ta kendisi. Sıcak, canlı… Uzak düştüğümüz doğayı, yakın etme çabası biraz da bu. Anadolu Üniversitesi öğretim üyelerinden Doç. Saime Hakan Dönmezer’in baskı sergisi izleyiciyi sanatçının doğayla kurduğu güçlü ilişkiyi seyre çağırıyor… Beyoğlu’nda Tünel Sanat Galerisi’nde 30 Mayıs’a kadar sergiyi izlerseniz, kendi yabancılaşmanızla da yüzleşebilirsiniz… İstiyorsanız ve hazırsanız… Özgün baskı resim ne demek, bilmeyenler için açar mısınız? Çeşitli araç ve gereçle doğrudan veya kalıplar yardımıyla kâğıda, benzeri malzeme üzerine sanatçısı tarafından basılan mutlak ruhun duyulur nesnelerle görünür hale gelmesi olarak, Kant ise, nesnelerin taşıdığı değer, insanların hoşlarına giden ya da gitmeyen bir şeyi duygularına göre değerlendirmesi olarak açıklar. Bütün bu sözlerden sonra benim estetik beğenim az önce söylediklerimin karışımıdır. Ruhumun derinliklerinde var olanları, dış nesnelerle betimlemek, görünür hale getirmek, izleyicilerin beğenisine sunmaktır. Resimlerinizi nasıl kurgularsınız? Yaşadığım yer beni hep ilgilendirmiştir. Doğaya tutkuyla bağlıyım. İrdelerim, çizerim, fotoğraflarını çekerim. Ağaçları ve hırpalanmış, yıpranmış ama sevimliliklerinden ve güzelliklerinden bir şey kaybetmemiş eski yapıları çizer, organikgeometrik, açıkkoyu ve renk öğeleriyle kompozisyonumu kurgularım. Zaman zaman photoshop programından yararlanır ve kurgularımı orada yaparım. Saime Hakan Dönmezer, son sergisinde doğayla birey arasındaki uçurumu kapatmaya çalışıyor. Dönmezer’in özgün baskı resimleri sıcak ve canlı… Sergi, 30 Mayıs’a kadar Tünel Sanat Galerisi’nde. resimlere “özgün baskı resim” denir. Bir yapıtın özgün baskı sayılabilmesi için çoğaltılması gerekir. Baskı resim teknikleri, sanatçıya şekillendirme ve anlatım zenginlikleri ile yeni ufuklar açar. Bu zenginliği değerlendiren sanatçı zamanla kendine uygun bir dil geliştirir. Kendine uygun dil demişken siz estetik beğeninizi nasıl tanımlıyorsunuz? Güzelliğin felsefesi olarak ortaya çıkan estetik, insan tarafından yapılmış olan ya da doğada bulunan güzel şeylere yönelir; bizim güzel diye nitelediğimiz bu şeylerle ilgili tecrübelerimizde ve yargılarımızda söz konusu olan değerleri, tavırları ve standartları analiz eder. Aristoteles güzelliği; uyum, oran ve ölçülülüğün kaynaştığı bir bütün olarak, Hegel; Doğa deyince... Etkilendiğiniz bir akım var mı diye sormak istedim... Olmaz mı!... Ekspresyonizm... Peki, 2.5 yıl Viyana’da kalmışsınız, bu şehir size neler kattı? Viyana Völkerkunde (Etnorafya) Müzesi’nde açılan Şamanizm ve Budizm sergileri için çocuklara hazırlanan kataloglardaki resimleri yaptım. Resimleri yaptığım süre içerisinde bu muhteşem müzeye iki yıl boyunca gittimgeldim. İnanılmaz bir deneyim ve görsel beslenmeydi... En çok da Viyana’nın mimarisi bende iz bıraktı, ama sanırım değişimi en iyi gözlemleyecek olan da izleyiciler… İşlerinizde yansıtmaya çalıştığınız en güçlü duygu ne? Canlılık, sıcaklık, sevecenlik... Bu üç duygu eserlerimde fazlasıyla var. Komik, ama mutsuz olduğumda çalışamıyorum. Bir akademisyen olarak eğitimde neyi önemsiyorsunuz? Kendi öğrenciliğimde, hocalarımdan gördüğüm sevgiyi, arkadaşlığı onlara aktarıyorum. Eğitimin bir disiplin işi olduğunu kendi davranışlarımla yansıtmaya çalışıyorum. Öğrencileri bir eser yaratırken onu, tiyatro, bale, opera izleyerek, sergi gezerek bol bol kitap okuyarak beslemeleri gerektiği üzerine yönlendirmeye çalışıyorum. Sanat eylemi sizin için ne ifade ediyor? Var olmayı, varlığını sürdürmeyi... G [email protected] MİZAH MAĞARA ADAMI / Tayyar Özkan Murat Sayın Rifat Mutlu www.tayyarozkan.com [email protected] C M Y B C MY B (*) Bir soruşturmaya yanıt olarak Haziran 2007 tarihinde “Yelkovan” dergisinde yayımlanan bu yazıyı, konunun her zamanki güncelliği bakımından, bir kez de “Pazar Söyleşileri” köşesinde yayımlamak istedim. A. B.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle