02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

25 MAYIS 2008 / SAYI 1157 5 Tek bir yerde, yoksullukta kadınlar önde Esra Açıkgöz eçen hafta gazetelerin manşetlerinde, Türkiye’deki yoksulluğu gözler önüne seren bir araştırma yer alıyordu. Ankara Ticaret Odası’nın (ATO) Açlık ve Yoksulluk Araştırması’na göre, Türkiye’de dört kişiden üçü yoksul; her yedi kişiden biri ise açlık sınırının altında yaşıyor. Bunun anlamı, yaklaşık 70 milyon nüfuslu Türkiye’nin 53 milyonunun yoksul, 11 milyonunun aç olduğu. Yani 664.6 YTL açlık ortalamasının ve 2 bin 91.5 YTL olan yoksulluk sınırının altında bir gelirle yaşadıkları. Araştırmaya göre gelirden en az pay alan birinci yüzde beşlik dilimdeki ailelerin aylık ortalama geliri 251 YTL’de, ikinci yüzde beşlik dilimdeki ailelerin geliri 450 YTL’de ve üçüncü dilimdekilerin ortalama geliri ise 571 YTL’de kaldı. Peki yoksul olmayanlar kimler mi? Ailelerin sadece yüzde 20’sinin aylık ortalama hane geliri 2 bin 91.5 YTL olan yoksulluk sınırının üzerinde... Biz de bu rakamların gölgesinde Osmanlı Bankası Müzesi’nde “Yoksullukla Mücadele Yöntemleri” üzerine söyleşi yapan Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ayşe Buğra ile konuştuk... Konuşmalarınızda yoksulluk tanımında bir değişim olduğunu vurguluyorsunuz. Yoksulluk tarihin bütün alanlarında rastlanan bir olgu, ancak bugün, özellikle 16. yy’da Avrupa’da kapitalizmin ortaya çıkmasıyla başlayan bir modern yoksulluktan bahsediyoruz. Bunda, tarımın çözülmesiyle insanların topraktan kopup istihdamın belirsiz olduğu Timsah’ın gözyaşları Selçuk Erez ostoyevski’nin yarım kalmış bir timsah öyküsü vardır. Bu öykünün neresinin yarım kaldığı çok tartışılmıştır: Bazısına göre öykünün sonu, bir tarihöncesi balığının, bedeniyle orantısız kuyruğu gibi bitiyordu; eksik kalan, kuşkusuz sonuydu... Bir teze göre de Dostoyevski, aslında dehşetli bir ilk bölüm yazmış ancak, bu kısmı kaybetmiş, bir süre sonra geri kalanı, hafif rötuşlayıp yayınevine yollayıvermişti. Geçenlerde bu sorun çözümlendi: Öykünün baş tarafı bulundu.. Dostoyevksi’nin, Timsah’ın gençliğini anlattığı bu bölüm Türkiye’de geçmektedir: Abdülaziz zamanında sıcak bir ülkeden getirilen bu yavru timsah, kendisini besleyenlere zarar verdiğinden doğaya salıverilmiş ve yaşamının önemli bir bölümünü Nilüfer Çayı’nda, sonra da orta boy bir su kanalında geçirmişti.. Bu timsah yavrusu başta, kanalların bir o yakasından, bir bu yakasından otlanarak yaşamış, ardından birtakım mitinglerde ve yürüyüşlerde dikkati çekmişti. Bu yürüyüşlerinden birinde Kozaİpek Han’a kadar gittiği, orada simit yiyip çay içtiği, bazılarıyla gizlice görüştüğü gözlenmişti. Zamanla bu görkemli yürüyüşlerin asıl düzenleyicisinin Timsah olmadığı anlaşıldı: Onun, “timsah yürüyüşü” olarak adlandırıp kendisine maletmek istediği bu yürüyüşler aslında Bursaspor’da oynamış Ugandalı futbolcu Musisi tarafından icat edilmişti. Gerçekten, eğer “timsah yürüyüşleri”nin yaratıcısı ve düzenleyicisi Timsah olsaydı, Bursasporlular, böyle yürünürken, “Musisi, Musisi, salla salla sosisi” diye tezahüratta bulunmaz, başka şeyler söylerlerdi. D Yoksullukla mücadele için “hayırseverlik” yeterli değil. G Ankara Ticaret Odası’nın araştırması Türkiye’de 53 milyon insanın yoksulluk, 11 milyonunsa açlıkla karşı karşıya olduğunu gösteriyor. İş sahibi olmak yetmiyor, eriyen sosyal güvenlik önlemleri, düşük ücretler, gıda krizleri sorunu daha da yakıcı hale getiriyor. Hükümetler ise sadaka yardımlarıyla sorunu hafifletmeye çalışıyor. Yoksulluğun gerçek mağdurları ise kadınlar. Yoksulluk en çok da kadın ve çocukları vuruyor, Adana’ya tarım işçisi olarak gelmiş bu kadınlar ve çocuklar gibi... Prof. Ayşe Buğra anlatıyor... sanayi, ulaşım ve hizmet sektöründe çalışmaya başlamaları etkili. 1980’de tarımda çalışanların bütün çalışanlara oranı yüzde 50’yken, 2006’da yüzde 26. Bu düşüşe rağmen sanayide istihdam oranındaki artış çok küçük. 2006’da dünya tarihinde ilk defa, bütün dünyada kırsal nüfusla kentsel nüfusun eşitlendiğini düşünürsek, bu çok önemli bir sorun. Ayrıca dünyada çalışanların büyük kısmı kayıt dışı sektörde. Bu oranın, orta gelirli ülkelerde yüzde 40’a, düşük gelirli ülkelerde ise yüzde 80’e çıktığını tahmin eden araştırmalar var. Diğer yandan artık yoksulluktan kurtulmak için iş sahibi olmak da yetmiyor. Evet, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün istatistiklerine göre, bütün dünyada çalışanların dörtte biri, günde bir doların altında gelir elde ediyor, ciddi bir yoksulluk çekiyorlar. Çalışanların yarısı günde iki doların altında kazanıyor. Mesele, sadece istihdam yaratmak değil, sosyal güvencesi olan, geçinmeye yetecek gelir sağlayacak işler yaratmak. TÜİK’in Hanehalkı Gelir Dağılımı anketlerine göre, çalışanların yüzde 15.8’i yoksul. Ayrıca, yevmiyeliler arasında yoksulluk oranı yüzde 28.6, kendi hesabına çalışanlarda yüzde 22.1. Yoksulluk, çok boyutlu bir sorun, yaşlılıkta aç açık kalma korkusu, sağlık hizmetlerine ulaşamamak, çocukların eğitiminin sağlanamamasıyla da alakalı. Sosyal güvenlik sistemimizin yoksulluğu arttırdığını söylemek yanlış olmaz o halde. Hele de yeni sosyal güvenlik sistemi düşünülürse... Sosyal güvenlik, vatandaşlık hakları üzerinden değil, çalışmayla bağlantılı olarak sağlandığı için, toplumun yüzde 50’si bu haklardan yararlanamıyor ya da ancak bir yakınları vasıtasıyla yararlanabiliyor. Sosyal güvencesi olmayan yoksullara yeşil kart veriliyor ancak nüfusun üçte birinin, yeşil kart dahil hiçbir sağlık güvencesi yok. Yoksulluktan en çok da çocuklar ve kadınlar etkileniyor. Eğitim, yoksulluğun nesilden nesile geçmesini engellemesi, çocukların yoksulluk tuzağında hapsolmamaları için önemli, ancak kamu eğitim harcamalarımız çok düşük. Derste açlıktan bayılan çocuklar var. Önümüzdeki sene bunlara çok daha fazla rastlanacak. Neden? Küresel ısınma ve tarım arazilerinin biyoyakıt üretimine tahsisi gibi nedenlerle gıda üretiminin düşmesi ve gıda fiyatlarının artması önce yoksul ülkeleri vuracak. Artık eskisi gibi Sadaka yardımları siyasi partilerce de yaşayamayacağımızın bilincine varmalı, doğayı kullanılıyor. En çok da AKP tarafından, tüketerek sanayileşmeyle kalkınma hayalinden kömür yardımları çok tartışılmıştı. vazgeçmeliyiz. Bu hayaller yüzünden seneye O kömür piyasaya çıkmaması gereken Türkiye’de de büyük zorluklarla karşılacağız. nitelikte ve ciddi bir çevre sorunu yaratıyor. Bundan en çok da çocuklar etkilenecek, bunun Buna karşılık Türkiye’de Dünya Bankası projesi için kısa vadede acil önlem alınması gerekli. olarak başlayan, sonra hükümet tarafından Mesela çocuklu ailelere yapılan Şartlı Nakit yürütülen Şartlı Nakit Transferi uygulaması var. Transferi gibi uygulamalar genişletilmeli, Bu, ailelere çocuklarını okula göndermeleri ya okullarda çocuklara yemek verilmeli. da sağlık kontrolünden geçirmeleri şartıyla Bizde genellikle yoksullukla mücadele, yapılan düzenli parasal yardımları içeriyor. “vicdan” üzerinden yürütülüyor. Vakıfların, Miktarın düşük, kapsamın çok dar olmasına cemaatlerin yardım kampanyalarıyla açlıkla rağmen iyi bir uygulama. Ancak sadaka mücadele ediliyor. niteliğindeki yardımının siyasi getirisi daha Yoksullukla mücadelede insanın herkesle eşit yüksek, çünkü insanlarda minnettarlık Pakistan’dan bir görüntü... koşullarda topluma katılması hedeflenmeli. Bir yaratıyor. Maalesef hükümet bunun farkında. insana yardımı sağlık, eğitim, asgari gelir desteği İnsanlara iş kurma imkânı tanıyan hakkı üzerinden değil de, gönüllülük yaklaşımı üzerinden verirseniz, mikrofinans krediler gibi uygulamalar sizce bir çözüm mü? onu bir hayırseverlik nesnesi haline getirirsiniz. Giyecek, kömür gibi Bir yoksullukla mücadele yöntemi olarak insanlara para verip, yardımlarla insanların ihtiyaçları üzerine karar verme hakkını göz hadi sen kendini kurtar demek kabul edilemez bir şey, bu insanları ardı etmek de, onların eşit olmadıklarını söylemektir. Bu yardımların topluma değil, piyasaya entegre etmeye çalışmaktır. Türkiye’deki peşinde genelde kadınlar koşuyor, kadınların devletle ilişkileri sosyal Grameen Bankası uygulaması yüksek faizli. Yoksulluk zaten hayatın yardım üzerinden kuruluyor. TÜSEV’in 2006’daki Türkiye’de belirsizliğiyle, yarın ne yapacağını bilememekle ilgili, böyle bir insana Hayırseverlik: Vatandaşlar, Vakıflar ve Sosyal Adalet araştırmasında bir de yüksek faizli kredi yüklemek gaddarlık. Ayrıca kendi hesabına deneklerin sadece yüzde 32’si yoksullukla mücadelenin devletin çalışanlar arasındaki yoksulluk oranının, genel yoksulluk oranının görevi olduğunu söylüyor. İnsanlar yoksullukla mücadeleyi gönüllü epeyce üstünde olduğunu da düşünmek gerekiyor. hayırseverlik konusu gibi görüyor. Oysa STK’lerin yoksullukla Sizce bu sorunun çözümündeki kilit noktalar neler peki? mücadeledeki rollerine çok dikkatli yaklaşılmalı. Yoksulluk sosyal dışlanma sorununu da getiriyor. Yoksullukla Mesela? mücadele yöntemleri sosyal içermeye, topluma eşit bireyler olarak STK’lerin Avrupa’da yoksullukla mücadeleye önemli katkıları entegre etmeye, dışlanmayı önlemeye yönelik olmalı. Bu noktada oldu. Mesela Avrupa Yoksullukla Mücadele Ağı, yoksullukla ilgili sosyal politikalar belirleyicidir. Yoksullukla mücadelede, merkezi çalışan kurumları bir araya getirdi, AB Komisyonu’nda lobi devlet genel politikayı çizip kaynakları sağlamalı ama uygulamada yürütüyor. Bunlar çok yararlı, çünkü yoksullar hak taleplerini yerel yönetimlerin rolü önemli, çünkü yoksulluk Doğu’da, Batı’da, kolayca dile getirebilen, seslerini kolayca duyurabilen bir kesim kırsalda, kentte farklılık gösteriyor. Ayrıca etnik kimliklere göre de değildir. Hak mücadelesinde STK’lerin onlara destek olmaları çok değişebiliyor. Kentler yoksulluğun en gözle görülen şekilde yaşandığı önemli, ancak STK’ler devletin işlerini üstlenerek, sosyal hizmetleri yerler, ancak yoksulluk oranı tuhaf gelse de kırsalda daha yüksek. yürütmeye başladığında lobicilik faaliyeti yapılamıyor. Türkiye’de yoksulluk oranı yüzde 18, kırsal alanda yüzde 32. G C M Y B C MY B Timsah’ın gerçek yüzüyle tanınmasına yol açan en önemli olay, içinde yüzdüğü kanalı satması, yavrusunu yemesidir: Kendi öz çocuğunu çiğ çiğ yediği, artıklarını da kerkenes kuşlarına hediye ettiği anlaşılınca, “Ben çok sevdiğim bu çocuğu yemek zorunda kaldım. Çocuğumu yemezseydim aç kalacak, borçlarımı ödeyemeden ölecektim” demiş ve hüngür hüngür ağlamıştır. Sonra da “Lütfen bana inanmaya devam edin. Görürsünüz yakında bir, hatta üç çocuk daha yapacağım.. Bunlar o yavrumdan çok daha gürbüz ve semiz olacaklar!” demiştir. Tuhafınıza gidecek ama bunlardan sonra Timsah’a hâlâ inanan, gözyaşlarından etkilenen safdiller çıkmıştır! Dostoyevski’nin öyküsünde Timsah, bu sefer, “Aç kalmıştım, borcum vardı, çocuklarıma mı kıyaydım? Özümü feda ediyorum” diyerek kendisini, bir Alman sirkine satar ve ömrünün geri kalan bölümünü geçirdiği sirkte de birtakım zavallıları faka bastırıp midesine indirmeye devam eder.. Ancak, mesele burada bitmez: Yazarımız Haldun Taner, herhalde bu sonu yetersiz bulduğundan Dostoyevski’nin bu öyküsünü değiştirmiş, bir oyun haline getirmiştir. Taner’e göre asıl sorun, timsah değil, böylelerine inanmaya yatkın safdillerdir. Taner’in oyunu, böyle bir zavallının, timsahın midesinde oturup sindirilmeyi beklerken kurtarıldığında, kurtarıcılarına nasıl kızdığını, onlardan nefret ettiğini çok güzel anlatır! G [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle