22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 DOÇ. DR. HÜLYA UĞUR TANRIÖVER * 2 MART 2008 / SAYI 1145 7 Yarışmacılar, yaşamlarında gerçekleştiremedikleri “başarılı olma” güdülerini buralarda tatmin ediyor olabilirler mi? Demin biraz da bunu söylemek istiyordum aslında. “Başarı” Türkiye’de ve sınav sistemimizde soruları doğru ya da yanlış yanıtlamayla bir görüldüğü için tabii ki, bilgi yarışmalarında böyle bir güdülenme söz konusu. İnsanların yarışmalara başvurma nedenlerinden kuşkusuz en önemlisi yüklü para ödülleri. Sizce, yarışmalarda insanların duyguları suiistimal ediliyor mu? Başvurma nedenlerinden biri ve önemlisi para kazanma arzusu, ama ben yarışmacı olma istencinin salt buna indirgenebileceğini düşünmüyorum; eminim sizin de, benim de paraya çok çok ihtiyaç duyduğumuz zamanlar olmuştur, ama bu durumdaki herkes yarışmalara koşmuyor. Son dönemde kişilerin yarışmada kazanmayı umdukları parayla ne yapacaklarına ilişkin olarak aktardıkları yaşamöyküleri ve kişisel dramlarının hele de çekim teknikleri, müzik, ışıklandırma, sunucunun replikleri ile nasıl klasik bir “melodram”mış gibi kurgulandığını gördüğümüzde duyguların suiistimali ya da daha doğrusu bir “duygu sömürüsü” izlenimi edinmemek mümkün değil; bu haliyle yarışmalar, gündüz kuşağı kadın programlarının formatına yakınlar. Aslında katılımcılar özel yaşamlarına ait öğelerin ekranda bu biçimde kullanılacağını, izleyiciler de programların formatı gereği bu yaşamöykülerinin dramatize edileceğini bilirler, buna medya sosyolojisinde “tür sözleşmesi” deriz; üreten de, izleyen de bilir; bileisteye oturur. Yarışmacılar sonuçta ömür boyu çalışarak kazanma olasılıkları olmayan bir meblağı elde edebilme uğruna, böyle bir fedakârlığa razı olurlar, bir sömürü varsa bu “gönüllü”dür. Özetle; hasta çocuğunun tedavi parası uğruna yarışmaya katılan anneyi veya programın sunucusunu, seyircisini tartışmak güzel de; buna gelene kadar, önce sosyal bir devlette bu annenin neden para vermesi, dolayısı ile o parayı bulmak için her türden “direnme ve var kalma stratejisi” geliştirmesi gerektiğini sorgulamak gerekmiyor mu? G * Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi, sosyolog Yarışma programları dizilerden daha fazla reyting alıyor. Yapımcılar ve kanal yetkilileri de bunun farkında. Yarışmalara her gün yenileri ekleniyor; “Var mısın, Yok musun?”, “Passaparola”, “Düello”, “Kim 1 Milyon İster”... İnsanlar, “kendileri” gibi olanların hayatlarını değiştiren bu programları izlerken, hayal kurmayı da ihmal etmiyor... Kim bilir, Passaparola’ya bir aydır katılan Nimet Büyükaydın (ön sıra, ortadaki) şampiyonluktan bir önceki adıma ulaşıp, “altın koltuğa” oturabilmekten mutlu. İzleyicilerin ve katılımcıların yarışma programlarına gösterdiği ilgiyi neye bağlıyorsunuz, bu programlar insanların hangi duygularına hitap ediyor? Yarışmalar, her toplumda var olan “bilmecebulmaca” geleneğinin bir devamı ya da modern versiyonu olarak düşünülebilir. Bilgi yarışmalarının bu anlamda en önemli işlevleri toplumca “meşru” olan bilgiye sahip olunduğunu kanıtlama yoluyla kişiye, topluma ait ve layık olduğunu hissettirmesidir. İzleyicilere de, hem bilgilerini sınama hem de yarışanla pozitif ya da negatif özdeşleşme kurma olanağı sağlarlar. Bilgi nitelikli olmayan yarışmalarda da heyecan yaratma boyutu önemli. Son dönem yarışmalarda bunlara ek olarak, yarışmacıların kişisel yaşamöyküleri özellikle de dramatik öyküler, felaketler, acılar ve onlara destek veren kişilerin gösterdikleri dayanışma, ilgi, vb. de izleyicinin ilgisini çekiyor. Yarışmacıların aylarca bu programların çekimlerine gidip gelmesini, sosyal yaşama yabancılaşmaları ve “kendine yakın” insanları bulma çabası olarak değerlendirebilir miyiz? Sorunuzun ilk bölümüne “hayır”, ikincisine ise, tersine “evet” diyeceğim. Zira tam da kendine yakın insanlar bulma ve bu insanlarla iletişim kurmanın kendisi bir sosyalleşme biçimi. Dolayısıyla yeni bir sosyallik kurma; neredeyse yeni bir “iş”e başlayan kişi gibi, çevre edinme, belli gündelik yaşam kurallarına uyma söz konusu. Bu tür bir ortamdan uzak olanlar açısından çok çekici bir şey; hatta yaşamlarının yeni bir amacı olması gibi. Birçok insanın derdi zayıflamak. Şimdilerde bu problem, internetteki popüler arkadaşlık siteleri Facebook ve Myspace üstünden tartışılıyor. Beslenme uzmanları, sitelerin bünyesinde oluşturulan tartışma platformlarında ortaya atılan tavsiyelerin zayıflamak isteyenleri yanlış yönlendirdiğini iddia ediyor. İnternet cephesi ise sınırsız bilgi akışı ve tartışma platformunun belki bir gün... Esra Açıkgöz / Deniz Ülkütekin sansürlenmesine karşı. Deniz Ülkütekin Yarış yarışabildiğin kadar... 1. sayfanın devamı Passaparola, biraz eski tip bir yarışma. Son yılların yarışmalarındaki gibi kurgulanmış gerilimler yok, kişiliğini öne çıkaran bir sunucu astronomik para ödülleriyle insanların ilgisini çekmeye çalışmıyor, ancak yıllardır tutuluyor. Bulmaca tutkunu Müzehher Dinkçi, az önce bahsettiğimiz aşamaları bir bir geçerek dokuz günde şampiyon olmayı başarmış. Ancak aştığı bir zorluk daha var, İkitelli ile evinin bulunduğu Çamlıca arasındaki kilometreler. Kendi tabiriyle “kakara kikiri” yarışmalara itibar etmiyor. Emeklilikten sonra hayatını, program saatine göre ayarlamış, doğru yanıtlar verebildiğini görünce de geçen sene programa başvurmuş, sonrası dört gün üst üste şampiyonluk ve karşılığında 14 bin YTL. Para en çok oğluna yaramış ama kendisi de birkaç turla gezmiş, dolaşmış. Bu yıl format değişince yeniden katılmış yarışmaya ve onca tecrübeliyi aşıp yine şampiyonluğa yükselmiş. Müzehher Hanım’a geri döneceğiz, ama önce şu tecrübe konusuna bir açıklık getirmek lazım. Tecrübenin bir bölümü, cevap olmak sırf maddi değerle ölçülmüyor, yarışmanın manevi tatmini de var. Kendisine olan güvenini arttırmasını da göz ardı etmemeli. Gerçekten de normal bir hayat yaşarken bir anda bir şeyler kazanma şansı yakalamak farklı hayalleri de beraberinde geliyor. Nimet Büyükaydın’ın hayaller zinciri çarktaki soruları bilip, başından konfetilerin döküldüğünü görmek istemekle başlıyor. Maltepe’den Kadıköy’e, oradan da servisle İkitelli’ye gelmesini pek de dert etmiyor “Yol hiç önemli değil, deseler ki Passaparola Ay’da, ama araç var, giderim” diyor. Para kazanmak istediğini de saklamıyor, ama bu inadının sebebi sırf bu değil: “Kadınların asimile edildiği şu dönemde bir kadın olarak bilgi birikimimi, kadının nerede olduğunu göstermek için buradayım”. Yarışma programları arasında böyle bir ayrım var: Bilgi sınananlar ve şansa dayalı olanlar. Büyükaydın, bilgisini yarıştırmaktan haz duyuyor, kazanamasa bile Passaparola’da öğrendiklerinin maddi bir karşılığı olmadığı görüşünde. Kate Moss 0 beden mankendi. Onunla zayıflama takıntısı daha görülür hale geldi... KENDİMİZİ SINAMAYI SEVİYORUZ... Yarışmacılar arasında “Düşler”, “Var Aslında Yok” gibi felsefe kitaplarının yazarı Tülin Karabeyoğlu da var. O da Nimet Büyükaydın’ın vurguladığı farkı dillendiriyor. “Diğer yarışmalara da bazen kafa dağıtmak için bakıyorum, ama bilgi yarışmalarının yerini tutmuyorlar” diyor. Televizyondan gördüğü farkı burada da yakalamış, “Uzun süre burada olunca belli bilgi birikimi olan insanlarla tanışıyor, güzel dostluklar kuruyorsunuz” diyor. Ya setin dışındaki hayat? “İkisinin de farklı yanları var. Burada kendinize daha yakın özelliklerde insanlar bulabiliyorsunuz, ama diğer tarafta farklı ve daha gerçek bir durum söz konusu”. Bir aydır şansını deniyor. Onu buraya çeken Metin Uca’yı, öğrenmeyi ve sınırlarını zorlamayı sevmesi. Müzehher Dinkçi, konuştuğumuzda Passaparola’nın iki günlük şampiyonuydu... Onun için burada bulunmak ve heyecanı yaşamak yeterli, hırsları yüzünden hayal kırıklığı yaşayanları da görmüş… Nedenini butonuna hızlı ve doğru şekilde basabilmekte gizli, çünkü doğru ödüle bağlıyor, yarışmaların para sağlaması hırsı da çoğaltıyor, hayal cevabı bilip yanlış tuşa basmak son derece moral bozucu. 51 kırıklığını da. Üniversite öğrencisi Adil Cem Özçakır da bu görüşü yaşındaki sağlık memuru Nimet Büyükaydın, birkaç defa yanlış doğrularken televizyonda gözükme şansını da es geçmiyor. butona basmaktan kurtulamamış, yarışma öncesi butonlarda Samsun’dayken de Passaparola’nın sıkı bir takipçisiymiş, üniversite antreman yaparak bunun üstesinden gelmiş. Bu tehlikenin farkında için İstanbul’a gelince programa katılıp hayalini gerçekleştirmek olan çekim ekibi de konuklarına butonlara nasıl ve ne zaman istemiş. “Burası Türkiye mozaiği gibi, birçok yöreden ve her sosyobasmaları gerektiğini tekrar ve tekrar anlatıyor. Diğer hazırlık safhası kültürel çevreden insanı görebiliyorsunuz. Benim öncelikli hedefim ise evde başlıyor. Program başında yaptığı girizgâhla günün kazanmak” diyor. Bazı günler “bugün kazanacağım” düşüncesiyle siyasetine, konularına değinen Metin Uca’nın programında sorular da girse de sete, şimdiye kadar bir kere ikinci tura geçmeyi başarmış. gündemden uzak değil. Yarışmacılara düşense gazete ve Yine de umutlu Adil, arkadaşlarının baştaki “Passaparola’nın kızlarını televizyonlardaki haberleri takip etmek. Televizyon izlerken elinden göreceksin”, “Para kazanırsan hemen yanındayız” gibi teşvikleri bir düşürmediği deftere notlar alan Büyükaydın genel kültürüne hafta sonunda “Artık seni maaşa bağlasınlar” şeklinde dalga geçmeye güveniyor, tek endişesi, ekran önünde bildiklerini unutmak. O ve dönüşmüş, ama o Passaparola’yı bırakmamakta kararlı… Hırs da diğerleri çekim arasında kafeteryada ve yolda diğer yarışmacılarla zaten böyle bir şey değil mi? birbirlerini sınıyorlar durmaksızın. Büyükaydın’a göre, şampiyon Acun Ilıcalı, program hazırlama konusunda kendinden emin. Passaparola’ya 2002’den beri yaklaşık dört bin kişi katılmış. Yarışmada farklı meslek gruplarına da katılımcı olma şansı veriliyor; balıkçılar, itfaiyeciler, spor hocaları, maden işçileri, dansçılar... Şimdiye kadar verilen en büyük ödül, 165 bin YTL. Seyirci koordinatörlerinden Meriç Bayraktaroğlu, Passaparola’nın genel kültür ve bilgiye dayalı bir yarışma olduğunu, bunun için de güncel olayları yakından takip ettiklerini söylüyor. Maliyeti düşük olduğu halde, yüksek reyting alan yarışma programları hem kanallar hem de yapımcılar için çok cazip. “Çünkü” diyor Bayraktaroğlu “doğru formatı bulursanız bir dizinin bütçesinin beşte, hatta altıda biri fiyatına dizinin aldığı reytingden daha fazlasını alabilirsiniz. Bu kanal için çok daha cazip bu durum, ama bu tür bir formatı bulmak kolay değil”. Değil, ama programları hazırlayanlar da izleyicinin ne istediğinin farkında. “Var mısın, Yok musun”un yapımcısı ve sunucusu Acun Ilıcalı bu konuda kendine fazlasıyla güveniyor. “Bir programın format haklarını aldığımda, olabildiği kadar örf ve âdetlere uyarak orijinaline bağlı kalmayı tercih ediyorum” diyor, “İzleyici, çok çabuk tüketip yenilik arıyor. İnsanlar artık magazinsel kahramanlardan çok kendilerinden bir şeyler buldukları karakterlerin mutluluğunu görmek istiyor. Yarışmaları izlerken birilerinin hayallerine ortak oluyor ve bu arada kendileri de hayaller kuruyor. Yarışmamızda da özele ve dramaya girmeden, çekişmeden uzak bir ortam yarattık”. Ilıcalı, “Var mısın, yok musun”un reytinginin, birçok diziden fazla olmasının nedenini seyircinin ekranda kendisini görmek istemesine bağlarken, ödülü ve ödülü alma şeklini gözardı ediyor. Sadece birden 24’e kadar bir sayı söyleyerek, 500 bin YTL kazanma şansı tanınan yarışmada şimdiye kadar, 2.5 trilyon YTL dağıtılmış. Fazla yorulmadan yarışmak, hayal kurmak seyirciyi de “olanaksız”ın sanallığına hapsediyor… Tıpkı milli piyango gibi, size de çıkabilir! Sağlıksız bilgi akışı Yazar Tülin Karabeyoğlu, sınırlarını zorlamayı seviyor. ünya üzerindeki internet kullanıcılarının birçoğunun başı Facebook ve Myspace gibi arkadaşlık siteleriyle dertte. İşin kötüsü bunun farkında bile değiller. Bu tip sitelerin aldığı reklamlarda büyük yer tutan ve yine site bünyesinde tartışma platformu oluşturan zayıflama, diyet için yardım vaat eden proanorexia forumları, insanların sağlığını tehdit ediyor. Eleştirilerin, arkadaşlık siteleri üzerinde yoğunlaşmasının en önemli sebebi ise üyelerin fotoğraflar üzerinden birbirlerini kıyaslama ihtimalinin yüksekliği. İngiltere’de yapılan bir araştırmaya göre proanorexia sitelerini takip eden kadınların belirgin özellikleri arasında olumsuz düşünmeleri, kendilerine az güvenmeleri ve vücutlarını diğer kadınlarla karşılaştırmaları dikkat çekiyor. Dying to be thin D Adil Cem Özçakır kazanacağı konusunda umutlu. (Zayıflamak için ölürüm), born to be skinny (sıska olmak için doğdum) insanları zayıflatmak için sağlıksız yollar öneren gruplardan bazılarının adı. İngiltere’de, beslenme bozukluklarıyla mücadele eden kuruluş Beat’ten yapılan açıklamaya göre şu ana kadar poranorexia ile mücadelede çok az yol katedildi. Britanya’da 1.1 milyon kişinin beslenme bozukluğu olduğu tahmin ediliyor. Arkadaşlık siteleri ise proanorexia konusunda net bir tavır ortaya koymuyorlar. Çünkü bir tartışma platformuna müdahale ettikleri anda sitelerinin temel amacı olan sınırsız bilgi akışını sekteye uğratmaktan çekiniyorlar Beslenme uzmanlarına göre gelişen iletişim teknolojileri, insanların zayıflama ile ilgili bilgilere çok daha rahat ulaşmasını sağlıyor. Ancak bu bilgiler, çoğu zaman güvenilir kaynaklardan değil, DÜNYA YARIŞMALARI... Dünyada da yarışmalar ilgiyle izleniyor. Birçok yarışmanın formatı ABD ve İngiltere kaynaklı. Bazı ilginç yarışma örnekleri şöyle:  1980’lerin Japon yarışması “Tahammül”ün ilginç bir hikâyesi var. Japonya’dan çok İngiltere’de tutan Tahammül’de, üniversitelerden gelen takımlar, rakiplerine, buruna kum doldurmak, sürüngenler tarafından yalanmak gibi işkenceler uyguluyor, en uzun süre dayanan grup yarışmayı kazanıyordu.  Bazı yarışmalar, birçok ülkede neredeyse birebir formatta yayımlanıyor. “Anlaş ya da Anlaşma” ve “Bire Karşı Yüz” bunlardan. Mesela, “Var mısın, Yok musun?” “Anlaş ya da Anlaşma”yla benzer formatta. “Bire Karşı Yüz”de ise konuklardan biri kalan yüz kişiye karşı yarışarak etapları geçmeye çalışıyor.  Güney Afrika’da “Beşinci Sınıf Öğrencisinden Akıllı mısınız?” isimli yarışmada, yetişkinlere, ilkokul sınavı soruları yöneltiliyor. Programa katılan öğrencilerin cevapları yarışmacınınkilerle karşılaştırılıyor.  İrlanda Cumhuriyeti’nde yayımlanan “Patlama Noktası”nda, denizcilik tecrübesi olmayan on yarışmacı bir tekneyle açılıyor. Her hafta biri dümene geçiyordu, ancak 13 Haziran 2003 Cuma günü tekne Tory adasında karaya oturdu. Mürettebat ve yarışmacılar kurtulurken ayın on üçü ve Cuma’nın laneti hakkındaki efsaneler uzun süre medyanın gündeminden düşmedi. Yarışmalardaki skandallar bununla sınırlı değil. 1950’lerde ABD’de televizyon kanallarında çalışanlarla yakın olan yarışmacılara yapılan yardımlar ortaya çıkana kadar bilgi yarışmaları çok popülerdi. Özellikle SSCB ile girilen teknoloji yarışında bilgileri sayesinde hayatları değişen insanlar ülkenin imajı açısından önemli görülüyordu. Bu yüzden ödül miktarları inanılmayacak boyutlara çıkmıştı. Var mısın, yok musun, baştan sona Ilıcalı’nın sürükleyip götürdüğü bir yarışma, en çok pirimi yapan da o. Lösemili oğlunu yurtdışında tedavi ettirebilmek için yarışmaya katılan Ömer Boran üzerinden yarattığı gerilim hem reyting yarattı, hem de hayalleri tavana vurdurdu. Birinde beş, diğerinde 125 bin YTL bulunan iki kutu arasında seçim yapmak zorunda kalan Boran, bu kutular karşılığında kendine teklif edilen 39 bin YTL’yi tedaviye yetmeyeceği için reddederken seyircinin kalbi durma noktasına geldi. Neyse ki kutudan 125 bin YTL çıktı da Boran’ın oğlu iyileşme umuduna kavuştu, seyirci de kendi çocuğu kurtulmuşçasına derin bir haz yaşadı! ŞANSINA GÜVENEN GELSİN... Ilıcalı, “Yüz binlerce başvurumuz oluyor” diyor, “Yarışmacıları, internet ve telefonla başvuranlar arasından, yüz yüze görüşerek seçiyoruz. Castinge çok özen veriyoruz, çünkü ‘Var Mısın Yok Musun’u özel yapan yarışmacılarımız”. Peki kim bunlar? “Profilleri hakkında bir genelleme yapamayız, Türkiye’nin her yerinden, farklı eğitim, gelir düzeyleri ve sosyal çevreden bir mozaik yaratmaya çalışıyoruz. Kamera karşısındaki samimiyetleri ve diğer yarışmacılar ile uyum içerisinde olabilmeleri oldukça önemli”. Yarışmacılarla aylarca bir arada olan Ilıcalı, programın başarısını sevgi, saygı, paylaşım ve içtenliği önemsemelerine bağlıyor, ancak bu başarının kesin formülü değil. Ne TRT’nin mesafeli tavrı, ne diğerleriyle karşılaştırılamayacak düzeyde az para ödülü olması, ne de devamlı değişen yayın saatleri efsane yarışma programı “Bir Kelime Bir İşlem”in 25 yıllık varlığını ortadan kaldıramadı. Nazmi Kal’ın yarattığı yarışmanın yapımcılığını 1996’da devralan Oktay Durak, yarışmaya ilginin yoğun olduğunu söylüyor. Öyle ki, program “Kim 500 Milyar İster”in yayına başladığı yıl Gazeteciler Cemiyeti’nin internet üzerinden düzenlediği ankette, en iyi ikinci yarışma programı seçilmiş. Ona göre, ilginin nedeni izleyen herkesin, katılabilmesinde gizli, bir de yarışmanın tamamıyla bilgiye dayanmasında. “Sonuçta dört işlem ve harflerden kelime türetmek ilkokul çocukları için bile eğlenceli olabilir” diyor. Yarışmalar, rekabete dayalı bir dünyada yaşayan bugünün insanlarına ne veriyor diye soruyorsanız, panzehir de zehirin kendisinden üretilmiyor mu? G Zayıflar şişmanlara, şişmanlar da zayıflara karşı... Tartışma şimdi de internet sitelerinde... internet üzerinde yayılarak elde ediliyor. Beslenme bozuklukları alanında danışman psikiyatrist olarak görev yapan Ty Glover, proanorexia sitelerini kapatmanın zor olduğunu, ama Facebook gibi popüler sitelerden en azından bu tip reklamları sınırlamasını beklediklerini söylüyor. “Bu platformlarda şu anda var olan içerik son derece korkutucu” diyen Glover, beslenme bozukluğu yaşayan insanların son derece kırılgan olduğunu bu yüzden yanlış tavsiyelerin kendilerine büyük zarar verebileceğini de sözlerine ekliyor. Konu hakkında bir rapor hazırlayan Beat’ten Susan Ringwood’a göre bu siteler, insanları tedavi olmamaları yönünde cesaretlendiriyor. Ringwood, amaçlarının bu siteleri tamamen kapatmak olmadığını söylüyor. Ancak ne olursa olsun sorumluluk bilinci içinde davranmalarını sağlamak gerekli. Yine Ringwood’a göre, gençler, tehlikeli fikirleri denemeye daha meyilliler. Bu yüzden proanorexia sitelerindeki içerik denetlenmeli. Bu tip sitelerin yarattığı bir başka tehlike ise kendi başına diyet yapan insanların, yaptıkları şeyin doğruluğuna kendilerini inandırmalarına yardımcı olması. İşin bir başka boyutunu ise anorexia hastalığından kurtulmayı başaran Shannon Bonette koyuyor. Proanorexia sitelerindeki bilgilerin hastalığı atlatmasına yardımcı olduğunu belirten Bonette’e göre sitelerde gördüğü insanların en büyük ortak noktası hepsinin çaresiz durumda olması. Facebook ve Myspace sözcüleri ise sitelerinin temel amacının bilgi paylaşımı olduğu konusunda ısrarlı. Destek grupları ve proanorexia siteleri arasındaki farkın anlaşılmasının her zaman çok kolay olmadığını belirten Myspace sözcüsü, bu oluşumları yasaklamak yerine, kullandıkları sayfalara insanların yardım alabilecekleri merkezlerin reklamlarını koyduklarını söylüyor. Facebook sözcüsüne göreyse sitenin temel amacı sınırsız bilgi akışını sağlamak. Facebook bünyesindeki birçok forumun tartışmalı konuları ele aldığını belirten sözcü, bunun sansür uygulamak için yeterli bir sebep olmadığı konusunda ısrarlı. G “Anlaş ya da Anlaşma” yarışmasından...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle