Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 MART 2008 / SAYI 1145 5 Bir panayır hikâyesi... Müge Serçek B elgeselleri ve Nuri Bilge Ceylan’ın “İklimler” filminde canlandırdığı “Mehmet” karakterinden tanıdığımız Mehmet Eryılmaz bu kez, ilk uzun metraj çalışmasıyla karşımıza çıkıyor. Film, panayırda geçen bir aşk hikâyesini anlatıyor, inşaat işçisi Cemal ile panayırda şarkıcılık yapan Nurşen’in hikâyesini beyazperdeye taşıyan “Hazan Mevsimi: Bir Panayır Hikâyesi” 29 Şubat’ta gösterime giriyor. Bu film projesi nasıl ortaya çıktı? Benim altyapım belgeselden geliyor ve geçmişte panayırlarla ilgili birçok çalışmam oldu. Panayırlar bizim kültürel dünyamızın önemli, ama yok olan olgularından biri. Üstelik görsel yanı çok güçlü bir ortam; tantanası, gürültüsü, şarkısı, türküsü bol. Panayırdaki insanların kimsenin görmediği, bilmediği özel bir hayatları var. Bu nedenle panayırla ilgili bir film yapmak hep aklımdaydı. Panayır çekimlerinizi nasıl gerçekleştirdiniz? Panayır seti kuracak kadar maddi kaynağımız yoktu. Bir panayır ancak 3040 kamyonla taşınarak kurulabiliyor. Bu nedenle 34 panayır dolaştık. Filmde yer alan çadırları farklı panayırlarda kurarak aynı panayırda geçen hikâyeyi anlattık. Bu dört panayır nerelerdeydi? Ezine, Bayramiç, Pehlivanköy ve Büyükçekmece’de. Çekimlerde neler yaşadınız? En önemli cesaretimiz; filmi sesli çekmek oldu. Çünkü o atmosferi, sonradan filme ekleyeceğimiz efekt, dublaj gibi suni seslerle yap Mehmet Eryılmaz ilk uzun metrajlı filmini dört ayrı panayırı dolaşıp altı ayda çekti… Bir panayır şarkıcısı ile inşaat işçisinin aşk hikâyesi üzerine kurulu “Hazan Mevsimi: Bir Panayır Hikâyesi” sinemalarda… Mehmet Eryılmaz. mamız mümkün değildi. Her çekimin tekrarını çekmek biraz zordu, çünkü her seferinde efektler ve fondaki müzikler değişiyordu, bu yüzden çift kamera kullandık. Böylece arka sesler aynı kaldı. Türk sinemasına baktığım zaman, panayırla ilgili hiçbir film göremiyorum, böyle bir filmi çekmek zor olduğu için herhalde cesaret edilememiş. Çekimlere başlıyoruz, sonra bir başka şehirdeki başka bir panayırda devam ediyoruz, sonra yine başka bir panayıra gidiyoruz… Filmdeki diyalogları doğaçlama halinde işlemişsiniz. Oyuncularıma bir çerçeve çizdim, bu çerçeve içinde benim istediklerimi yapabildikleri oranda rollerini oynadılar. Metni istediğim cümlenin sınırlarını geçmeden kendilerine göre ifade etmelerini istedim. Tüm ekip interaktif şekilde çalıştık, oyuncularla sahne ya da kostüm üzerine de fikir alışverişi yaptık. Panayırın tantanalı dünyası, geleceklerinden umutsuz yol işçileri. Filmin mekânlarından biri göl, o neyi ifade ediyor? Filmde göl kenarını özellikle kullanmak istedim, çünkü su çok önemli bir simge. Filmdeki karakterler, göl kenarında kendi içsel dünyalarına yolculuk yapıp hayatı sorguluyorlar. Her karakterin geçmişinde bir takım şeyler yatıyor. Filmdeki sevgililerin, ilk öpüştüğü yer de göl. Bu film, tutunamayanların hikâyesi. Gişeden beklentiniz nedir? Bu çok zor bir soru, bir annebabaya çocuğundan beklentisini sormak gibi bir şey. Filmler, bazen sürpriz sonuçlarla karşılaşabiliyor. Bir yönetmen, elli bin beklerken bir milyon gişe yapabiliyor. Halkın neyi, nerde seveceği hiç belli olmuyor. Filmi seyreden beğenisini bir başkasına anlatıyor. En güzel yöntem bu. Filminizi Venedik Film Festivali’ne de gönderdiniz… Evet, festivalin yarışmalı bölümüne de göndermiştim ama bir sonuç çıkmadı. Festivalde, “eleştirmenler haftası” diye adlandırılan bir bölüm daha varmış. Oradan bir yazı geldi; “filminizi Venedik Film Festivali’nin ‘eleştirmenler haftası’ bölümüne neden gönder miyorsunuz?” yazıyordu. Ben de bu davet üzerine filmimi o bölüme de gönderdim. Daha sonra Sergio Germani’den övgü dolu düşünceler aldım. G PAZARIN PENCERESİNDEN Musa’nın kart kedisi Selçuk Erez aşbakan “İstanbul’un, Ankara’nın elit semtlerinde oturarak, masa başında sosyolojik analizler yaparak, kimse şehirlerimizdeki hizmetleri anlayamaz... Bir garibin sofrasına oturup bir dilim peyniri, üç tane zeytini, yokluğu, yoksulluğu görmeden, hissetmeden ahkâm keserseniz, yaptığınız yorumlarla kargaları bile güldürürsünüz” dedi. Vecizeleri önce Orhan Veli tarzı ile kaydedelim: Musa’nın kart kedisinin kış günü toplum meseleleri karşısında takındığı tavrı anlatır şiirdir: Mikrofon görmesin başlayıverir: Sen bir elit kedisin, / Gecekondu sofrasında / Peynir, sovan yemezsin! / Sadece, / Ankara’da, İstanbul’da oturur, / Sosyal ahkam kesersin... Orhan’ın kedisi yanıtlar: Senle uyuşamayız, yollarımız ayrıdır: / Sen imamın kedisi, bense sokak... / Senin yiyeciğin mermer yalakta / Benimki ise aslan ağzında. / Sen muhalefetsiz iktidar rüyası görür, / kömür dağıtırsın... / Bense eşitlik ve aydınlık umarım gelecekte! / Ama seninki de kolay değil kardeşim / Kolay değil hani / Böyle bilmediğin konularda / sallamak tanrının günü! Şimdi de bu Istanbullu Ankaralı elit laflarının kaynağını arayalım: * Yusuf Ünal’ın “3H Hareketi web sayfası”ndaki yazısından (23.6.07): “Laik elitler halkla ve inançla bir sorunlarının olmadığını sözde değil özde ispatlamalıdır. Aksi halde cumhuriyet ve Atatürkçülük sosyetik değerler olmaktan kurtulamaz.” * BirSen Başkanı Cemil Çağlar,Tokat’ta konuştu (Yeni Şafak 20.1.08): (Başaörtüsü konusunda) sorun, çözüme karşı milletle ve milletin değerleriyle alay eden elitistlerin kafalarındadır”. * Mustafa İslamoğlu’nun makalesinden (24.2.08) (17 Safer 1429 diye de eklemiş): “Laik elitler, bu ülkenin halkını gerçekten tanımazlar; onlar çekildikleri fildişi kulelerinde, halka tepeden bakıp ahkâm kesmeye bayılırlar.” * İlhan Boz’un Gerçek Hayat dergisindeki makalesinden (24.2.08): “(Onların) kaygılarının başında Müslüman kızların başlarını örtmeleri gelmektedir... Laik elitler ve en başta da eşyalarını toplayıp köşkten ayrılan Cumhurbaşkanı, bu uğurda cansiparane mücadele vermişlerdir… İhtiras duyguyları ile tersyüz ettikleri şu dünyada model olarak iş görecek olan gelecektir; geçmiş asla değil!” Yani, köktendinci yayınlarda epeyidir sloganlaştırılmış jargonu kullanarak konuşmaya başladılar.. “Laik elit” dediğin kimdir farkında mısınız? 24 Şubat’ta 3. ölüm yılında andığımız eski Dışişleri Bakanımız Coşkun Kırca’dır: Birleşmiş Milletler Temsilcimiz, Kıbrıs harekâtından sonra yapılan antlaşmalarda, birçok uluslararası komisyonda bizi temsil etmiş ve de bu ülkeyi temsil ettiği için silahlı bombalı teröristlerin saldırısına uğramış Kırca’nın gazete makalelerini bulun okuyun.. Elitin daniskası olan bu laik aydının sosyal analizlerinin ne geçerli olduğunu görün.. Kırca arkasında ne han ne hamam, ne de çocuklarına gemi bırakmıştır. Mart’ın 11’inde vefatının 40. yılında saygı ile anacağımız Haşim İşcan da hem laikti hem de elit: Eski bir öğretmen olan İşcan, birçok ilmizde valilik yapmış, sonra İstanbul Belediye Başkanı seçilmişti... Vefatını izleyen günlerde eşinin buzdolabının taksidini ödeyemediğini, rahmetli Vehbi Koç’un, Atıfet Hanım’ın üzülmemesi için “Eşiniz tümünü ödemişti” dediğini biliyor musunuz? Öyle “fakirgaribanelit” nutukları atmadan önce biraz daha düşünmemiz gerekir! G erezs@superonline.com B