17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 12 EKİM 2008 / SAYI 1177 Dijital Çağ’da bir tezat Zülal Kalkandelen B ir alışveriş merkezinde yürüyen merdivenlerle 4. kata çıkıyoruz. Dışarıdan bakınca dikdörtgen biçiminde ama tavanı açık camdan bir mekânla karşılaşıyoruz. Bölmelere ayrılmış dış yüzeylere bardaklar ve şişeler yerleştirilmiş. Merakla içeri giriyoruz. Mekân, özellikle ortada duran uzun masaya dikkat çekecek şekilde loş bir şekilde aydınlatılmış. Duvarlardaki cam dolaplarda şarap şişeleri duruyor. Özenle seçilmiş 96 adet şarap çeşidi, Enomatic adı verilen özel makinelerde ideal ısı ve nem ayarında saklanıyor... Etrafa bir göz atıp içerdekilerin ne yaptığına bakıyoruz. Kadınlı erkekli bir grup ilgiyle masanın üstünü inceliyor. Çünkü masa, adeta dev bir iPhone gibi dokunmatik. Dolaplardaki şaraplar hakkında üzüm çeşidi, tat, üretim bölgesi ve fiyat kıstaslarına göre bilgi almak isterseniz, yapmanız gereken sadece masanın üzerindeki ilgili tuşlara hafifçe dokunmak. Bu sayede hangi şarabı içmek istediğinizi belirliyorsunuz. 2 onsluk servislerin fiyatı 3 ile 100 dolar arasında değişiyor. İş şarabı almaya gelince de garsonun servis etmesini beklemiyorsunuz; onu da kendiniz yapıyorsunuz. Kredi kartınızı gösteriyorsunuz; önceden ödeme yöntemiyle çalışan, kişiye özel bir kart veriyorlar. Bu kartların bir özelliği de, kullanıcıların tercihlerini kaydederek bir tadım geçmişi oluşturması. Bu marifetli kartı alıp duvardaki camekânlara yerleştirilen şarapların yanına gidiyorsunuz. Belirlediğiniz şarabın üzerinde yer alan tuşa bastığınızda, cam bölmeden dışarıya uzanan ince bir borudan içkiniz bardağınıza doluyor. Sonra da Central Park manzaralı barda oturup şarabınızın keyfine varıyorsunuz. Yanına yiyecek isterseniz, peynir ya da çeşitli aperatiflerin bulunduğu seçenekler de sunuluyor. *** Herhangi bir filmden bir sahne anlatmıyorum; sözünü ettiğim yerin adı “Clo”. New York’ta yeni açılan ve dünyanın ilk elektronik şarap mönüsünü sunan bar... Potion Design firması tarafından gerçekleştirilen bu konseptin yaratıcısı Andrew Bradbury. Bradbury, daha önce Las Vegas’taki “Aureole” adlı restoranda da bu konseptin daha basit bir versiyonunu uygulamıştı. Bu defa ise, “eWinebook” adını verdiği otomasyon sistemi ile dijital çağa uygun şarap barı fikrini hayata geçirmiş. 21. yüzyıl’da yaşıyoruz; her şeyin elektronikleştiği bir dönemde böyle bir yerin açılması hiç de şaşırtıcı değil. İnsanlık, bilimsel ve teknolojik gelişmeleri gündelik hayata geçirerek ilerlemeye devam ediyor. Benim bugün Clo hakkında yazmamın nedeni ise, dijital çağda ülkemizde yaşanan bir tezata dikkat çekmek. Çünkü 21. yüzyıl Türkiyesi, gelişmelere direnen ve gidişatı tersine çevirmeye azmetmiş görünen gerici zihniyetin varlığına sahne oluyor. Ülkemizde AKP döneminde içki yasaklarının gündeme gelmesi de bunun son örneklerinden... İçki içilebilen tek bir restoranı bulunmayan kentler... Yabancıya içki servis edilirken Türk’e getirilen yasaklar... İçki sattığı için dövülen market sahipleri... Alkollü mekânların kira sözleşmesini iptal eden belediyeler... Her gün bir yenisini duyduğumuz bu tür olaylar, tüm Türkiye’ye yayılıyor, dünya kenti olduğu söylenilen İstanbul’da bile giderek artıyor... Clo gibi bir barda farklı şarapları tatmak, elbette hem eğlenceli hem de ilginç. Ama şarabın tadına varmak için mutlaka oraya gitmek gerekmiyor. Çünkü nerede olursa olsun, bir masa etrafında toplanıp söyleşen dostların paylaştığı bir şişe şarabın tadına doyulmuyor. O masa dokunmatik olmasa da... Yeter ki bu çağda içki yasakları bitsin artık! G www.zulalkalkandelen.com / [email protected] Kütükten kafalar Adnan Binyazar Şiir duygu ideolojisidir. Gönül eğlendirdiği, hülyalara daldırdığı sanılır şiirin; onu yaparken bile, yüreğin derinliklerinde dolaşır, beynin ulaşılmamış bölgelerini didikler. Açın Yunus’u, Pir Sultan Abdal’ı, Karacaoğlan’ı, Fuzuli’yi, Şeyh Galip’i, Yahya Kemal’i, Nâzım’ı, Fazıl Hüsnü Dağlarca’yı; okuyup özüne varmadan bir kenara ittiğimiz yüzlerce şairi, duyarlığınız gelişmişse, onların alışılmışın ötesinde düşünceler, imgeler, söylemler yarattığını göreceksiniz. Şiirin, sözü kalıplara uydurma işi olduğu sanılır. Gerçek şiir kalıp tanımaz; şiirin, dönem dönem kalıba girdiği olur, dönem de olur ki, o kalıptan sıyrılıp kendi kalıbını oluşturur. Şiirin kalıp dökücüsü şairdir. Şiir; düşünceyi, imgeyi, söylemi yaratıcılığın potasında eritip, insan benliğinde kök salacak ‘anlam’ı arar. Duygunun ideolojisi bu ‘anlam’dadır. Geçen haftaki yazımda, bir düşünceyi açımlamak için, Ataol Behramoğlu’nun Çağdaş Rus Şiiri Anatolojisi’nde yer alan Mayakovski’nin “Şair İşçidir” adlı şiirinden küçük bir alıntı yapmıştım. Şiirden alıntı ancak bir düşünceyi pekiştirme amacıyla yapılır. Gerçekte, şiir, bütünlüğüyle varsa vardır; alıntıyla yetinmek, filin bacağına sarılan körün onu direk sanması yanılgısına düşürür okuyanı. Şu da bir gerçektir; bir antolojiden tek şiir okumak, tünelin ucunda treni görmekse, antolojideki tüm şiirleri özümseyerek okumak, treni istasyonda lokomotifinin soluk alışıyla, vagonlara sıkışmış kadınlı erkekli yolcularıyla görmektir. Şiirin düşünceyle, imgeyle, söylemle bütünleşen bir duygu ideolojisi olduğu o zaman anlaşılır. Ataol Behramoğlu “Şair İşçidir”i 1980’lerde çevirdi. Şiir şöyle başlıyor: “Bağırırlar şaire: ‘Bir de torna tezgâhı başında göreydik seni. /Şiir de ne?/Boş iş./Çalışmak harcınız değil demek ki...’ Doğrusu/ bizler için de/en yüce değerdir çalışmak./Ve kendimi/bir fabrika saymaktayım ben de./Ve eğer/bacam yoksa/işim daha da zor demektir bu.../Bilirim/hoşlanmazsınız boş laftan/kütük yontarsınız kan ter içinde./Fakat/bizim işimiz farklı mı sanırsınız bundan: /Kütükten kafaları yontarız biz de.” İşçi haklarının iyice gün yüzüne çıktığı 12 Eylül döneminde bile büyük olasılıkla ne şairlerin haberi oldu bu şiirden ne işçilerin... O yıllarda Berlin’de, Türk çocuklarının anadili kitaplarının yazıldığı bir projede çalışıyordum. Öğrencilere iyi bir metin çalışması olanağı vereceğini düşünerek şiiri lise düzeyindeki kitaplardan birine almıştım. Yurtdışı koşullarında bile öğrenciler, şiirin imgeleri, söylemi üzerinde çalışırken, tartışma, ideolojisi yönünde gelişti. O yıllarda Türkiye askeri cunta yönetimindeydi. Bu şiir bizde bir ders kitabına alınsaydı, dünyada yalnızca 38 yıl ömür sürmüş Mayakovski’nin toprak bedeni darağaçlarında sallandırılırdı. Çevirenine neler olduğu biliniyor... Şiirde duygu ideolojisinin oluşumunu kavramak için, Mayakovski’den şu dizeler de okunmalıdır: “Fakat kim/aylak olduğumuzu söyleyerek/sitem edebilir bize;/Beyinleri perdahlıyorsak eğer/dilimizin eğesiyle...” Şair, ‘kütükten kafaları yonttuğu’, ‘beyinleri dilin eğesiyle perdahladığı’ için bir duygu ideologudur. G [email protected] Clo’da elektronik şarap mönüsü var... Kapitalizmin dili Eline kalem almak, kurgu yapmak, kişiler yaratıp onların sevdalarına tanıklık etmek, yürüdükleri yolda gitmek, içtikleri suyu yudumlamak, yani yaratmak başlı başına kafa tutmaktır. Bunu namusluca âzım Hikmet, Bursa Hapishanesi’nden Orhan yapabilmekse hiç kolay değildir... Çoğu zaman içtenlik Kemal’e yazdığı bir mektubunda ‘umut sorunu yaşar kişi. Popülerliğin bataklığı içine alır şairi, etmek’ten söz açar. Orhan Kemal için zorlu günlerdir yazarı... Ama umut etmek için çok neden var; soluk yaşanan. İki dost uzun süre birlikte yatmışlardır aldığımız her an, bir romana yazdığımız her satır zaten Bursa’daki soğuk koğuşta. Orhan Kemal tahliye olur umuttur... olmaz iş aramaya koyulur. İşin tuhafı Nâzım demir Adana’ya gider. Gerisi bildik parmaklıklar ardından dostuna öykü... Bu ülkenin tüm duyarlı umudu yazıyor; belki insan içine insanlarına, yazarına, çizerine ettiği karışmış, gün ışığını teninde türden bir zulüm... hisseden Orhan Kemal’in Kişi şaşar duruma; içerdeki umut hapislikten daha ağır bir etmek der, dışarıdakinin boynu tutsaklığa, karamsarlığa büküktür... düştüğünü sezdiği için söylüyor Nâzım’ın nasıl bir sosyalist tüm bunları... Umut ve olduğunu bilmeyen yoktur. özgürlük içimizde başlıyor elbet Şiirlerindeki insan sıcağı, bu ve içimizde gömülüp gidiyor öğretinin söze gelmesidir. Geçen çoğu zaman... hafta Bursa Cezaevi’nde yaptığı bir Kimi kavramların günlük resim daha açığa çıktı. Mahkum dilde harcandığını fark dostlarından birini çizmiş Nâzım. ediyorum. ‘Özgür olmak Hani şu Memleketimden İnsan istiyorum’ diyen bir çocuğun, Manzaraları’nda ete kemiğe hangi taleple bu isyana bürünmüş olan kahramanlardan Orhan KemalNâzım Hikmet. taşındığını sormak gerek! biridir o. Günlük gereksinimleri Umut etmek üstüne, Nâzım’ın karşılanan ve Allah’a avuç açıp şükür eden, af dileyen sosyalistçe bir yaklaşımı var elbet. Bir yazarın, birinin özgürlükle arasındaki ilişkiyi sormak gerek! sanatçının umutsuz olmasını anlayamıyor. Yüreğinde Özgür olmak isteyen kişinin, uzlaşmaz olmasını da dünyayı değiştirmeye yönelik bir umudu taşımayan anlamalıyız. birinin bu işlere bulaşmaya hakkı olmadığını söylüyor. Yeryüzünün giderek daraldığını, bizi dinleyen koca Yazmanın, üretmenin başka bir dünya düşü için kulakların varlığıyla, dev gözlerin sarsıcı bakışlarıyla olduğunu yazıyor. “Başka bir dünya mümkün” içinden çıkılmaz bir koca hapislik yeri olduğunu dediğimde kuşku duyan dostlarım düştü aklıma... bilmeyen kaldı mı? Bu yazgı değişir diyenlerin, küresel “Buna gerçekten inanıyor musun” diye sordular! Enver Aysever N kırbaçları şaklatanlara karşı, yüksek sesle haykırışlarına bir ses vermekten kaçındıkça, yalnızlaşıp, soysuzlaşacağımızı unutmayalım... Umut, emekle gelişir. ‘Gün gelir, her şey yoluna girer. Allah devletimizi, milletimizi korur.’ diyerek; ilahi bir gücün yazgımıza yön vermesini bekleyerek; yani, bir piyango alır gibi, rastlantıların yaşamı düzenlemesini istemek utanmazlık, tembellik ve umudu yeşertmek için çalışanlara saygısızlıktır... Kapitalizmin insanı nasıl çirkinleştirdiğini defalarca, türlü örneklerle gördük. Biçimden biçime bürünen, her yeni haliyle canımızı acıtan; içinde bir tek insani sözcük bulundurmayan bir dille konuşan düzendir kapitalizm... Bilmeyenimiz yok elbet, ama tekrar anımsamalı... Bakın; kapitalizmin ürettiği sözcüklerimiz, bir acayip mahluk yaratıyor... Diyeceğim; ağızlarımız konuşuyor, fikirlerimizi söylüyoruz sanıyoruz, ama, değil işte... Sokakta simidini, denize bakarak ısıran adamın ABD borsasının diliyle konuşmasının, yanındaki oltacıyla söyleşirken, küresel krizin yarın evini yangın yerine dönüştüreceğini dillendirmesinin anlamı ne? Sözümüzü tutsak ediyorlar, şarkımızı, neşemizi... Eskiler anlatıyor; Kuzguncuk sahilinde kovalar sallandırıp, kendiliğinden doluşan uskumruların olduğunu... Balıkçılar ‘balık kaçtı’ derler... Bunun tasasına düşen var mı? Çiftliklerde yetişen, içi saman gibi çipuraları, levrekleri yedirten düzenin adıdır kapitalizm... Önce denizi tüketip, ardında çözüm diye ürünler koyar önümüze ve biz de bayıla bayıla yeriz... Hani obez çocuklar yaratmak için uydurdukları fastfood sanayine insanları tutsak edip; ardında ilaç sektörüyle, zayıflamacılarla kol kola girmemize zorunlu bıraktıkları gibi... Nâzım ‘Umut’ diyor; hakkı var... Orhan Kemal pes etmiyor; emeği var.. Siz ne dersiniz? G www.enveraysever.com C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle