17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 7 ARTIK 3. LİG’E ÇIKMAK DAHA ZOR... 20082009 futbol sezonunda, amatör liglerden 3. Lig’e altı takım yükselecek. Eskiden çok daha fazla olan bu sayının azaltılmasının sebebi, ilerleyen yıllarda 3. Lig’in kaldırılacak olması. 3. Lig’e yükselen altı ekibi belirleyecek terfi maçlarına ise tam 158 takım katılacak. Profesyonel liglerde takımı olmayan illere ise bir takımlık ayrı bir kontenjan hakkı tanınıyor. Tek maçlı eleme sistemi, birçok sürprize açık olduğu için maddi gücü olan takımlar oldukça güçlü kadrolar kuruyor. Bu sezon İstanbul’dan Feriköy, Ümraniye, Avcılar Belediye ve Haliç 3. Lig için iddialı. Bu takımlar taraftarlarını da stadlarına çekebiliyor. Beyoğlu, Çengelköy, Yeşildirek gibi köklü semt takımları ise daha mütevazı bütçelerle ayakta durmaya çalışıyor. Başkent Ankara’da ise devlet ve kamu kuruluşlarının takımları zirveye oynuyor. Kent çevresindeki Sincan, Haymana Kızılcahamam, Beypazarı ve Çubuk ilçeleri belediyelerinden destek aldıkları zaman güçlü takımlar ortaya çıkarabiliyor. Ancak başkentin en sevilen ve önemli iki takımı, Onbirateş ve ÇSK. Her ikisi de yıllardır amatör seviyede mücadele ediyorlar ama kent futboluna birçok önemli yetenek kazandırıyor. İzmir’de de çevre ilçelerin takımları Urla Gençlik, Çiğlispor zirveye oynuyor. Özellikle Urla Gençlik sırf futbolda değil, kadın basketbolunda da önemli başarılara imza atmış bir kulüp. Türk futboluna birçok önemli isim kazandıran Bursa’da amatör takım sayısının fazlalığı dikkat çekiyor. Genelde maçların oynandığı Veledrom Sahası sabahtan akşama kadar dolu. Gaziantep’te faaliyet gösteren Atletik Tapu Kadastro, Antalya’dan Şarampolspor, bir zamanlar doğunun Paris’i olarak adlandırılan Van’daki Parisspor, Ankara’dan Piyangotepe ise ilginç isimlere sahip olan amatör takımlar. Birçok ilde Maliye’nin takımları var. Ancak hiçbiri Adana Maliyespor kadar çok desteklenmiyor. Bu takım taraftarları tarafından yürütülen bir bloga da sahip. Takım amatör, saha ve koşullar da... Deniz Ülkütekin stanbul’da soğuk bir hafta sonu, ne taraftan yağdığı belli olmayan bir yağmur var. Bu havada dışarı çıkmak pek akıl kârı olmasa gerek. Biz de 1. Amatör Küme’de oynanan Tophane Tayfunİstiklal maçı için herhangi bir futbolseverin Sütlüce Sahası’nda olabileceğini tahmin etmiyorduk. Yanıldığımızı çok çabuk anladık, oldukça heyecanlı bir kalabalık, henüz yeni başlayan maçı takip etmek için toplanmıştı. Tophane Tayfun ev sahibiydi ama kalabalığın büyük çoğunluğu İstiklal taraftarıydı. SarıYeşilliler, Bakırköy’ün Osmaniye semtinin takımı. Geçen yıl Süper Amatör’den düşmüşler, bu sezon İ hedefleri 1. Amatör’de şampiyon olmak. Maçın başlarında Tophane Tayfun daha etkiliydi, ama İstiklal hızlı çıkışlarıyla hemen dengeyi kurdu ve ilkyarının sonlarına doğru attığı golle öne geçti. İlkyarının sonunda kalenin arkasında maçı dikkatle izleyen birine yöneldik. İsmi Tanzer Özdede, 61 yaşında. İstiklal’in yöneticilerinden. Eczacılıktan emekli olduktan sonra hayatının büyük kısmını mahallesinin takımı İstiklal’e ayırmış. Beşiktaş’ı da tutuyor ama “mahallemin takımı her zaman önce gelir” diyor. İstiklal Bakırköy ilçesinde faaliyet gösteren 12 kulüpten biri. Özdede’ye takımın nasıl ayakta durduğunu soruyorum, “Halı saha ve çay bahçesi sayesinde elde ettiğimiz gelirle” diye yanıt veriyor. Rakip sahadaki maçlar içinse destek Bakırköy Belediyesi’nden, kendilerine tahsis edilen bir otobüs deplasmana çıkacak futbolcuları götürüp getiriyor. Devre arasında bu kez tribüne çıktık, kulübün altyapıdan sorumlu antrenörü, Tanzer Özdede’nin oğlu Tolga. 30 yaşında, o da babası gibi hayatını futbola adamış ve teknik direktör olmak istiyor. 18 yaşına kadar bütün kategorilerdeki altyapı oyuncularıyla ilgileniyor. Ona göre çocuklarla çalışırken en önemli taktik ödüllendirme ve cezalandırma. En büyük sıkıntısı ise federasyonun amatör kulüplere yardım etmemesi. “Bakın şimdi yağmur yağıyor” diyor “Salı günü Merter Sahası’ndaki idmanda her yer çamur içinde olacak ve oraya gelen bütün çocuklar hastalanacak”. Her türlü zorluğa karşın küçük futbolculara, sabrın ve çalışmanın hedeflere ulaşmak için ne kadar önemli olduğunu anlatmaya çalışıyor Tolga Özdede. İşinin en zor kısımlarından biri de yetenekli olmayan futbolcu adaylarına gerçekleri söylemek ama asıl sorun çıkaranlar çocuklar değil velileri. İstiklal’in solbeki Özgür ise hem şanslı hem başarılı. En büyük destekçisi de annesi Emine Hanım. Taraftarların “Emine Ablası” yıllardır oğlunun maçlarını takip ediyor. Birçok kadının aksine maçlardaki ortamdan son derece memnun. “Bazen rakip takım Çocukların heyecanı Amatör Lig dinlemiyor... Feriköy Stadı’ndaki TaksimGürpınar maçı aralıksız yağmura karşı çekişmeliydi. Fotoğraflar: Vedat Arık taraftarlarıyla oturur çay bile içeriz” diyor. En büyük sıkıntısı ise kendisi dışında hemen hemen hiç kadın taraftara rastlamaması. “Bunca yıldır uğraşıyorum ama bir türlü mahalledeki arkadaşları maça gelmeye alıştıramadım” diye yakınıyor. Oysa amatör futbolda büyük maçların gerginliğine pek rastlanmıyor. Zaman zaman kavgalar çıksa da tribünde herkes bir arada maç izliyor, sıkı dostluklar kurulmasa bile insanlar birbirine saygı gösteriyor. İstiklal’i maç başından beri susmadan desteklemeye çalışan bir grup genç dikkatimizi çekiyor. Hepsi Beşiktaş taraftarı ama İstiklal’in maçlarına da düzenli olarak gidiyorlar. 1998’de kurulan İstiklal, son iki yılda mahallenin gençlerin desteğini almaya başlamış, yönetim de onlara destek oluyor. Yine de birtakım sıkıntıları var. Her maçta astıkları, üzerinde “Bakırköy Çarşı” yazan pankarta polisler takmış. Çarşı’nın “A”sındaki anarşi işaretinde “yasadışı” bir şeyler bulup pankartı indirmek istiyorlarmış. “Profesyonel ligde böyle bir şey yapamazlar” diyor gençler “ama biz de indirmiyoruz, çünkü pankart namustur”. Maçın ikinci yarısında Tophane Tayfun teknik direktörü sık sık kulübeden hakemin kulaklarını çınlatıyor. Hemen ardından mükemmel bir frikik golü skora dengeyi getiriyor ama golden sonra tribünlerde pek sevinen çıkmıyor. Her ne kadar profesyonel liglere yabancı olsa da kulüp İstanbul’un en eskilerinden. O yüzden sahipsiz olmaları bir hayli üzücü. Son dakikaları gergin geçen maç, berabere sona eriyor. Biz de acele ediyoruz, çünkü biraz sonra bir başka amatör takımın maçı başlayacak… Emine Abla, mahallenin gençleriyle birlikte her hafta sonu İstiklal’in ve oğlunun peşinde... Özgür ve Çağatay için Vefa sadece bir semt ismi değil. Vefa bu sezon 3. lig için hayli iddialı. YAĞMURDAN SONRA... Bu kez Feriköy Stadı’ndayız. FeriköySakarya İMÇ gençler maçı ev sahibi takımın 32 üstünlüğüyle devam ediyor. Feriköy Gençlik Kulübü 60’lı yıllarda Türkiye Birinci Ligi’nde, şimdiki adıyla Süper Lig’de mücadele etmiş, sonradan Anadolu kentlerinin yükselişiyle birlikte birçok semt takımı gibi alt liglere doğru düşüşe geçmiş. Feriköy’ün İstanbul Süper Amatör’de şampiyonluk mücadelesi veren takımı, Büyükçekmece deplasmanında. “Genç Feriköylüler” olarak bilinen taraftar grubu da onların peşinden gitmiş. Ancak umut vaat eden gençleri izlemek isteyen yaşlılar tribünlerde yerini almış. Sakarya İMÇ taraftarı üç genç umutlarını takımın ataklarını tribünün önündeki kanattan yönlendirmeye çalışan Yunus Emre ve Recep’e bağlamışlar, top ne zaman iki oyuncunun ayağına gelse heyecanlanıyorlar. Ancak yağmurdan ağırlaşan saha Sakarya İMÇ’nin golü bulmasını zorlaştırıyor, en fazla 16 yaşındaki gençler ağırlaşan zeminde bir hayli yoruluyor. Feriköy, son dakikada bir gol daha bularak sahadan 42 galip ayrılıyor. Aynı sahada bir maç daha var. Taksim ve Gürpınar oyuncuları ısınmak için sahaya çıkıyor, Taksim’in taraftarları da yavaş yavaş tribündeki yerlerini alıyor. Taksim Spor Kulübü küçük ama birbirine son derece bağlı bir camiaya sahip, genelde İstanbul’da yaşayan Ermeniler tarafından destekleniyor. Maç başlarken, son derece şık Amatör futbolun zorlukları saymakla bitmez. Kimi gün topçular giyinecek bir oda bile bulamaz. Yine de tüm zorluklarına karşın herhangi bir karşılık beklemeden yüzlercesi, futbolcu, antrenör, idareci, taraftar ya da hakem sıfatını kuşanır. Ailelerini, sıcak evlerini bırakır. Tutku böyle bir şey olsa gerek... Karşıyaka ve Karagümrük taraftarları Vefa’yı desteklerken... Tophane Tayfunlu topçular, beraberlik golünü atan kaptanlarına koşuyor. Tanzer Özdede. Tolga Özdede. Vakkas Amca. giyimli, yaşlıca bir adam tribünlerde görünüyor ve kalabalık tarafından “Hoş geldin başkan” diye karşılanıyor. Bu Aram Fındık. İlk dakikalarda Taksim beklenen oyunu oynayamıyor. Deplasmana en azından bir puan için gelen Büyükçekmece’nin takımı Gürpınar, sahada daha hareketli ama ilkyarı golsüz sona eriyor. Devre arasında Fındık’ın yanına gidiyoruz. “Ben futboldan anlamam niye benim yanıma geldiniz” diye soruyor. Çantasından birtakım fotoğraflar çıkarıyor, Mustafa Sarıgül’den Nurettin Sözen’e kadar birçok siyasetçiyle birlikte poz vermiş… Şaşırıp “Peki amca sen ne iş yapıyorsun” diye soruyoruz, “adam kesiyorum” diye yanıtlıyor. Bu soğuk havada futbolla ilgisi olmayan yaşlı bir adamın Feriköy Stadı’nda ne işi olabilir? Cerrah Aram Fındık, Şişli Spor Kulübü Başkanı. Şimdi de eski göz ağrısı Taksim’in maçını izlemek için tribündeki yerini almış. Yaşıtı futbolseverler gibi eski futbolcuların ve maç atmosferinin şimdikinden çok daha güzel olduğunu düşünüyor. Taksim’i de İstanbul Ligi’nde fırtına gibi estiği, üç büyüklere kök söktürdüğü 50’li yıllarda takip ediyormuş. İkinci yarının başında Gürpınar bir gol buluyor, ama pozisyon net bir şekilde ofsayt. Taksim’in solbeki, tribünün önündeki yan hakemin yanına geliyor, “Bayrağı kaldırıyordun son anda indirdin, gördüm” diyor. Hakem cevap vermiyor. Hemen eski taraftarlardan Vakkas Amca devreye giriyor. “Başka yerde aynı hatayı yapsan ana avrat düz giderler, biz küfür etmiyoruz diye mi böyle yapıyorsun? Golü atsınlar ama haklarıyla atsınlar”. Hakemle Vakkas Amcanın arasında çok fazla bir mesafe yok ve bütün stad inliyor. Hakemin arkası bize dönük ama hareketlerinden tepkilerin kendisini etkilediği belli. Oyunun sonlarına doğru Taksim baskısını arttırıyor ve bir penaltı kazanıyor. Ancak bu karar da haksız gibi, Vakkas Amca daha da sinirleniyor, “Ofsayt golü verdin diye bunu da verdin, adam gibi maç yönet”. Hakeme fiili saldırı, toplu küfür gibi tepkileri çok görmüştüm ama ilk defa tek başına hakemin psikolojisini bozan bir taraftarla Feriköy Stadı’nda karşılaştım. Futbolsever babası tarafından stada getirilen bir çocuk ise belli ki sıkılmış, tüm gerginliğe aldırmadan kendi kendine tribün demirlerine asılarak oyunlar icat ediyor. Sonunda hakem son düdüğü çalıyor. Maç 11 sona eriyor. VEFA EVİNE DÖNÜYOR... Ertesi gün hava biraz daha güzel, bu kez Karagümrük’teki Vefa Stadı’ndayız. 3. Lig’e dönmek isteyen ve bu yıl bir hayli iddialı olan Vefa, Bağlarbaşı’nı ağırlayacak. Ancak stadın dışında her iki takım taraftarı değil Karşıyakalılar dikkat çekiyor. Akşam Kasımpaşa’yla karşılaşacak Karşıyaka’nın peşinden İstanbul’a gelen taraftarları, maçtan önce aralarında sıkı dostluk olan Karagümrüklülerle vakit geçiriyorlar, stad girişinde ise iki genç bilet kesiyor. Ortada gişe falan yok, turnikenin önünü kapatmışlar. Böyle durumlarda insan “Acaba parayı kimin adına alıyorlar” diye düşünmeden edemiyor. Vefa Stadı, yıllar önce YeşilBeyazlı kulübe tahsis edilmiş. Vefa amatöre düştükten sonra Karagümrük Kulübü stada sahip çıkmış. Vefa ise yıllarca göçebe dolaşmış. Bu sezon, bu sefer Karagümrük 3. Lig’e düşünce Vefa da ismini verdiği statta oynama şansı bulmuş. Şimdiki yeri bir yana YeşilBeyazlı kulüp Türk futbol tarihinde çok önemli bir yere sahip. Yaklaşık 12 yıldır amatör ligde mücadelesini sürdürüyor. Taraftarları da öyle. Uzun süredir takımı takip ettiği her hallerinden belli olan taraftarlar umutla tribündeki yerlerini alıyorlar. Maçın başında ev sahibi bir gol buluyor. Ardından Karşıyakalılar Karagümrüklülerle birlikte tribüne geliyor. Birkaç Vefa tezahüratı anında yerini Karşıyaka tezahüratlarına bırakıyor. Vefalılar ilkyarıda sessiz mi sessiz... Genç taraftarlardan, Özgür 2003’ten beri YeşilBeyazlı takımı takip ediyor. “Vefa Lisesi mezunuyum, Fatih’te oturuyorum, bu yüzden semtimin takımını destekliyorum” diyor. Amatör ligde maç seyretmenin sıkıntılarını fazlasıyla yaşamış. “Bir keresinde maçımız için üç saha belirlenmişti” diye anımsıyor; “Önce Namık Sevik Stadı’na gittik, orada maç olmadığını öğrenince buraya geldik. Ancak maç başka bir yerdeymiş, benimle birlikte gelenlere de rezil olmuştum”. Geçen sezon ise gol sevincini kutlamak için sahaya kasa rulosu attıklarında hakemler ve görevliler ruloyu sahadan çıkarmak için beş dakika uğraşmışlar. Özgür bu olay için “tam amatör lige yakışan bir görüntüydü” yorumunu yapıyor. 29 yaşındaki Çağatay ise Vefa taraftarı değil, ama İstanbul Büyükşehir Belediyespor gibi tarihi olmayan bir takımı sırf Süper Lig’de diye izlemektense semt takımlarını takip etmeyi daha keyifli buluyor. “Semt ruhuyla alakalı bir şey, semt çocuklarının aşkı ne olursa olsun devam eder” diyor. Çağatay çok haklı, sırf amatör ligde değil profesyonel liglerde de mücadele eden birçok takım semt ruhunu yaşatıyor. İstanbul’da üç büyükler dışında her kesime hitap eden takımlar var. Belki çoğu hiçbir zaman üst düzey futbol oynayamayacak ama gönül verenler için bu sorun değil. Onlar için önemli olan semtlerinin ya da tuttukları takımın temsil ettiği sembollerin yeşil sahada yaşaması. Sayıları ne kadar az olsa da kulüplerin etrafında toplanan taraftarlar bir camia oluşturuyor ve sımsıkı kenetleniyor. Sizin de oturduğunuz mahallenin yakınlarında bir yerlerde mutlaka bir futbol sahası ve orada maç oynayan, size sempatik gelecek bir takım vardır. Eğer bu tutkuya kendinizi bir kez kaptırırsanız, eminim bir daha “bu yağmurda burada ne işim var” demeyeceksiniz. Harlem Globetrotters: Önyargıları sporla kırıyoruz... Ali Deniz Uslu arlem Globetrotters 1927 yılında kurulan ve o tarihten bu yana 130 farklı ülkede toplamda 20 binden fazla gösteri maçı yapan, bu işi bir aile geleneği olarak sürdüren bir basketbol takımı. Şimdi üç gösteri için Türkiye’ye geliyorlar. Bu sıra dışı basketbol takımı 17 Ekim Cuma Ankara Atatürk Spor Salonu’nda, 18 Ekim Cumartesi İzmir Halkapınar Spor Salonu’nda ve 19 Ekim Pazar İstanbul Abdi İpekçi Spor Salonu’nda olacak. Globetrotters’ın temelleri ilk oyuncularının büyüdüğü Chicago’da atılmış. Wendell Philips Lisesi’nin Afro Amerikan kökenli öğrencileri 1927’nin kasımında Savoy Balo Salonu açıldığında yapılan ilk gösteriler arasında Savoy Big Five (Büyük Savoy Beşlisi) olarak sahaya çıkmışlar. 1929’ yılında takımın şehrinin Harlem olmasına karar verilmiş. Çünkü o zamanlar Afro Amerikan kültürün merkezi Harlem’miş... Bu da onların sesini duyurmaları için iyi bir fırsat olmuş. Harlem Globetrotters 1939 yılında da ilk kez “Dünya Profesyonel Basketbol Turnuvası”na davet edilmiş. Turnuvanın yarıfinalinde New York Rens’le karşılaşmış. Bu maç aynı zamanda tamamı siyahlardan oluşan iki takımın ilk mücadelesi olmuş. Elbette Harlem Globetrotters o günden bugüne onlarca oyuncusunu değiştirdi, yaşlananlar yerlerini ailenin küçüklerine bıraktı, ama amaçlarını ve ruhlarını hiç kaybetmediler. Sahada yaptıkları inanılmaz hareketlerle insanları heyecanlandırırken dostluk ve kardeşlik mesajlarını verdiler. Bunu da neredeyse yüzyıllık bir aile geleneğinin tecrübesiyle yapmaya devam ediyorlar. Onlar misyonlarına uygun şekilde her kültürden taraftara sahipler. Hatta dünyada en çok taraftarı olan takım onlar desek abartmış da sayılmayız. Biz de tüm bunları Harlem Globetrotters’tan Handles Franklin’e sorduk. Normal bir basketbol takımından daha fazla antreman yapmanız gerekiyormuş gibi görünüyor. Nasıl çalışıyorsunuz? Dolaştığımız yerler ve oynadığımız oyun sayısını düşünürsek Beyoğlu’nda roman havası Deniz Ülkütekin üzik sesi daha Galatasray’dan geçerken duyulmaya başlamıştı. Biraz daha ilerleyince büyük bir kalabalık gördük. Yakınlarda çalan diğer sokak müzisyenleri onları kıskanıyor muydu? Öğrenme şansımız olmadı tabii. Ancak o kadar geniş bir kalabalık toplamışlardı ki, izleyicilerin sayısı her geçen saniye biraz daha artıyor, ayrılan birinin yerini anında bir başkası kapıyordu. Roman müziğinin nağmeleri bütün sokağı kaplamıştı. Sırf o da değil, altı kişilik gruptan üçü müzik yaparken, üçü de göbek atıyordu. Yaşları kesinlikle çok düşüktü ama işlerinde son derece ustaydılar, ve bu ustalık donuk bir mesafeyle değil, genlerinden gelen samimiyetle ortaya çıkıyordu. Ancak izleyici onlar kadar cesur değildi, olduğu yerde ufak ufak sallananlar, parmağını şıklatanlar vardı ama altı gençten yayılan enerji maalesef bir sokak partisine dönüşmedi. Neyseki Vedat o kadar utangaç değildi, hemen makinesini çıkardı ve fotoğraflarını çekmeye başladı. Gösterinin sonunda artık sıra hakkını almaya gelmişti, oynayanlardan biri, müzik eşliğinde yerdeki karton kutuyu aldı ve tek tek izleyicileri dolaşmaya başladı, ceplerden çıkan bozuk paralarla birlikte, kutunun içindeki ses büyüyordu. Roman müzisyenler için iyi bir gündü, hava henüz soğumamış, İstiklal Caddesi birçokları için havanın kararmaya yüz tuttuğu ama kararmadığı en güzel saatlerini yaşıyordu. Bir süre sonra daha yaşlıca olanlar, yerlerini daha genç olanlara bırakacaktı. Ancak Roman müzisyenleri izlerken böyle bir ayırım yoktu. Her yaştan insan bir an için bile olsa kimliğini unutmuş, kendini müziğin ritmine bırakmıştı. İş bitmişti şimdi sıra röportajdaydı. İtiraf etmeliyim ki onlarla röportaj yapmak hiç kolay olmadı, adlarını bile doğru dürüst öğrenemedim. Bir yandan bana cevap verirken bir yandan aralarında muhabbet ediyorlardı. Sorularımla en çok ilgilenenin ismi Mahmut’tu. 17 yaşındaydı. Evlenmek için para biriktirmek amacıyla H gerçekten diğer basketbol takımlarına göre çok daha fazla çalıştığımızı söyleyebiliriz. Turnelere çıkmadan önce 10 günlük kamplarımız oluyor. Yılda 300’ün üstünde oyun oynuyoruz ki bu çok iyi sayı. Zaten gösteri yapmasak da günlük yaşantımızda idmanlarımız eksik olmuyor. Sahaya çıkıp insanların gözlerindeki heyecanı ve gülümsemeyi gördüğümüz zaman uğraşlarımızın karşılığını almış oluyoruz. Globetrotters neredeyse yüzyıllık bir geleneği içinde barındırıyor. Bunca zaman bunu nasıl koruyabildiniz? Harlem Globetrotters ailenin bütün fertlerini manen bir arada tutuyor. Bizi birbirimize daha da yaklaştırıyor. Bu nesilden nesile geçen bir miras, güçlü ve taze... Dünyaya bu oyunu biz tanıttık, sevdirdik. Bizi takip edip, bizden etkilenen ve bu spora başlayan pek çok insan oldu. Hem de biz bunu din, dil, ırk ayrımını ortadan kaldırarak yaptık, hepimizin insan olduğunu gösterdik. Bizim takım olarak mesajımız “içimizden geldiği gibi oynamak, kültürler ve toplumlar arasındaki farkları kaldırıp, ne kadar yakın olduğumuzu göstermek”. Harlem Globetrotters siyahlardan oluşan bir basketbol şov takımı. Onlar sahada kardeşlik ve eşitlik mesajları veriyorlar. Hem de bunu yüzyıllık bir aile geleneğinin tecrübesi ile yapıyorlar. Sahada şov yapıyorsunuz ve insanları etkiliyorsunuz. Basketbolun sevilmesinde de emeğiniz büyük. Şov ve spor arasındaki çizgiyi nasıl ayırıyorsunuz? Bizler, top sihirbazlığımız, numaralı atışlarımız, yüksek sıçramalar ve şık smaçlarımız ile insanları bu spora karşı tetikliyoruz. Yani 7’den 70’e herkesin bu görsel şölenden kendi yapına düşeni aldığına inanıyoruz. Aralarına da bir sınır koymuyoruz. İsminizi Harlem’den alıyorsunuz, kuruluşunuz da 1927’ye kadar dayanıyor. Ama Harlem’deki ilk maçınız 1968’de. Niye bu kadar geciktiniz? Bunun üzerine konuşmak epey zor, çünkü babalarımız ne düşündü bilemiyoruz. Biz ise son 20 yıl içinde yalnızca geçen yıl Harlem’e gittik. İstekli binlerce Harlemli genç ile maç yaptık, her iki taraf için de özel bir tecrübe oldu bu. Gençlerin heyecanlarını gözlerinden okumak mümkündü, bu da bizi iyice ateşledi. Artık her yıl Harlem’de olmak gibi bir derdimiz var, böylece arayı kapatabiliriz sanırım. Harlem, AfroAmerikan kültürünün merkezi ve bu açından siyahlar için özel bir anlam taşıyor. Globetrotters’ın bu anlamda da özel bir misyonu var. AfroAmerikan oyuncuların NBA’de oynamasına izin verilmediği dönemde Globetrotters onlara profesyonel basketbol oynama imkânı veriyordu. Globetrotters onlarla büyük başarılar elde etti, siyahlar yetenekleri ve başarılarıyla herkesin taktirlerini kazandı. Dünya çapında bir şöhret de ardından geldi. 1948 ve 1949 yılında dünya şampiyonu Minneapolis Lakers’ı yenerek ses getirdiler. Afro Amerikan kökenli “Tatlısu Clifton” da başarılı NBA kariyerine Globetrotters sayesinde ulaştı. Bu bizlerin doğru işler yaptığının bir kanıtı. Şu an 83. dünya turumuzu yapıyoruz. Kültürel açıdan da en zengin ve kalabalık taraftar grubuna sahip olduğumuz kesin. Globetrotter olarak ırkların tartışma konusu olmadığı ve renkleri yüzünden insanların yargılanmadığı günleri görmeyi çok istiyoruz. Biz insanları eğlendirmek, güldürmek ve mutlu etmek istiyoruz. Türkiye’de bunu daha önce yaptık, şimdi de anılarımızı tazeleyeceğiz. M İstiklal Caddesi’nde çalışıyordu. Bazı sokak göstericileri için sanatlarını sokakta icra etmenin farklı anlamları var. Onlar için sokakta olmak bir duruş, daha iyi yerlerde de çalışabilirler ama bunu tercih etmiyorlar. Romanlar içinse böyle bir durum geçerli değil. Belki de çalışabilecekleri en iyi yer İstiklal Caddesi ve bunun icra ettikleri müziğin kalitesiyle neredeyse hiç alakası yok. Konuyu açmak istediğimde, Mahmut’un kardeşi Muhammed, “Tabii mesaili, daha düzgün bir işimiz olsa” diyor. Soruyu daha açık halde sormam gerektiğini anlıyorum “Yani yaptığınız işi daha iyi koşullarda yapmak istemez miydiniz?” Hem Mahmut hem Muhammed onaylıyorlar. Caddedeki çalışma hayatından memnun gibi görünseler de birçok zorluk yaşamışlar, daha önce kendileriyle karşılaşmamıştım ama iki İstiklal Caddesi’nde icra edilen hiçbir gösteri belki de Yenisahralı Roman gençlerin müziği kadar izleyici toplayamadı. yıldır bulundukları yeri mesken tutuyorlarmış. Bu süre içinde özellikle şiddet yanlısı tutumlarıyla tanınan İstiklal Caddesi polisleriyle gerginlikler yaşamışlar. Söyleşi boyunca fotoğrafını çekmemizi isteyen sonunda amacına ulaşınca da isteğinin hakkını veren bir pozla objektife yansıyan en küçükleri olan Yıldıray, “Polisler darbukalarımızı aldılar” diyor bir çırpıda. Hemen hepsi ikinci bir iş yapıyor. Biri selpak satıyor, klarnetçi olan mahalledeki düğünlerde ve benzeri işlerde klarnet çalıyor. Birisi de mahallede DJ’miş. Açıkçası mahallede dj’liğin nasıl bir iş olduğunu çözemedim. Yine sokak sanatçılarında görülebilen duruşa dönersek, çoğu için istediği müziği yapmak, şiiri söylemek ya da sırf kendilerini izlemeye gelen izleyiciye gösteri sunmak amacındadırlar. Mahmut ise “biz her şeyi çalarız abi” diyor “izleyici ne isterse, Türk sanat musikisi, roman, dümbük, ud, kanun”. Çoğu zaman izleyiciden gelen istekleri de kırmıyorlar. Hepsi Yenisahra’da oturuyor ve hepsi birbirinin akrabası. Hasan, paraları topladığı kartonu getiriyor, “Sen de bir şeyler atsaydın?” diyorlar “Ama ben daha önceden atmıştım” diye karşılık veriyorum. “O kadar röportaj yaptık” diyorlar, sonuçta parayı vermiyorum, zaten onlar da kazancı paylaşma derdine düşüyorlar. Pek benimle ilgilenecek halleri yok, artık gitme zamanı... Fotoğraflar: Vedat Arık C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle