22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 EKİM 2008 / SAYI 1177 3 Bu “seçimleri” sorgulamaya başlamak için yeterli deneyime sahip olduğumuz yaşam denetimi zamanı süresinde, yabancı, tedirgin edici ruh durumlarını ve hisleri yaşamaya başlarız, çünkü kendimiz için düşünmeye ve seçmeye başlamışızdır. Bu bir yandan bir akıl karışıklığı ve duygusal altüst oluş zamanı olabilirken, aynı zamanda yaşamlarımızı ıslah etmek ve kendi koşullarımız çevresinde yeniden tanımlamak için bir altın fırsattır. Ruhbilimciler kişisel gelişim yetimizin büyük ölçüde kişisel sorumluluk üstlenme yetimiz tarafından yönetildiğini söylüyor. Yaşam denetimi “içten gelen bir davet”, bir değişim çağrısıdır ve buna üç yoldan yanıt verebiliriz:  Onu görmezden gelebilir ya da yadsıyabiliriz. Duygularımızın gücünden ve kökten değişimin ne anlama gelebileceğinden korkarak, kendimizi deli gibi çalışmaya, çılgın partiler vermeye, daha büyük bir ev satın almaya ya da alkol ve alışverişle kafayı iyi etmeye verebiliriz. Böylesi aşırı bir yadsımayı sürdürmek eni konu enerji gerektirir, ve sonuçta yorucu ve yararsızdır.  Değişim arzumuz ve yaşamımızın büyük bölümü için duyduğumuz sevgisizliğin gücü ve zorlamasıyla balıklama dalabiliriz buna. Derdimizi savmak savaşımıyla tepeden tırnağa değişebiliriz: Yeni gönül serüvenine atılır, bir başka ülkeye gider, işimizi boşlayabilir ya da karavanla dünya turuna çıkabiliriz. Bunların herhangi biri ya da hepsi geçerli seçenekler olabilir ama bunlar da gözükara ve potansiyel olarak zarar verici seçeneklerdir ve çözdüklerinden daha çok sorun getirirler.  Son olarak bu anı, gerçekte olduğu gibi bir armağan olarak teşekkürle kabul eder ve cesaret ve dikkatle kucaklar, kendimizi bugüne kadarki seçimlerimizi yeniden değerlendirmek ve geleceğimizi yaratmak için gereken duygusal çabaya hazırlamaya bırakabiliriz. Yaşam denetiminin meydan okumasıyla başedebilirsek, yaşamlarımızın geri kalanını daha bilinçli ve daha “kendimiz” olarak yaşayabiliriz böylelikle. G Psychologies’ten çeviren: EMRE ÇAĞATAY Değişim çağrısı... r ya da geç, hepimizin başına gelir. Emin olduğumuz şeyler, kuşkulu hale gelir. Ömür boyu seveceğimizi sandığımız nesneler hatta insanlar uzaklaşır bizden. Bu duygu azar azar çöreklenir içimize ve bizi tuhaf, çarpık yollarla uyarır bir huzursuzluk ya da can sıkıntısı hissi, her zaman zevk aldığımız şeylere karşı bile bir enerji ve gayret eksikliği... Bazıları için bu herhangi bir krizin körüklemesiyle, hüzünden doğar. Bunu orta yaş bunalımı olarak adlandırırız, ama şimdi şu orta yaş bunalımı deyimi, otuzlu yaşların ilk yıllarından, altmışlı yaşların son yıllarına dek kapsayan bir anlama sahip. Yeniden tescil edilmesi gereken bir durum bu, yaşa değil yaşam aşamasına özgü ve her zaman başımıza gelebilir. Ruhbilimciler bize fiziksel, duygusal ve ruhsal olarak her yedi yılda bir büyük değişim geçirdiğimizi söylüyorlar. Amerikalı yazar Gail Sheehy bunu tantanalı bir biçimde ‘geçitler’ olarak adlandırıyor, bizim yetişkin yaşamlarımızın gelişimsel ani kargaşaları ve karakter değişimleri olarak işaretliyor. E KARAR VERME ZAMANI... Kim olduğumuz hakkında karar vermek için düşünmek... O karmaşık ve bazen de derin bir yaşantı, yitirme ve hayal kırıklığı ya da emin olamama, hatta panik hissiyle atbaşı giden. Buna yaşam denetlemesi demeyi yeğlemeli. Yaşamlarımız hakkında her şeyi sorgulayabilir ya da elde etmek için uzun zaman harcadığımız şeylerin artık önemsiz göründüğünü bulgulayabiliriz. Bazılarımız genel bir huzursuzluk, tedirginlik ya da özlem duygusu çekebilir. Neden ve nasıl olduğunu tam olarak söyleyemeden... Gene de, her şeye karşın bu hayati önem taşıyan olumlu bir dönem olabilir. Bu güçlü ve çoğu kez de tedirgin edici duygular hoşgörülmeli, çünkü bunlar doğmakta olan “sahici benliğimizin”, yaşamımızın geri kalanında olmak istediğimiz kişi önceki yaşamımız üzerine kurulu “geçici benliğimizle” çarpıştığında gittikçe artarak ortaya çıkan acılardır. Hepimiz içine doğduğumuz zaman, yer ve ailenin ürünüyüz, buna cinsiyetimizi, sınıfımızı ve kültürümüzü de eklerseniz, yaşamda yaptığımızı sandığımız seçimler, gerçekte, az ya da çok doğum ve yetişme koşullarımız tarafından üretilmiştir. DERGİDEN aygı, hoşgörü gibi zemini oynak bir kavram. Başladığı ve bittiği yer ne yasalarla ne de ahlak anlayışlarıyla ölçülebiliyor. Dahası talep edeni iktidara ya da meraklısına, göstereni ise bir kuklaya, bir biat severe dönüştürüyor. Yan yana yaşama haliyle uyuşmuyor, özgürlüğü ise hiç mi hiç dikkate almıyor. Buna rağmen bu kavram bu ülkenin esası, eğitimin temeli, ilişkilerin cetveli, çoğunluğu çoğunluk yapan terazi. Herkes birbirinden kendisine saygı göstermesini istiyor, kimliğinin çerçevesini saygıyla açıp kapatıyor. Bu çerçevenin içinde biriken şiddeti kimse görmüyor, görmek istemiyor… Her ramazanda sokakta sigara içmek, uluorta bir şeyler yemek üzerinden oruçlu kalabalık oruçsuz azınlığı saygısızlıkla itham ediyor. Birileri de bu ithamdan görev çıkarıyor, oruç tutmayanları dövüyor, hatta öldürüyor. Ceket iliklemeler, eğilip selam vermeler, iki eli bel altında kavuşturmalar mağdurun iktidar karşısındaki savunma haliyken saygı olarak değerlendirilip olumlanıyor. Çocuklar büyüklere, kadınlar erkeklere, astlar üstlere “saygı”yla bağlanıyor! Saygı bu denli hayatın esası haline getirilince de özgürlük isteği devlete, topluma, aileye, eşe saygısızlık olarak tanımlanıyor, iktidara da saygısızları cezalandırma yetkisi tanınıyor. İstanbul polisi de geçen hafta toplumdan aldığı bu onayla altı “saygısız”ı Emirgan’da cezalandırdı. İkisi öğretmen, biri doktor, biri transerkek altı kişiyi Sabancı Müzesi’nden çıktıktan sonra sahilde ellerinde biraz önce büfeden aldıkları bir şişe şarapla yakaladı İstanbul polisi! “Biz istediğimiz zaman gelmek zorundasınız” denildi itiraz eden altı kişiye “Alkol taşıyorsunuz, işlem yapacağız. Arabaya binin. Yoksa takviye kuvvet çağırırız. Gelmezseniz kolunuzu büker kelepçeyi takar öyle götürürüz”… Ekip otosuna binmemek için direnenlerin gözleri sahilde biriken kalabalığa takıldı, balık tutan, mısır satan erkekler, gazetelere sardıkları biraları içiyor ve kendilerini gülerek izliyorlardı. Yürütülerek, zorla götürüldükleri karakolda ne isimleri soruldu ne bir işlem yapıldı. Çünkü yasalarda ne içki bulundurmak suçu vardı, ne açıkta içki içmek… Öğütle karışık gözdağı içeren cümleleri dinleyip karakoldan çıktılar. İçlerinden sahile dönüp soluklanmalarını bıraktıkları yerden sürdürmek isteyen çıkmadı. Polis korkusundan değil, kendilerini izleyen, “saygısız” kadınların cezalandırıldığını düşünüp keyiflenen kalabalığın erkek gülüşlerinden çekindiler… Saygı beklentisi muhafazakârlığı, muhafazakârlık baskıyı, baskı şiddeti doğurdu ve polis suç işledi. Altı kişi suç duyurusunda bulunup haklarını arayacaklar, ama kadınlar her Cuma günü Emirgan’da buluşup içki içecekler… Yan yana yaşamayı öğrenmekten ve dilemektense, “saygı” bekleyenlere inatla… İyi haftalar... Berat Günçıkan (bguncikan@yahoo.com) S Cumhuriyet DERGİ* İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Editör: Berat Günçıkan Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Miyase İlknur Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli/İstanbul (0212) 343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdürü: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Koordinatör: Neşe Yazıcı / Hakan Çankaya Reklam Müdürü: Dilşad Özkaya Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı (0212) 251 98 7475 / 343 72 74 (554555) Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri/Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul * Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir. Yerel süreli yayın. (cumdergi@cumhuriyet.com.tr) C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle