Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 SAYI 1118 Bienalin 20 yılı bir sergide Geçmiş Zaman Şimdiki Zaman... İstanbul Modern Müzesi bu başlık altında, İstanbul Bienali’nin 20 yıllık tarihini anlatıyor. Bienallerin sekiz küratörünün seçtiği 50 yapıtın yer aldığı sergi, 10. Uluslararası İstanbul Bienali’yle eşzamanlı olarak izlenebilecek. Bienallerin dünü ve bugünü bir arada sergilenirken, gelecek, müzenin düzenlediği bir seminerde tartışılacak. Esra Açıkgöz stanbul’da 1987’de düzenlenmeye başlanan bienal etkinliğinin bu yıl onuncusu gerçekleştiriliyor. Peki bu 20 yılda neler oldu? Bienal’in sanat ortamına katkısı neydi? Şehir ve bienal arasındaki ilişki nasıl değişti? İstanbul Modern Sanatlar Müzesi, bu sorulara bir sergiyle yanıt veriyor: Geçmiş Zaman Şimdiki Zaman. Bugüne kadarki İstanbul Bienallerini düzenleyen sekiz küratörün kendi sergilerini en iyi anlatan eserleri seçtikleri sergi, 6 Eylül’de açılacak. Yani 10. Uluslararası İstanbul Bienali’nden iki gün önce. Böylece dünle bugünkü bienali de birleştiren İstanbul Modern Sanatlar Müzesi Direktörü David Elliot ile konuştuk. Böyle bir sergi oluşturma fikri nereden çıktı? Bu sergi fikri, ben İstanbul Modern’e gelmeden önce oluşturulmuştu, ama çok spesifik değildi. Rosa Martinez ve proje menajeri Lora Sarıaslan ile bu konu üzerine daha derin düşündük. 20 yıl içinde sanat, küratöryel bakış, şehir, şehre bakış nasıl değişti, nasıl bir sosyal değişim yaşandı? Sergi, böyle bir bakış açısı ile oluşturuldu. Sanatçıları ve yapıtları neye göre belirlediniz? Bu yıla kadar düzenlenen bienallerin küratörlerine kendi etkinliklerini en iyi anlatan, en önemli, en ikonik üç yapıtı seçtirdik. Böylece daha demokratik bir seçim oldu. Ayrıca, hepsine bazı sorular sorarak, bizim için bir metin yazmalarını istedik. Sergide normalde 27 yapıt olması gerekiyordu, ancak bazıları içinde çok fazla yapıt olan seriler olması nedeniyle 42 sanatçının 50 yapıtı yer alıyor. Bunlar, kronolojik bir dokümantasyon oluşturdular. Ayrıca 1987'den itibaren bienallerde, İstanbul’un değişik yerlerine konumlandırılarak, plazma ekranlarda gösterilmiş, İstanbul ile ilgili olduğu için tekrar yaşanması ya da yapılması mümkün olmayan, yapıtların da görsel dokümantasyonları yer alıyor. Bir anlamda bienallerin arşivini çıkaran bu serginin Modern Sanat'ta düzenlenmesinin önemi Küratör Yuko ne? Bu sergi İstanbul Hasegawa’nın seçtiği eser: Modern için çok önemli, Lee Bul’un Siborg W1. çünkü İstanbul Modern bu binasını bile bienale borçlu. Biliyorsunuz, antrepo bienal sergisi olarak kullanılan bir mekandı. Sizce bienalin Türkiye sanat ortamına etkisi nedir? Onun sayesinde değişik şartlardaki sanatçılar, çok önemli, ilginç sanatçıların yapıtları ile direk bağlantı kurma, onlarla büyüme şansına sahip oldular. Özellikle 80’lerin sonu, 90’ların başı için bu çok önemliydi. Örneğin, Selim Birsel gibi bir sanatçı her halükârda tanınabilirdi, ancak bienalde yabancı sanatçılarla çalışması, onlara asistanlık yapması gelişiminde önemli yer tuttu. Gülsün Karamustafa için de geçerli bu. Ayrıca Türkiye dışına çıkması yasaklanan bazı sanatçılar için çok iyi fırsatlar yarattı. İstanbul’un hayatında da çok önemli bir yer tutuyor. Bu 20 yılda bienallerin karşılaştığı pek çok zorluk da vardır. Gözünüze neler çarptı? Felaketler... Felaketleri bienalden ayırmamız imkansız. Mesela, 1999’da Paolo Colombo’nun yaptığı bienal depremden sonra olduğu için bu durum sergiyi de yakından etkilemiş, 2001’deki Yuko Hasegawa’nın küratörlüğünü yaptığı bienal, 11 Eylül’den, 2003’teki ise, İstanbul’daki bomba saldırılarından çok etkilenmiş. Bütün bunlar eserlerin ulaştırılmasını, sanatçıların ilgisini, şehre gelişini etkiliyor. Vasıf Kortun’un seçtiği eser, Nedko Solakov’un “Yeni Nuh’un Gemisi, Budalalık ve Dalga”. Yuko Hasegawa sergi için düzenlediği bienali en iyi anlatan eserlerden biri olarak, Magnus Wallin’in “Limbo” adlı eserini seçti. İ Sarkis’in “Mimar Sinan Hamamında Raks” adlı yapıtı Beral Madra’nın sergi için seçtiği eserlerden biri. David Elliot. Fotoğraf: Uğur Demir Bu anlamıyla bienaller bize bir Türkiye hatta dünya tarihi de çiziyor aslında. Bu sergi aynı zamanda bir zaman çizelgesi. 20 senenin ekonomik, sosyal, politik konularını da bazen pasif, bazen aktif şekilde gösteriyor. Sonuçta sanat izole şekilde yaratılan bir konu değil, bütün bu konularla çok yakından ilişkili. Zaten bienallerin en önemli görevi, zamanı yakalamak. Ancak biz bu sergide, yaşananların nasıl bir sonucu olduğunu söylemiyoruz, sadece o bilgiyi veriyoruz. Siz de bu sergiyi, 10. İstanbul Bienali ile eşzamanlı yaparak zamanı yakalıyor, ona bir devamlılık sağlıyorsunuz. İstanbul Modern’de sergiyi gördükten sonra çıktığınız anda kendinizi Hou Hanru’nun küratörlüğünü yaptığı 10. İstanbul Bienali’nde bulacaksınız. 78 Eylül’de de bienallerin geleceğinin tartışılacağı uluslararası bir sempozyum düzenleyeceğiz. Özellikle son yıllarda, dünya sanat ortamında, bienaller gerçekten gerekli mi, bu etkinliklerin gerçek rolü nedir, gibi konular çok fazla tartışılıyor. Sizce İstanbul Bienali nereye gidiyor? İleri... Onu en ilginç yapan bulunduğu şehir, geleceği İstanbul’la yakından bağlantılı. Türkiye’de çok iyi sanat yapan genç sanatçılar var ve yaptıklarını bienalde gösterebiliyorlar. BİZİM BİENALİMİZ... “Geçmiş Zaman Şimdiki Zaman” sergisi için yayımlanacak katalogdan bugüne kadarki bienalleri düzenleyen küratörlere yöneltilmiş soruların yanıtları da yer alıyor. İşte küratörlerden üçünün Beral Madra, Vasıf Kortun ve Dan Cameron’un, bienali hazırlama sürecindeki bakış açılarına dair anlattıklarından bazı bölümler... VASIF KORTUN (1992 bienali) Magiciens de la Terre [1989, Paris], The Decade Show [1990, New York] ve Europe Unknown [1991, Krakov] gibi sergiler beni çok etkilemişti. Orhan Pamuk’un İstanbul’un fiziksel bilinçaltını işlediği “Kara Kitap”ından ve Metin Kaçan’ın farklılığı temsil etmeden, içeriden yazdığı “Ağır Roman”ından esinlenmiştim. 1980’lerde yapısalcılık sonrasının ABD’deki akademik dünyayı süpürdüğü dönemlerde New York’ta eğitim görürken, Museum of Modern Art’da “Primitivism” sergisinin ve farklılığın sanatsal enerjisinin tartışıldığı dönemlerin üzerine Bienalin farklı bir pozisyonu olmalıydı ve bildiğim de buydu. Sergi “Kültürel Farklılığın Üretimi” kavramı altında oluşturuldu. BERAL MADRA (1987 ve 1989 bienalleri) 19851986 döneminde, bir grup sanat tarihçisi ve mimarla, İKSV yönetiminde bir dizi çağdaş sanat sergisi düzenleme çalışmasına dâhil olmuştum. 1987’de “İstanbul Uluslararası Çağdaş Sanat Sergileri” başlıklı ilk uluslararası sergiler düzenlendi ve bu sergiler bienalin başlangıcını oluşturdu. Aralarında Germano Celant, Christos Joachimides, Norman Rosenthal gibi isimlerin de bulunduğu Avrupalı uzmanlarca önerilen serginin bütçe sınırlarını katbekat aştığını gördüğümüz bu ilk deneyimin ardından, bir bienal yaratma düşüncesinin doğmasında vizyondan çok finansal çözüm ve rekabet etme gibi iki pratik gerekçe rol oynadı. Türkiye demokratikleşme süreci mücadelesinden geçmişti; son askeri darbenin ve hem siyasal, hem ekonomik bir yalıtılmışlığın etkilerini aşmaya çalışıyordu. Sanat ve kültür özerkliğini kazandı; iletişimin artması, dolaşım ağı ve sınırların kalkması gibi yenilikler yayılmayı gündeme getirdi; artı değer iş dünyasının vitrini olan sanata ve kültüre yöneldi. DAN CAMERON (2003 bienali) İstanbul Bienali’ni düzenlemek için davet edilen ilk Amerikalı küratör olarak, bir dizi vicdan muhasebesinin sonucunda seçtiğim başlık olan Şiirsel Adalet konusunda beni harekete geçiren temel etken, şimdiki ABD hükümetinin, 11 Eylül’de, El Kaide tarafından New York ve Washington'da gerçekleştirilen saldırılara verdiği feci şekilde saptırılmış yanıttı. 2003'te sergiyi açtığımızda, Irak İşgali sekizinci ayını doldurmuştu ve her şey daha da kötü gitmeye başlamıştı. Sonuç olarak, dört yıl önceki düşünme sürecimin, ülkemin yönetiminin 9/11’den sonra tüm dünyanın sempatisini kazanması ve bile bile uydurulmuş sahte vaatlere dayanarak yasadışı bir savaşı başlatarak tüm bunları yok etmesine yol açan gösterinin etkisi altında olması kaçınılmazdı. Bu politikaların, dünyanın geri kalanı için ne kadar yıkıcı olduklarına ilişkin hislerim konusunda tamamen dürüst olmamın, benim için çok önemli olduğunu ve bu düşünme sürecinin hem sanatçı seçimlerimle hem de onların kentte gerçekleştirecekleri bireysel çalışmaların gelişimiyle baştan sona bağlantılı olduğunu düşündüm. Beral Madra’nın küratörlüğündeki bienalde sergilenen Michelangelo Pistoletto’nun “Paçavraların Venüs'ü” adlı eseri.