Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
R PAZAR 3 9/8/07 18:46 Page 1 PAZAR EKİ 3 CMYK 3 Michelangelo Antonioni geçen ayın sonunda, 94 yaşında öldüğünde, “Çağdaş sinema çağı sona erdi” başlıkları atıldı, medyada. Her şeyi kontrol altında tutuyordu, oyunculardan değil senaryoyu, diyalogların metnini bile esirgiyordu. Eleştirmenlere kulak asmıyordu, çünkü filmin yansımalarından çok yapım sürecini önemsiyordu. Michelangelo Antonioni, Cannes’da... Fuat Erman Melankolik bir kentsoylu P ink Floyd üyeleri Zabriskie Point filmi için hazırladıkları müziği Antonioni’ye dinlettiklerinde Antonioni şunu söylemiş: “Çok hüzünlü, kendimi kilisede hissediyorum.” Pink Floyd, Antonioni’de güçlü bir şekilde her şeyi kontrolü altına arzusu gözlemlemiş, ama o daha sonra fikir değiştirerek hüzünlü bulduğu müziği filminde kullanmış. Zaman içinde değişmeyen özelliğiyse, süregelen her şeyi kontrolü altına almak saplantısı olmuş. olmak üzere herkesi hayal kırıklığına uğratmıştır. Geçmişte politik sinemadan veya filmlerinde politik mesajlar vermekten kaçınan Antonioni genel akıma direnememiş, 60’lı kuşaklara Zabriskie Point’i armağan etmiştir. Bir süre Londra ve Amerika’da kaldıktan sonra, 1982 yılında tekrar İtalya’ya dönen Antonioni, Identificazione di una donna (Bir Kadının Tanımlanması) adlı filmini çeker. Kadınerkek ilişkisinin sorunlarındaki değişimi çok iyi gözlemleyen Antonioni’nin, kadınerkek ilişkisine erkek açısından baktığı tek filmdir bu. Birçok anlamda otobiyografik de sayılabilir. Filmin erkek kahramanı bir yönetmendir ve çekeceği film için bir kadın oyuncu aramaktadır. L’Avventura ya da La Notte’deki gibi affedici bir kadın değildir 80’lerin kadını. Bunalınca erkeğini bırakıp gider, hem de başka bir erkeğe değil de, başka bir kadına. Filmde genç bir kızın söylediği şaşırtıcıdır: “Erkek kendine kendi maçoluğunu ispatlamak için sevişir, halbuki bir kadın, bir kadınla sevişiyorsa, partnerine zevk vermek için sevişir.” Teknik açıdan risk almak gerektiğinde görüntü yönetmenlerini cesaretlendiren Antonioni, Blowup için esin kaynağı olur düşüncesiyle görüntü yönetmeni Carlo di Palma’ya Bacon’un resimlerinden oluşan bir kitabı verirken, oyuncularından son ana kadar bırakın senaryoyu, diyalogların metinlerini bile esirger ve Stanislavski metodunun tam zıddı olan bu yöntemin ortodoks olmasa da, doğal oyun almakta çok etkili olduğunu savunur. Bazı yöntemleri açısından Bresson’a çok benzeyen Antonioni’nin fazla dışa dönük bir kişiliği olmadığı bilinse de, o hiç bir zaman Bresson gibi küstah ve saldırgan olmamıştır. Aksine melankolik bir kentsoylu profili çizmiştir. Bir televizyon muhabirinin “Eleştirmenlerin yapıtlarınız hakkında yazıp çizdikleri konusunda ne düşünüyorsunuz” sorusuna “Önemli olan bir yapıtın öncesi veya sonrası değil,yapım sürecidir” diye cevap verir. Bu tanımlama yaşam için de geçerli değil midir? Antonioni, Jack Nicholson’la Los Angeles’te (1975). Antonioni’nin sinemasını salt yabancılaşma, iletişimsizlik gibi tanımlamalarla açıklamak çok indirgemeci olur. Onu modern kılan konuları kadar anlatım biçimidir de. Antonioni eliptik anlatım tarzını yeğler, yani öykü doğrusal bir akış izlemez. Gerçekçilik adına yaşadığımız zamanı yansıtır filmlerinde. Kopukluklarla, geçmişten şimdiki zamana ve tersine gelgitlerle dolu, Bergson’un tanımıyla “insani” zamandır tercih ettiği. L’Avventura’da (Macera) olduğu gibi öykülerinin sonunu açık bırakır. Kaybolan kadın bulunamaz. Gerçekten de ölüm dışında hangi güç bir öyküyü tamamen bitirebilir? Ne var ki gerek edebiyatta gerek sinemada klasik anlatım türüne alışmış gözler Antonioni’nin modernist anlatımını anlamamış, 1960 yılında L’avventura’yı Cannes’da yuhalamışlardır. Monica Vitti elleriyle yüzünü kapayarak ağlarken, rengi kül gibi olan Antonioni mecbur kalarak yaptığı konuşmada, “Bu bir polisiye film değil, kaybolan kadın bulunamayacak, aslolan da bu değildir zaten,” açıklamasını yapmıştır. Antonioni’nin çerçevesine giren her şey metafizik bir nesneye dönüşür. L’avventura’daki ada, La Notte’nin (Gece) sonundaki ıslak çimen, Kızıl Çöl’deki ayaklara takılan gazete ya da bir Pollock tablosunu çağrıştıran duvar. Aristotales fiziğine göre her nesnenin evrende bir yeri vardır, Antonioni içinse her nesnenin, her insanın “tamam tam burası” diyeceği bir yeri vardır. Bu nedenle vizörden bakarken sanat yönetmenine vazoyu milim milim sola kaydırması için komut verir.Ya da Kızıl Çöl’de yaptığı gibi yemyeşil bir koruyu griye boyatır. Son derece estetik tutkunu olan Antonioni’nin belki de en az estetik olan filmi Zabriskie Point’tir. Kumlar üzerindeki sevişme sahnesi estetik açıdan o kadar çiğdir ki, bunu Antonioni’nin çektiğine inanmak bile zordur. Zabriskie Point ile politik sinema yapmayı deneyen yönetmen başta kendisi