Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
R PAZAR 5 21/6/07 16:30 Page 1 PAZAR EKİ 5 CMYK 24 HAZİRAN 2007 / SAYI 1109 5 Usame Bin Ladin, El Kaide ve Taliban’la ilişkili kabul edilenler işaretlendi. Listelerin doğruluğuna ilişkin tartışmalar sürerken fişlenenler, dünyaya ilan edildi. Yanlışlıkla listeye alınanlara zararlarının telafisi için başvurabilecekleri hiçbir hukuki yol bırakılmadı. İspanya'daki Politik ve Anayasal Çalışmalar Merkezi görevlisi Jessica Almqvist, küresel bir güvenlik için, uluslararası bağımsız mahkemelerin varlığının şart olduğuna inanıyor. İngiltere, Amerika, İsviçre ve Pakistan’daki kimi bölgesel mahkemelerin, “kara liste”dekilere başka ülkelerde açılan davalara katılmak, dosyaları incelemek için mücadele ettiklerini anlatıyor. “Bunlardan en önemlisi de Türkiye’den Yasin El Kadı davasıydı” diyor. ElKadı, Türkiye’de Bakanlar Kurulu'nun malvarlığını dondurmasına ilişkin kararına itiraz etmiş, Danıştay 10’uncu Dairesi de Yasin El Kadı’nın lehinde bir karar vermişti. Ancak bu karar Danıştay’ın en üst organı, Danıştay İdare Dava Daireleri Kurulu tarafından yanlış bulunarak, El Kadı’nın Türkiye’deki tüm mal ve alacakları dondurulmuştu. basabilecek, kaçtığı gerekçesiyle silahla vurma hakkına sahip olacak... Eski yasayla bu yılın 1 Mayıs’ını Taksim’de kutlamak isteyenlere, basın açıklaması yapan sivil toplum kuruluşlarına, haklarını arayan öğrencilere şiddet uygulayan, her kim muhalifse ona “terörist” muamelesi yapan polisin yeni yasayla elini ne kadar sertleştirebileceğini kestirmek hiç de zor değil! Hele de yasanın, “toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçlerin, müdahale eden kuvvetin belirlenme” yetkisini polis amirine verdiği düşünülürse. Kişisel olaylarda zor kullanma derecesini polislerin tespit edeceğini de göz ardı etmemeli! ABD’deki Türk Polis Bilimleri Enstitüsü yetkilisi Yusuf Yüksel bu tedirginliği hafifletmeye Yusuf Yüksel. çalışıyor, ona göre polislere, “nerede, nasıl, ne kadar güç kullanacağı iyi bir eğitimle öğretilerek” oransız güç kullanımı önlenebilir. Yıllardır bu tedrisattan geçen polislerin uygulamada öğrendiklerini unutmasına da bir sözü var Yüksel’in, bu sorunları sadece Türkiye değil, bütün dünya yaşıyor! Türkiye’nin terör deneyiminin ABD’den daha fazla olduğuna da inanıyor Yüksel, “ABD’ye terör konusunda eğitim almak için gittiğimizde” diyor, “gördük ki biz çok daha eğitimli ve tecrübeliyiz. Mesela bazı İslami gruplarla nasıl uygun bir ilişki kurulabileceği yönünde bizden eğitim aldılar”. Emniyet genel müdürlüğü görevlisi Yavuz Özdemir de Türk Polis Akademileri’nin eğitimlerinde insan haklarını öncelikli konu aldıklarını, “işkenceye toleransın sıfır” olduğunu söylüyor. İHD’nin 2006 raporu ise Özdemir’in söylediklerini çürütüyor. Rapora göre, geçen yıl 179 kişi “gözaltında işkence, kötü muamele ve cinsel tacize” uğradığı için şikâyette bulunmuş, dört kişi gözaltında, 44 kişi de “toplu gösterilerde müdahalede aşırı güç kullanımı” nedeniyle ölmüş. Üstelik Türkiye İnsan Hakları Mahkemesi’nde çok dosyalı ve yaptırıma tabi tutulan ülkelerden biri. Neden, Emniyet Müdürlüğü görevlisi Osman Karakuş’a göre Türkiye’nin İnsan Hakları Sözleşmesi'ni imzaladıktan sonra hükümlerini yeniden gözden geçirmemesi. Polisin ihlal dosyasının özellikle “terör”le suçlananların sorgulamasında kabarık olduğunu gizlemiyor Karakuş, ama faturayı “terör” örgütlerine çıkarıyor, “bir takım yerli yersiz iddia ve ithamlarla” karşılaştıklarını söylüyor. “Ama” diye ekliyor “Ülkenin ?? ? Terör suçları adına, hiçbir kısıtlama olmadan, herkesi sınırsız gözaltında tutma hakkı getirildi. 11 Eylül sonrası görülen 500 davada, kimi sanıkların neden gözaltına alındıkları bile sorgulanamadı. Bu davalardan yargılananların sadece 38’i “düşman” olarak değerlendirilmedi. California Eyalet Üniversitesi Brian Levin “11 Eylül’den sonraki anlayış ‘Bir şüpheli belirleyelim ve en agresif suçlamaları yöneltelim’ şeklindeydi” diyor, “İkinci Dünya Savaşı’ndan beri ilk kez bir kişi ‘vatana ihanet’ten suçlandı, bir de ‘Komplo Suçlaması’ yeniden kullanıldı”. BANA BİR SORUN ÇIKMASIN DA... ABD’deki Doğu Connecticut Devlet Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Christopher Vasillopulos’un kafası özgürlük ve güvenlik konusunda karışık… Ona göre insan özünde vahşilik barındırıyor ve kuralsız bırakıldığında bu vahşeti ortaya çıkarıyor! Bu nedenle de kurallara ihtiyaç var. Peki hangi kurallar sisteminde kişiler en mutlu şekilde yaşar? “Hobbes’e göre” diyor “Demokratik ülkeler, savaşa en uzak ülkeler, çünkü savaşta çekilecek acıları en iyi bilen gene onlar”. Eğer özgürlük ve güvenlik hakkında düşünürsek, bunun sınırı nerededir? Özgürlük, fikirlerden başlamalı. Bir hayvanat bahçesinde güvende olacağıma, dışarıda tehlikede olmayı tercih ederim. Oysa konuşmanızda kişiler serbest bırakılırsa, saldırganlığın ve kuralsızlığın da beraberinde geleceğini söylemiştiniz. Toplumun kurallara ve polise de ihtiyacı var, çünkü insanların kuralsızlıktan faydalanmak istemesi C. Vasillopulos. karmaşayı getirir. Polisin varlığına değil, önyargılı davranmasına karşıyım. Otorite devlet tarafından verilmeli, ama vatandaşlar da otoriteyi belirleyebilmeli. Peki özgürlüklerin kısıtlanması uğruna polisin yetkilerinin genişlemesi ne kadar demokratik olabilir? Söz gelimi polisin nedensiz kimlik sorması? Çok doğru değil; bu, kişilerde stres yaratır. Pek çok ülke gibi ABD’de de polis istediğinde herkesin üstünü arayabiliyor. Geç saatlerde dışarı çıkmadığımdan böyle bir stres yaşamıyorum. Beni durdurduklarında, hukuk çalışan bir profesör olduğumdan polisler gerginleşiyor. Hem gece dışarı çıkmadığınızı söylüyorsunuz, hem de özgürlükten ödün vermediğinizi... Bana ne yapamayacağımın söylenmesine kızıyorum, ama boşuna kendime sorun çıkarmak istemem. KÜRESELLEŞME GÜVEN Mİ, GÜVENSİZLİK Mİ? Amerikan Üniversitesi öğretim üyesi James Mittelman dünyada çatışmaların makro dinamiklerinin de değiştiğini söylüyor. Ona göre şu anda süper güç, küreselleşme ve küreselleşmenin getirdiği hiper rekabet, kendini sınır ötesi satın almalarla gösteriyor. Bu rekabette, silah harcamalarının yüzde 50’sine sahip ABD başı çekiyor. Mittelman, bugünkü süreci hiper güç ile hiper rekabetin karşılaşmasıyla çıkacak “bir hiper çatışma(!) öncesi sessizlik” olarak değerlendiriyor. Maryland Üniversitesi öğretim üyesi Eric Uslaner bu kara tabloyu biraz hafifletiyor, küresel güvenliğin mümkün olduğunu düşünüyor, hoşgörü ve güven şartıyla. Amerika Georgetown Üniversitesi öğretim üyesi Sally Ann Baynard da Uslaner’in izinde, şiddetin şiddeti doğurduğuna inanıyor. Baynard dokuz Eric Uslaner. yılda bin terör eylemi üzerinde araştırma yaparak terör eylemlerine karşı ordu ve polis tepkisinin sonuçlarını karşılaştırmış. Sonuç: Yoğun askeri müdahalelerde insan hakları ihlali oranı çok yüksek, hatta sıkıyönetim dönemlerinde ölüm oranı normalin üç katı! Baynard'a göre çözüm, terörün kaynağı görülen bölgelere eşit haklar tanınması ve devletin buralara yatırım yapması, “İnsan haklarının bu bölgelerde devlet tarafından ihlali eylem ve olay sayısını arttırmaktan başka işe yaramaz” diyor. Peki kim terörist? Dünya bu kavram üzerinde ortak bir dil tutturamadığı gibi herkesin “düşman”ı kendine göre değişiyor, duruma göre de… 1999’da BM Güvenlik Konseyi’nin 1999’da teröre karşı kabul ettiği “yaptırımlar”, önceleri Taliban rejimindeki üst düzey devlet ofislerini, sonra da bireyleri hedef alıyordu, SÖYLENEN BAŞKA, UYGULANAN BAŞKA... Türkiye de dünyanın “güvenlik”i her şeyin, demokrasinin de üzerine taşıyan yeni halinden payını aldı, polise geniş yetkiler veren “Polis Vazife ve Salahiyet Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunu” çıkarıldı. Sivil toplum örgütlerinin “polis devleti”nin önünü açtığı için eleştirdiği yasaya göre, polis bir kişiyi gerekçe göstermeden kimliğini ispata zorlayabilecek, üzerini arayabilecek, ‘durdurma’ adı altında gözaltına alabilecek, suçu önleme gerekçesiyle evini Demokratik polislik için geliştirilen uygulamadan. Fotoğraflar: Vedat Arık güvenliğinin zedelenmemesi de bir o kadar önemli bir konudur”! Güvenlik mi, demokrasi mi? Akademisyenler ve güvenlik uzmanları iki kavram arasında dans ediyor görünüyor, ama coplar muhaliflerin, esmerlerin, diğer farklıların üzerine iniyor ve anlaşılan inmeyi de sürdürecek… PAZARIN PENCERESİNDEN Yıkanmayacağız! Selçuk Erez stanbul Belediyesi’nin posterleri, su tüketimini azaltmak için yapabileceklerimizi öğretiyor: Tıraş olurken, dişlerimizi fırçalarken musluk kaparsak bilmem kaç ton suyun israfını önlermişiz; habire sifon çekmemek şu kadar, banyo yerine duşta yıkanmak da bu kadar suyu daha az tüketmemize yol açarmış. Bundan böyle araba ve balkon yıkamak yasakmış. Ancak, DSİ verilerine göre bu ülkede tüketilen suyun dörtte üçü, tarımsal sulamaya gitmekte ve kötü sulama teknikleri nedeniyle suyun yüzde ellisi ziyan edilmektedir. Durum böyleyken yağmurlama ve damlama gibi suyun az harcanmasına yol açan yöntemler sulanabilir alanlarımızın sadece yüzde altısında kullanılmaktadır. Gerçek bu iken, bize “az su tüket” diyen Belediye’nin, İstanbul’un meydanlarında, parklarında ve yol kenarlarındaki dönüm dönüm yeşillikleri en fazla su tüketimine yol açan yöntemle yani hortumlarla suladığının farkında mısnız? Aramızda para toplayıp ve birkaç poster satın alıp üstlerine “Ey belediyeler, çimenlerinizi hortumlarla değil özellikle İsrail’de yapıldığı gibitoprak altına ince pvc borular döşeyerek sulasanız ne kadar daha az su israf etmiş olacağınızı biliyor musunuz?” diye yazdırmalıyız. Sayın Belediyeciler, bunları yapmak güçse bazı daha inandırıcı önerilerde de bulunabilirsiniz: ? Su harcamayınrakıyı susuz için! ? Suyla yıkanmayınSüt banyosu yapın! ? Sifonun rezervuarına bir tuğla koyun! ? YıkanmayınSu gereken her durumda kumla teyemmüm edin! ? Tuvaletten sonra taşla silinin! Yaşamsal önemi olan bu sloganların bazıları konusunda açıklamalar yapılırsa kavranmaları kolaylaşır. Bu açıklamaların belediye başkanları tarafından yapılması etkilerini arttırır: İ ? Al Gore filmini gördük: Global ısınma suyu bu kadar azaltacağına göre, abdest almak gerektiğinde su bulunulmazsa toprak, kum, tuğla, taş gibi şeylere su niyetine dokunup sıvazlanmak, yani teyemmüm yöntemine daha sık başvurmalıyız. ? Roma İmparatoru Neron’un eşinin Poppea (çağımızda da Monica Belluci) güzelliklerini, süt banyosu yapmalarına borçlu olduklarını anımsarsak hemen musluk suyu ile yıkanmaktan vazgeçip süt banyolarına rağbet ederiz. Türkiye’de Beyoğlu’ndaki eski Sütiş’te çalışanlar, grev yaptıklarında “Bu dükkândaki muhallebiler, Madam Tamara’nın banyosundan gelen sütle yapılmaktadır!” yazılı pankartlar taşımışlardı. Madam Tamara, ünlü bir işadamımızın eşiydi. Bu işçilerin iddiaları geçerliyse yıkanmak amacıyla kullanacağımız sütün sonradan çeşitli şekillerde değerlendirebileceğimiz anlaşılmaktadır. Bu ara, banyomuza dolduracağımız sütü, sokak sütçüsünden almayıp Tetrapak ambalajlarda ya da pastörize şişelerde satılan market ürünlerinden almamız daha doğru olur. Çünkü sokak sütlerine su katılmakta olduğundan onları kullanmak, su israfını sürdürmemiz anlamına gelecektir. ? Hamama gidip sıkça yıkanmayı aklımıza getiren bazı bölümlerin tarih kitaplarından çıkarılması da gerekecektir: Bu kitaplarda yer alan “Temizlikte Avrupalılardan çok daha ileriydik. Pek çok Avrupalı senede bir kez yıkanırken Türkler hamamdan çıkmazlardı. Fransız gezgin Thevenot, 1656’da Türklerin hamamları çok kullandıklarını söylemiştir.” gibi pasajlar Milli Eğitim Bakanlığınca yok edilmelidir. ? Tuvalet ziyaretlerinden sonra su kullanmaktan vazgeçip kırsal yörelerde eskiden uygulandığı gibi taşa silinmeye yeniden başlamamız, yüzlerce galon suyun daha az harcanmasına neden olacaktır. Bu amaçla kullanılmış taşlar biriktirilerek duvar örülebilir ya da sapanla fırlatılarak kuş avlanılabilir. İşte bu nedenlerle bu önemli ve yararlı sloganlar üniversite ve lise giriş imtihanlarında sorulmalı ve bilmeyenler hiçbir yere alınmamalıdır.