Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
R PAZAR 12 10/5/07 15:47 Page 1 PAZAR EKİ 12 CMYK 12 Yazarların yazanı... Burak Fidan, bir yazar asistanı. Lale Müldür, Orhan Duru ve Mazhar Candan ile çalışıyor. Onlarla “en büyük yapıtları”nı, “yaşam”larını paylaşıyor. Lale Müldür’le çalışmayı eğlenceli buluyor. Orhan Duru’yla zamanın durduğunu hissediyor, Mazhar Candan’dan ise kendi ölümünü öğreniyor... Fidan’ın onların yaşamındaki yerini ise en iyi Müldür’ün sözleri anlatıyor: “O, adeta benim bellek fihristim”. Burak Fidan Lale Müldür Burak Fidan Orhan Duru Burak Fidan Mazhar Candan Fotoğraflar: Vedat Arık İpek Özbey urak Fidan 24 yaşında. İzmirli, Kamu Yönetimi okumuş. Edebiyata meraklı bir okur, özellikle Lale Müldür’ün şiirlerine tutkun, öyle ki “Başucu kitaplarımdı,” diyor. Hayatında “dönüm noktası” diye tarif ettiği bir tesadüf yaşıyor, bir arkadaşı sayesinde şairle tanışıyor. “Büyülü bir andı” diyor “Hediye edilmiş bir sabahtı”. Bu sabahın sonrası daha da ilginç: “Lale Müldür’ün 15 yıldır yazdığı bir roman olduğunu biliyordum, henüz tamamlanmadığını da. Onunla ilk tanıştığımda bana birkaç bölüm okumuştu. Aradan birkaç ay geçtikten sonra beni İstanbul’a romanı üzerine çalışmak için çağırdı. Ben böyle hatırlıyorum. Lale’ye göre o çağırmadı beni, kendiliğimden geldim. Onun dediği daha doğru olabilir. Çünkü bu kitabı heyecanla bekliyordum. Bu romanın işçisi olmayı çok istediğimden böyle sanmış olabilirim…” Kimin kimi davet ettiği belli olmayan bu süreçten sonra eşyalarını topluyor Burak Fidan ve Lale Müldür’ün evine yerleşiyor. Müldür’ün defterlerinde, güncelerinde yazılanları çözmeye başlıyor. “Ortada bir roman vardı” diyor “Haritası çizilmiş bir roman, ama defterlerde, güncelerde gizlenmişti. Toparlanması gerekiyordu. Yazılanları bilgisayara geçirmeye başladık”. Sonuç, kitabı birlikte tamamlıyorlar ve Fidan’a edebiyat dünyasında “asistan” olmanın yolu açılıyor. Nedeni hızlı yazması… Lale Müldür’e tutkun bir okur olduğu için garip anlar da yaşanıyor: “Bazen bu roman benim mi acaba diye düşünüyordum. O kadar çok içine girmiştim ki rüyalarını bile görüyordum. Karşınızda gerçek sanatçılar varsa onların yaşama sanatıyla ilgili birçok sırra sahip olduklarını da görüyorsunuz.” Peki 24 yaşında genç bir adam, bir yazarın sorgulayanbuhranlı hayatını yaşamanın ağırlığını nasıl kaldırıyor? “Bu büyünün içine girince çıkmak çok zor. Ne kadar sancılı dönemler yaşansa da nihayetinde bir sanatçı var karşınızda. Onun bir esere başladığında nasıl başkalaştığına tanıksın, üstelik bu başkalaşmaya dahil oluyorsun,” diye yanıtlıyor. Yazarla ortak bir alan yakalanabiliyorsa ağırlık da hafifliyor. Fidan karakterinin de buna müsait olduğunu düşünüyor, “Ben insanların yanındayken yok gibi olmayı tercih ediyorum. Bu işe geçtikten sonra bu tavrımı daha da geliştirdim. Mecbursun da aslında. Onlar zaten ağır bir hayat yaşıyorlar, daha da ağırlık yaratmamak için yanlarında B görünmez olman, sadece hayatlarını kolaylaştırman gerekiyor.” Fidan, Müldür’ün “Bizansiyya”sını ajandalardan, defterlerden, küçük not kâğıtlarından, bazı kitap kapaklarının arkasından, çizilmiş desenlerin içinden, şarkı sözlerinin ve an be an tutulmuş güncelerinin arasından bilgisayara aktarırken şairin dokunduğu, nefes aldığı her ana tanıklık ediyor hissini taşıyor, üstelik aklının sınırlarını zorluyor. Sıra Lale Müldür’de, o tanışmalarına ilişkin farklı bir hikâye anlatıyor, her şeyin bir rastlantıdan ibaret olduğunu söylüyor: “Romanım yıllardır bitmiyordu. Benim bunu bilgisayara geçirecek gücüm de yoktu. Üç sayfada yoruluyordum. Burak’a karar vermedim aslında, rastlantı oldu. Karakterime uyması önemliydi, hızlı yazması da. Uyuştuk birbirimizle. Bu işlem sırasınca o kadar yakınlaştık ki, her şeyin nerede olduğunu, ne dendiğini ne denmediğini o kadar iyi aklında tutuyordu ki, adeta benim bellek fihristim oldu. Onunla çalışarak vakitten kazanıyorum. Şimdi yeni bir roman üzerinde çalışıyoruz. Öyle sanıyorum ki, Burak bu işlerin sonunda çok iyi bir yazar olacak.” KORKU, EĞLENCE VE HIZ… Burak, “En büyük yapıtları yaşamları” dediği yazarların hayatlarına dahil olmanın heyecanını hâlâ üzerinden atabilmiş değil. “Sevdiğin yazarla karşılaşmayacaksın, hayal kırıklığına uğrarsın” derler ya, ona da itirazı var, “Yazdıkları yaşadıklarından ne kadar bağımsız olabilir ki” diyor. Kafasının karışmasına da karşı değil! Düz kafadan kim fayda bulmuş ki: “Aslında kafamı bilerek karıştırıyorlar, yani çomak sokuyorlar aklıma, ama karıştırmadan da bir şeyler olmuyor. Önce dağılacaksın ki sonra toparlanasın. Hepsinin yöntemleri farklı farklı. Onlarla asıl büyük yapıtlarını; yaşamlarını okuyarak çalışıyorum…” Lale Müldür’ün asistanlığını yaparken Orhan Duru ve Mazhar Candan’la tanışıyor, onlara da asistanlık yapmaya başlıyor Fidan. Ofisi yazarların evleri, hatta çalışma odaları. Onlar söylüyor, Burak hızlı hızlı yazıyor. Cihangir’de Duru’nun evinden Müldür’ün evine gidene kadar pek çok kişiye selam veriyor. Kim bilir günde kaç kez bu üç yazarın Cihangir’deki evleri arasında mekik dokuyor. Tüm yazarlar evlerinden ayrılırken, Burak’a aynı soruyu soruyorlar: “Sen bugün yine geleceksin değil mi?” Peki bunca şiir, öykü, roman arasında, hele ki bilgisayarın tuşlarına da kendisi basıyorken, hiç müdahale etmek istemiyor mu, benim de bu kitapta bir cümlem olsun demiyor mu? “Elbette ki o sürece dahil olduğun için, cümleler diline kadar geliyor bazen, ama böyle büyük yazarlarla çalıştığın için sözün ne kadar kıymetli bir şey olduğunu anlıyorsun. Orada kendinden kullanacağın bir kelime bile eserin estetiğini bozabilir. Bu insanlarla çalışınca kendi yazdıklarınızı da beğenmekte zorlanıyorsunuz tabii. Bir de çok değerli bir şeye sahip olabilmenin yarattığı bir korku var, tetikleyen bu korkuyu seviyorum. Şimdi bir Lale Müldür sözlüğü hazırlamaya başladım, dört kitap bitti. Lale’nin de çok yardımları oluyor.” Peki, Müldür’le çalışmak nasıl? “Eğlenceli” diye yanıtlıyor, “Lale ile şen kahkahalarla çalışırsınız. Sonra bu kahkahaları uzun uzun konuşmak gerekir, çünkü başka kahkahalardır onlar”. Orhan Duru’yla çalışırkense zamanın durduğunu hissediyor Burak. “İsmi gibi Duru’dur gerçekten Orhan Duru” diye tanımlıyor yazarı, “Sürekli yazıyor. Sonsuz bir kütüphanede yaşıyor gibi. Her zaman yanında küçük bir not defteri vardır ve o, her zaman bir şeyler karalar”… Duru ise “Ben söylüyorum, Burak onu düzenliyor, bana okuyor, bir yerlere takılırsam düzeltiyoruz” diye anlatıyor çalışma yöntemlerini. Burak’ta gördüğü kendisinde olmayan hız. “Benim ağzımdan çıkan her şeyi hemen kapıyor ve kullanılacak hale sokuyor” diyor. Ya Mazhar Candan? Burak yanıtlıyor: “Yakın çevresi bilir, edebi bir oyun olarak sürekli ölmek üzere olan bir yazardır. Sanırım ben de onunla çalışırken kendi ölümümü ölmeyi öğreniyorum.” Candan ise kişinin belli bir yaştan sonra, yaşamı boyunca biriktirdikleri bir yana, belleğinde oluşmuş bekleyen pek çok düşünceyi tembellik ya da boşvermişlik nedeniyle yitirdiğini düşünüyor. “İnsan” diyor “Belli bir yaştan sonra iyi bir asistan olanağıyla karşılaşınca, önünde çağrışımlarla açılan çok geniş bir ufuk yakalıyor”. Burak, üç yazarda da aynı isteği saptıyor, son noktayı koyduktan bir süre sonra yazdıklarına yabancılaşmak. Bunun nedeni yazdıklarına uzaktan bakabilmek… Üç yazarın bir asistandan beklentisi ise hız ve edebi bilgiye sahip olması… Yazarların yalnız insanlar olduğundan ya da “seçilmiş yalnızlıklar” yaşadıklarını düşündüğümden, bir asistanla birlikte çalışmaları fikrini uzak bulmuştum, ama Burak kuşkularımı dağıtıyor: “Yalnız kalmak istediklerinde yalnız kalırlar. Üstelik sürekli onlarla birlikte olmak zorunda da değilim, ama öğrendiğim bir şey var: Onları gerçekten sessizce dinleyen biri olduğunda yalnızlıkları bozulmuyor.”