02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

R PAZAR 2 22/2/07 15:02 Page 1 PAZAR EKİ 2 CMYK 2 EDİTÖR’DEN 25 ŞUBAT 2007 / SAYI 1092 B ize hem bedenin sınırsızlığını, kusursuzluğunu gösteriyor, hem de dünyanın geri kalanına karşı zafer kazandığımız hissini veriyordu. Bizi “tehlikeli” yolda bulanlara rüştümüzü onunla ispatlıyorduk, o çapulcu sandıkları komünistlerin nelere kadir olduğunu görüyorlardı ya, her aldığı altın madalyada, her kırdığı rekorda içimizin yağları eriyordu. Bizim uzun soluklu cümlelerle anlatamadıklarımızı Nadia Comaneci bedeniyle belgeliyor, onların en inatçı savlarını bile teslim alıyordu… Romanyalı cimnastikçi Comaneci 1976’da Montreal Olimpiyatları’nda, denge aletlerinde, asimetrik paralelde yedi kez on tam puan aldığında, ismi de zihnimize kazındı. Türkiye’de futboldan başka sporun pek olmadığı, atletizmde sadece Mehmet Terzi’nin ayaklarına baktığımız, güreşte eski madalyalarla, o madalyaların hatırına, daha çok da “Türk gücü”nü göstermek adına çizilmiş çizgi romanlarla yatıştırıldığımız yıllardı. Comaneci’den bir spor idolü çıkarmak zordu, heveslenen evde bir başına, ayna karşısında bir şeyler yapmaya çalışıyor, kendini izleyenlere en fazla kahkahalar attırıyordu. Yaşattığı heyecan her yana sinmişti. 1978’de çekilen “Neşeli Günler” filminde, senarist Sadık Şendil, girişimci ruhlu kayınbirader Ziya rolündeki Şener Şen’e bir kahvehanede jilet sattırırken şöyle dedirtiyordu: “Jimnastikçi Nadya Komanaçiii’nin de kullandığı bu jilet…” Sonraki yıllarda isminin üzerine perde çekilse de Nadia Comaneci bizde hep o 14 yaşındaki haliyle kaldı. Ülke değiştirdi, “Öteki tarafa geçti”, yani Amerika’ya gitti, evlendi, Çavuşesku’nun öldürülmesinden sonra ülkesine hiç de bizim onunla tattığımız zafer duygusuna benzemeyen bir “zafer”le tatile geldi, ama anılarımızda büyümedi. Comaneci’nin bedenine bu denli hâkim oluşunun çok çaba gerektirdiğinin farkındaydık elbette, baskı altında, köle gibi çalıştırıldığı, ailesinden uzaklaştırıldığı söylentilerine prim vermesek de, bu sporu yapmanın bedelinin çok şeyden vazgeçmek olduğunu seziyorduk. Bu tür sporların ya kapitalist ya da sosyalist ülkelerde olabileceğini biliyorduk, devlet ya da sermaye olanak yaratır, destekler, sonra da madalya beklerdi! Şimdi, otuz yıl sonra Türkiye’de de ritmik ve artistik jimnastik yapılıyor, uluslararası yarışmalara katılan, derece alan, hatta adını Uluslararası Jimnastik Federasyonu’nun tesciliyle “Şükran Taşyuran Hareketi” olarak literatüre sokan cimnastikçiler var. Deniz Yavaşoğulları kulüplerle, federasyon başkanıyla, cimnastikçi gençler ve aileleriyle konuştu. Anlattıkları isteğin, hevesin olduğunu, desteğin yokluğunu gösteriyor. Ne dersiniz, her dönemin bir Nadia Comaneci’ye ihtiyacı yok mu, en azından hayalleri genişletmek için?.. İyi haftalar... Berat Günçıkan [email protected] Dupuy ve Berberian’ın İstanbul’u... “İstanbul Yolculuk Defteri” sergisinde, iki Fransızın, Dupuy ve Berberian’ın İstanbul üzerine yaptıkları çizimler yer alıyor. Bunlar, Dupuy ve Berberian’ın vapur gezileri, yürüyüşleri sırasında edindikleri anlık görüntüler. İstanbul’un melankolisi de var çizimlerde, cazibe merkezleri de. “O kadar çok şey var ki çizilecek” diyor Dupuy, “Bugüne kadar çizim yaptığımız dört şehirden daha fazlasını çizdik İstanbul’da”. Volkan Aran Fotoğraf: Uğur Demir hilippe Dupuy ve Charles Berberian iki Fransız çizer, ya da onların kendilerini tanımladığı kelimeyle söyleyelim desinatör. Tanıştıkları 1983 yılından beri yaptıkları ortak çalışmalarla uluslararası bir ün kazanmışlar: 1984 yılından beri yayımlanan ve kompleksli, sivri dilli bir genç kızın kendisi ve çevresiyle mücadelesini anlatan Henriette’nin Günlüğü, 1990 yılından beri çizmekte oldukları ve otuzlu yaşlardaki bir yazarın günlük hayatın mizahı içindeki hallerini anlatan bol ödüllü Mösyö Jean serisi ve değişik reklam kampanyaları ve dergiler için çizdikleri illüstrasyonlar, film afişleri... Hepsinde başka türlü bir çizgi var sanki. 2001 yılında Fransa’nın diğer bir ünlü çizeri ve arkadaşları Jacques De Loustal’ın gittiği bir kentte yarattığı desenlerden oluşan Yolculuk Defteri’ni görünce, böyle bir çalışmayı kendileri de yapmaya karar vermişler. New York, Barselona, Lizbon ve Tanc şehirlerine yaptıkları yolculukların her birinden ortaya çıkan çizimlerini Fransa’nın Cornelius Yayınevi birer kitap olarak yayımlamış. İstanbul’a yerleşmiş olan iki Fransız arkadaşlarının (isimleri serginin kuratörleri olarak da geçen David Rault ve Vincent Bouvard’un) tavsiyesiyle 2006 Nisan’ında 10 günlük bir gezi için İstanbul’a gelmişler. Karşılarında kocaman bir şehir ve daha öncekilerden farklı yeni bir atmosfer... Berberian, nereyi P Cumhuriyet DERGİ* İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Editör: Berat Günçıkan Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Güray Öz Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli/İstanbul (0212)343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdür: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Koordinatör: Neşe Yazıcı Reklam Müdürü: Dilşat Özkaya Rezervasyon: Mete Çolakoğlu / Mustafa Doğan (0212) 251 98 7475 / 343 72 74 Baskı: İhlas Gazetecilik AŞ 29 Ekim Cad. No: 23 Yenibosna/ İstanbul (0212) 454 30 00 *Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir. Yerel süreli yayın. [email protected] Charles Berberian’ın geçmişe ait başka bir bağı daha var İstanbul’la. İstanbul kitapçığının ilk sayfası bu hikâyeyle başlıyor. Ermeni asıllı olan Berberian’ın dedesi Archavir Berberian ve ailesi 1921’e kadar İstanbul’da yaşamış. Daha sonra Lübnan’a göç etmişler. Charles Berberian, dedesi ve babaannesinin kendisinde kalan ve kitapçıkta da yer alan fotoğraflarını çektirdikleri Pera stüdyosunu bulabileceği umuduyla yola düşmüş, ama şimdi onun yerinde bir banka var. “O kadar çok şey var ki çizilecek, bugüne kadar çizim yaptığımız dört şehirden daha fazlasını çizdik İstanbul’da” diyor Dupuy. Ama çizgi roman çiziminden farklı zorlukları var yolculuk defteri çizimlerinin. O anki görüntünün kendilerinde yansıyan halini çiziyorlar da, İstanbul’un bu hızlı günlük hayatı içinde gördükleri insanları çizmeleri ne kadar mümkün? Dupuy önünden geçen birçok insanda gördüğü özellikleri bir kişide topladığını söylüyor. “Örneğin, bir baş çizerken başını çizdiğim kişi uzaklaşıveriyor. Ben de o zaman o başın altına başka birinin gövdesini ekliyorum. Eğer hızlı çizmeyi başaramazsam bacaklar da üçüncü bir kişiye ait olabiliyor.” Peki bir çizgi romanı fikir boyutundan alıp çizgiye taşımak da böyle hızlı bir süreç mi? “Bazen günlerce, bazense bir saatte” diyor Dupuy. Berberian ise Picasso’yu örnek veriyor. “Picasso, 5 dakikada bir resmi çizmiş ve alıcısından çok yüksek bir meblağ istemiş. Alıcı da bu kadar kısa sürede çizdiği bir desen için bu kadar yüksek bir fiyat istemesini yadırgayınca, Picasso ‘bu çizimin arkasında bir ömür var’ demiş”. KEYİF ALMAK, SEVMEK 1983 yılında tanıştıklarından beri ortak işler yapıyorlar ve bu ortaklıklarında nasıl bir işbölümü olduğunu anlamak güç. 2001 yılında Philippe Dupuy, Loo Hui Phang ve David Rault tarafından gerçekleştirilen “Bicéphale” (İkibaşlı) adlı kısa metrajlı animasyon filminde bu ortak çalışma şekli üzerine mizahi senaryolar ikiliyi tanıyan diğer sanatçılar tarafından dile getiriliyor. Sorunun ciddi yanıtını ise Berberian veriyor: “Ortaklığımızda aynı kareyi birlikte çizmek gibi bir durum yok. Yani Philippe dekoru, ben karakterleri çiziyorum türünden bir iş bölümü yok. Zaten bu uzun vadede çok sıkıcı olurdu. Karşılıklı konuşarak, zaman içinde bir noktaya geliyoruz”. Dupuy ise Charles’ın bunu yemek pişirmeye benzettiğini hatırlatıyor. “Bir karakter yaratırken şöyle olsun diye önceden oturup kesin çizgilerle tasarlamıyoruz. Bir anda oturup çizilmiyor. Zaman içinde, bir embriyon misali, doğal olarak gelişen bir şey. Arkasında deneyimlerimiz ve gözlemlerimiz var. İlk çizim üzerine her seferinde birimiz bir şey ekliyor. O karakter de zamanla o değişimi geçiriyor”. Yanıtlarında “keyif almak”, “sevmek” kelimeleri bolca geçiyor. Ortak çalışmalarının nedeni de belki burada yatıyor. İkisi de kendileriyle alay edebiliyor. “Yürürken bile doğal değilim” diye söyleniyor Dupuy İstan çizeceğini anlamak için yanlış vapur yolculuklarıyla tüm İstanbul’u turlamış. Son olarak indiği Karaköy’de Galata Köprüsü ve balıkçılar ona doğru görüntüyü yakaladığını hissettirmiş. Dupuy ise yeni bir şehre geldiğinde, bulunduğu konumu ve şehrin yerleşimini anlamak isteyenlerden. Ve istanbul’un büyük bir şehir olmasına rağmen yürüyerek birbirine geçilebilecek cazibe merkezleri olduğuna da karar vermiş. “Kalabalıklara karışmak istedikçe bulunduğum otelden İstiklal Caddesi’ndeki kafelere, sessizlik istedikçe Sultanahmet’e kaçıyordum” diyor. Berberian, İstanbul’a geldikten sonra Orhan Pamuk’un İstanbul romanını okumuş. Peki o “melankolik ruhu” hissetmiş mi? “Tarihin, geçmişin hissedildiği kentlerde bu duygu her zaman var. Bu, İstanbul için de geçerli, Lizbon için de” diye yanıtlıyor “Akdeniz Bölgesi’ndeki kültürde, örneğin Portekizli yazar Fernando Pessoa’nın eserlerinde, yaylı çalgılarda, Yahudi, Yunan müziğinde de hissediliyor”. Sonra da örnekleri çoğaltıyor, “Kemençedeki ses de böyle bir ses örneğin” diyor. “Kemençe melankolik mi?” “Evet, bence çok melankolik.” İstanbul kitapçığında da yer vermişler bu tespite. “Elektronik müzikler o eski büyülü müzikle karıştırılarak veriliyor bugün. O sesleri kullanarak yeni bir karışıma gidiliyor” diye ekliyor. bul günlerini çektikleri “İstanbul Carnets” filminde, kameradan yakınırken. “Bicéphale” filminde ise Cornelius kitabevinin sahibi Prof. Cornelius’u ortak çalışma nedenleri hakkında konuştururken “Asıl gerçek şu ki: Aynı beyni paylaşıyorlar, ama ayrıyken tamamen aptaldılar” dedirtebiliyorlar. Çizgilerinde, hikâyelerinde bu mizah duygusu hep var. Desinatörün çizgileri hayatın hep mizahi bir yansıması mıdır? Örneğin Berberian’ın doğum yeri olan Bağdat’a şimdi gitseler... O şehri de bugünkü haliyle yansıtmak mümkün mü? “Çizim yapmak, film çekmek ya da fotoğraf çekmek gibi değil. Tüm çizim süresince orada bulunmanız gerekiyor. Olayın hem aktörüsünüz, hem tanığı. Bağdat’ta bir yolculuk defteri hazırlamak durumunda olsaydık eğer, fiziken şartların zorluğu yüzünden daha uzun kalmamız gerekirdi” diye yanıtlıyor Berberian. “Bir gazeteci işiyle yapılacak bir şey de değil bu, ama çizgimizin öyle bir atmosfere uyup uymayacağını soruyorsanız şunu söylemeliyim. Bizim çizimlerimiz illa da komik olmak zorunda değil. İstanbul Yolculuk Defteri’ndeki tüm çizimlerimizin de güldürdüğünü söyleyemeyiz: bunlar basitleştirilmiş desenler. Bağdat çizimlerinde de böyle olurdu. Biz komik suratlar çizmeye çalışmıyoruz. Bir yüzün bizde ne çağrıştırdığını çiziyoruz. Onların karakterini yansıtmaya çalışıyoruz.” Bundan sonraki planlarını sorduğumuzda Berberian Lübnan’a geçeceğini söylüyor. “Lübnan, modern toplumun geldiği noktayı gösteriyor bence. Yaşanan sivil karmaşalar, yıkımlar. Sırf çizmek için değil, bunu gözlemlemek için de gitmek istiyorum.” “Modern toplumun geldiği nokta derken eleştirel olarak mı söylüyorsunuz?” “Daha karmaşık. Örneğin Orhan Pamuk, İstanbul kitabında, iyi yanlarının yanı sıra bir sürü olumsuz tarafını da bildiğiniz, eleştirdiğiniz bir şehri sevmek duygusunu anlatıyor. Bu başka türlü bir duygu. İstanbul’da on gün kalarak, aklımızdakileri çizdik ama Lübnan’da daha uzun süreli olmalı yapacağımız iş.” Son olarak söylemek istedikleri bir şey kaldı mı? “Evet”, diyorlar, “Çok güzel bir meslek yapıyoruz. İnsanlarla tanışıyoruz. Yaptığımız işleri tekrar göstermek için o kentlere geri dönüyoruz. Kentleri geziyoruz. Umarız yaptığımız iş İstanbul kentinin ölçeğinde olmuştur.” Sergi 2 Mart’a kadar Fransız Kültür Merkezi’nde gezilebilir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle