Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
R PAZAR 8 6/12/07 15:07 Page 1 PAZAR EKİ 8 CMYK 8 PAZAR SÖYLEŞİLERİ 9 ARALIK 2007 / SAYI 1133 Smederovo Şiir Şöleni’nden notlar... Ataol Behramoğlu Mucize değil, teknoloji... Başak Demir Çocuk sahibi olmak isteyen aileler için mucizevi bir buluştu tüp bebek yöntemi. Dünyada doğan ilk tüp bebek 29 yaşını geride bırakıp, artık olgun gençlik dönemini yaşasa da, tüp bebekle ilgili yanlış anlamalar da, aileler üzerindeki baskılar da bitmedi. Alman Hastanesi Tüp Bebek Merkezi’nin kurucusu Prof. Dr. Mustafa Bahçeci ve Dr. Aytun Aktan’ın beraber hazırladığı Agora Kitaplığı’ndan çıkan “Beni Leylek Getirmedi” adlı kitap, işte bu ailelerin sorularına birer yanıt. Biz de uygulamayı ve karşılaşılan sıkıntıları Prof. Bahçeci ile konuştuk: Kitabın gerekliliği nereden ortaya çıktı? İnsanlar yüzyıllardır içgüdüsel olarak bir cinsel aktivitedeler, sonra da gebe kalınıyor… Bazı insanlarda ufak tefek, çözüm gerektiren problemler oluyor. Burada önemli olan, bu kişilerin olayın bilincine varmaları. Bilgilenmek çok çeşitli yollardan sağlanabilir, ama bu alanda yazılmış herhangi bir kitap mevcut değil, ülkemizin problemlerinden biri de okunmaması tabii. Sunuş yazınızda kitabın bir bakıma karşılaştığınız sorulara yanıt olmasını amaçladığınızı yazıyorsunuz. Bu konuda birçok internet sayfası var ama ne kadar doğru… Ticari kaygılarla internet siteleri kuruluyor. Kimse bu sayfaları denetlemiyor, bir güvencesi yok, yanlış bir şey yazılsa, kimse soramıyor. Burada ise bir bağlayıcılığı var, bir belgeye dönüşüyor kitap. Bu, başarının da başarısızlığın da anlaşılmasını sağlıyor. İnfertilite’nin Türkçe karşılığı olan “kısırlık”, ürküten, utanılan bir kavram. Nasıl karşılanıyor? Kısırlık, birtakım beddualarda, Anadolu’nun birçok yerlerinde, insanları ürkütmek, küçük düşürmek için de kullanılan bir kelime. Azerice’deki adı sise onsuzluk. Onlar “kısırlık” diye bir kelime kullanmıyorlar, büyük ihtimalle sonsuzluk daha çok da Türkçe bir kelime. Sonuçta biz, bize gelip, bu masanın etrafına oturan insanlar konusunda, onlara, “Sen kısırsın” diye konuşmuyoruz, daha çok çocuk sahibi olmama problemi üzerinde konuşuyoruz. Kitapta tüp bebekle ilgili bütün kartlar açılıyor bir bakıma. Çünkü sürekli peşine düşüp, bir ömür uğraştıktan sonra olumlu sonuç almamak da var. Bir yerde durulması gerektiğini söylüyorsunuz. Evet, her ihtimal var. Gebe kalmadan önce ne yapabilirsin, kalamazsan ne yapabilirsin veya gebe kalmak için ne gibi hazırlıklar yapılmalı gibi. En son tüm yollar denendikten sonra olmuyorsa, donasyon gibi alternatifleriniz de var, bunu da yapabilirsiniz, diyoruz. Donasyonun (dışarıdan sperm veya yumurtanın kabul edilmesi) Türkiye’deki durumu nedir? A slında bu notlara, bu uluslararası şiir şöleninin asıl adıyla, “Smederovo Şairler Sonbaharı” diye başlamalıydım… Şiir ve sonbahar sözcükleri birbirine yakışıyor. Sonbaharın da Belgrad’a yakıştığı gibi... Ya da bana öyle geliyor. Bunların görece kavramlar, kişiye göre değişen duygular olduğunu biliyorum. Fakat Belgrad yakınlarındaki Smederovo kentinde bu yıl 38.’si düzenlenen uluslararası şiir şölenine çağrıldığımda, öncelikle, Belgrad’da bir sonbahar kuytuluğu yaşayacağım için sevinmiştim. Pek de öyle olmadı... Çünkü Belgrad havaalanına ayak bastıktan sonra, başka ülkelerden gelen konuklarla birlikte, bir minübüsle, Smederovo’ya hareket edildi. Böylece bu kez yağmurlu bir Belgrad’ı ancak göz ucuyla görebildim. Buna karşılık, sonbahar Balkan kırlarında da güzeldir… Ve zaten BelgradSmederovo arasında, sanki Türkiye’nin bir coğrafyasında seyahat ediyorsunuz. Bu sadece coğrafyayla değil, hatta ondan daha çok, yerleşim yerleriyle, insanlarla ilgili… Osmanlı, bulunduğu yerlere derin damgasını vurmuş… Söz gelimi, Avusturya egemenliğinde kalan Slovenya’da bu damgadan eser yoktu... Hırvatistan’ın başkenti Zagreb’de de... Buna karşılık, Makedonya, Sırbistan, vb. Balkan ve orta Avrupa topraklarında, kendinizi evinizde gibi hissedebilirsiniz… Smederovo (bizdeki adıyla Semendire) 1459’a kadar Sırbistan’a başkentlik yapmış. Bu tarihte Fatih Sultan Mehmet’in buyruğu ile Mahmut Paşa komutasındaki ordu tarafından ele geçirildikten sonra, Sırbistan’da 350 yıl sürecek Osmanlı egemenliği başlamış... Belgrad’da “Kale Meydan”ı her gezişimde bu tarihi hissederim… Sonra Diyanet İşleri, “İslam’a uygun” dedi. Eskiden şöyle bir şey de olurdu, tüp bebekten hamile kalmış, doğurmuş hastalarımıza bayramlarda, yıl başlarında tebrik kartları atarız, telefon edip “bir daha bizi aramayın” derlerdi “Sizin yüzünüzden evimi değiştireceğim”. Çevre baskısıyla tüp bebeği çok farklı algılıyorlardı ve yaptıran kişi böyle olmadığını bilse bile, etraftan baskı görüyordu. Şu an öyle değil, çok rahat yaptırıyorlar. Başka neler yanlış biliniyor bu konuda? Tüp bebekle ilgili en ciddi yanlış bu tedavinin bir mucize olduğu. Bizim yaşadığımız en büyük problem bu bence. Bir adet dönemi içerisinde hiçbir problemi olmayan erkek ve kadın beraber olduğunda gebe kalma şansları yüzde 2025 arasında değişiyor. Tüp bebek bu oranı biraz daha yukarı çıkarıyor, çünkü birden fazla yumurta yerleştiriliyor ve şans artıyor. En az iki ya da üç transferle bu şans yüzde 5055 civarına yükseliyor. Hiçbir zaman için yüzde 100 gebelik elde edemezsiniz. Birçok parametre var, bilinenler, bilinmeyenlere göre çok az, ama bunu anlatamıyorsunuz. İnsanlar haklı olarak maddi ve manevi olarak yoruluyorlar. Haftada birkaç kez gidip geliyorlar, bu aylar sürüyor, bazen işlerinden ayrılıyorlar. Bu, Türkiye’nin neresine giderseniz gidin oluyor. Bir de küçük bir grup hasta var, bunların hamile kalma şansı hiç yok. Bu grup da tıbbın bu kadar ileri gitmesine rağmen problemlerine nasıl çare bulamadığını bir türlü anlamak istemiyorlar. Tüp bebekte ikiz, üçüz sık rastlanan bir durum. Bunun sebebi ne? Biz ikiz olmamaları için mücadele ediyoruz. Başarılı mıdır, değil midir kendi aramızda tartıştığımız nokta bu. Tüp bebekte üçüz, dördüz çok başarı değildir, ikiz bir yere kadar anlaşılabilir. Bizler doğal olanla yarıştığımız için, olabildiğince tek Tüp bebek uygulaması yayıldıkça olağanlaştı, ama hâlâ bu yöntemle çocuk yapmayı “mucize” sayanlar var. “Beni Leylek Getirmedi” kitabının yazarı Prof. Dr. Mustafa Bahçeci’nin amacı da mucizeyi sıradana çevirmek, yanlış inanışları kırmak… Tüp bebek tekniğinde şimdilik hedeflenen nokta ise tek yumurta, tek bebek… Türkiye’de sperm ve yumurta donasyonu uygulanmıyor. Türkiye’de yasak, ama mesela Kıbrıs’ta, Türkiye’nin çevresindeki birçok ülkede uygulanıyor; Azerbaycan’da, Bulgaristan’da, Yunanistan’da. Türkiye’deki insanlar oralara gidiyor, donasyon uygulaması yapıyor. Gebeliğe varan süreçte bilinçli cinselliğin önemi nedir? İkisi çok farklı şeyler. Mesela erkekler bunu çok önemsiyor, cinsel aktivitelerinde bir yetersizlik olarak görüyorlar ama gerçek bu değil, bu tedavi edilebilir bir süreç. Bu süreçte önemli olan bunun ne olduğunu bilmek… Yıllarca yanlış bilindiği gibi, sadece kadına özgü ya da erkeğe bağlı bir şey değil. Nasıl tepkilerle karşılıyorsunuz? Eskiden hastalar “Tüp bebek haram mıdır, değil midir” gibi sorularla geliyorlardı. Onlar bir yerlerden yumurta, sperm buluyoruz ve tüp bebek yapıyoruz sanıyorlardı, oysa döl hücreleri yoksa bizim yapabileceğimiz bir şey yok. bebek istiyoruz ama hamilelik oranını arttırmak için en fazla üç yumurta yerleştiriyoruz. Bu yüzden de çoğul gebelik oranı artıyor. Eskiden 56 embriyo yerleştirilirdi, artık yasal olarak üçten fazla yerleştirilmiyor. Bazı ülkelerde ikiden fazla yerleştirmek yasak. Çoğul gebelik olması güzel ama kötü olan yanı, erken doğuma neden olması, yahut da çocukların yoğun bakımda kalması, bu nedenlerle çoğul gebelikle mücadele ediyoruz. Amaç, mümkünse tek bir yumurta ve tek bir bebek yapmak. Tüp bebek ilk bebekten sonra yeniden deneniyor mu? Altı defaya kadar yeniden denenebiliyor, ama ilk tüp bebeği doğuran kadınların yüzde 15’i tüp bebekten sonra doğal olarak hamile kalabiliyorlar. Diğer grupsa tekrar istediklerinde tekrar tüp bebek yapıyorlar. Yerleştirilmeyen embriyolar donduruluyor, üç sene sonra beş seneye kadar süre var yeni bir tedavi uygulamadan yeniden kullanılabiliyorlar. A. Behramoğlu, Aleksandr ve Yelena Kuşner’le. Smederovo kalesini, müzesini gezerken de aynı şeyi hissediyorsunuz ... Tuna kıyısında, bizim orta büyüklükteki kentlerimizden pek de farklı olmayan bir kent Smederovo ya da Semendire… Buna karşılık, bu yıl otuz sekizincisi düzenlenen uluslararası şiir şölenleriyle dünya edebiyat çevrelerinde özel bir saygınlık kazanmış. Bu şiir şöleninin bana kalırsa en ilginç yanı, yabancı ülkelerden davet edilen şairlerin her birinden, üstelik 500 gibi azımsanamayacak bir baskı sayısıyla, bir şiir seçkisinin yayınlanması… Benim şiirlerim Belgrad Üniversitesinin genç öğretim üyesi, Türkolog Sasa Bradaseviç’in çevirileriyle, “Sevginin Önünde…” adıyla (ve bu kitapçıkların hepsinde olduğu gibi, şairlerin kendi dillerindeki özgün metinlerle birlikte) yayınlandı... Bu genç Türk dili ve edebiyatı uzmanının, ülkesi Sırbistan’da Türkoloji alanında çok önemli çalışmalar yapacağına inanıyorum. Uluslararası şiir şölenleri, hem başka ülkelerin şiirini birinci elden tanımak, hem kişisel dostluklar, hem de ülkenizi ve edebiyatını tanıtmak bakımından önemli. Smederovo Şiir Şöleni’nde her yıl verilen “Altın Anahtar” ödülünün bu yılki sahibi Rus şairi Aleksandr Kuşner oldu. Aleksandr Kuşner, kendisinin de sözleriyle, YevtuşenkoVoznesenski gibi şairlerin adlarıyla anılan 50’li yıllar Rus şairler kuşağının onlardan birkaç yaş daha genç bir temsilcisi. Adını duymuş olsam da şiirini tanımıyordum. Smederevo Şiir Şöleninde başkaca dostluk ve arkadaşlıklarının yanı sıra bu değerli Rus şairini tanımak, lirik şiirlerini kendisinden dinlemek, bir şiir bilimcisi olan değerli eşi bayan Yelena ile de tanışmak, benim için bu yılki şölenin en önemli kazanımlarındandı. Bu seçkin, aynı ölçüde alçak gönüllü edebiyatçı çiftten, tatillerini birkaç yıldır Marmaris’te geçirdiklerini ve bunu hep böyle sürdürmeyi planladıklarını, ülkemize duydukları sevgi ve yakınlığı öğrenmek ayrıca sevindiriciydi… Bu yıl 38.’si düzenlenen uluslararası Smederevo Şairler Sonbaharı’na bu güne kadar çağrılan ilk Türk şairi olduğum söylendi... Böylesine bir gecikmeyi şiirimize yapılmış büyük bir haksızlık sayıyorum. Festivalin değerli yöneticisi Goran Corceviç’le söyleşilerimizden ve aramızda oluşan dostluktan biliyorum ki, önümüzdeki yıllarda bu eksiklik giderilecektir... ataolb@ cumhuriyet.com.tr ÇOCUĞU OLMUYORSA... Erkekler sorunlarını anlatmazlardı, bu çok sık karşılaştığımız bir şeydi. Yıllar önce 60 yaşlarında bir hasta geldi, 20 yaşında bir kızla evliydi, “Bakın bakalım çocuğu olacak mı” dedi, biz önce size bakalım dedik. “Benim bir şeyim yok,” dedi. Baktık, kız sağlıklı, adama sperm tahlili yaptırdık, hiç yok. Bu adam beş defa evlenmiş, ayrılmış ama hiçbir şekilde kendine tahlil yaptırmamış, her seferinde problemin kadında olduğunu düşünerek, onu doktora götürmüş. Kırgızistan’da bir merkez açmayı düşündük, ön araştırma için giden arkadaşlarımıza “Tüp bebek çok pahalı” demişler “biz bu parayla çocuğu olmuyorsa, değiştirir, yenisiyle evleniriz”. Bir pazarın ardından... Aylin Kotil P azar günü… Aileme ayrılmış keyifli bir kahvaltıyla güne başlıyorum. Çalışmadığım gün, o yüzden sığdırılacak çok şeyim var. Öğlen olmadan arkadaşlarımla kahve içmek için buluşuyorum. Kahvenin bitmesine yakın hadi diyorlar şu yeni açılan alışveriş merkezine bir göz atalım. Malum, onların da çalışmadıkları tek gün. Ben, bu tarz yerlerin ruhumu ne kadar yorduğunu bilsem de onları kırmak istemiyorum. Çünkü onlarla olmaktan keyif alıyorum. Onlar sakin sakin kıyafetlere bakarken, içimdeki sürekli işleri çabucak halletme güdüsünü bastıramıyorum. Denesene şu pantolonu diyorlar, üşeniyorum. Hafta içinin koşuşturması, günlerden pazar olsa da, işlerimi çabucak yapma ve hızlanabilmek için elekten geçirme içgüdüm (artık içgüdüye dönüşmüş) yakamı bırakmıyor. Nasıl mı fark ediyorum bunu? Arkadaşımın benden sekiz yaş küçük kardeşinin eli kalın kazağa giderken! Tam denemek için kabine yöneldiğinde, boşuna deneme kalın kazak şişman gösterir daha ince dokulu bir şeylere bak, diyorum. Diyorum ve farkında olmadan hayatta başka neleri eledim acaba böyle diye düşünüyorum. Kasada sıra beklerken işlem yapacak olan kızın telefonda yaptığı tüm dedikoduları dinliyorum. Nihayet konuşması bittiğinde bizimle ilgilenebildiğinde işine olan saygısına şaşıyorum! Ve mağazadan çıktığımda adımlarımın sert sert, hızlı hızlı olduğunu tekrar fark ediyorum. Bir an nereye koşturuyorum diye düşünüyorum, çabuk aklıma geliyor. Oğlumla matematik çalışmamız gerekiyor. Sonra da hafta başı için zeytinyağlı, çorba ve vakit kalırsa da oğlum okuldan geldiğinde yesin diye kek ya da kurabiye yapmayı planladığımı hatırlıyorum. Tüm bunlar yemek hazırlamak açısından pazartesi ve salıyı hafif sıyrıklarla atlatabilmek için. Pazar olmasına rağmen koşturma duygumun beni bırakmama sebebi bir bir önüme geliyor… Sadece kendime ayırdığım zaman ise bedenimin yorgun düştüğü akşam vakitleri. Onda da kitap mı okuyayım yoksa ne zamandır izlemek istediğim filmi mi seyredeyim diye düşünürken tamirci, öğretmen, temizlikçi, aşçı, anne, iş kadını, dost, arkadaş hallerimle gözümün kapandığını hissediyorum… aylin@kotilsarigul.com Prof. Dr. Mustafa Bahçeci...