10 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

R PAZAR 8 20/12/07 14:37 Page 1 PAZAR EKİ 8 CMYK 8 PAZAR SÖYLEŞİLERİ 23 ARALIK 2007 / SAYI 1135 Senfonik müzikten “hard rock”a... Ataol Behramoğlu u ülkede gitgide karartılan yaşamlarımıza benim kendi payıma açtığım küçük mutluluk pencerelerinden biri, sabah saatlerine Klasik Batı Müziği dinleyerek başlamaktır… Kulağımı, oradan ruhumu dolduran ezgiler, beni az sonra girişeceğim düşünsel çalışmalara, okuyup yazmalara hazırlar… Güne başlamanın bu Klasik Batı Müziği dinleme gereksinimini epeyce bir süredir “Digi Türk”ün radyo kanallarından 431 no.lu “senfonik müzik” kanalından karşılıyordum. Uyandığımda çoğu kez yaptığım ilk iş bu kanalı açmaktı… Birkaç gün önce aynı şeyi yaptığımda, karşıma “hard rock” diye bir yazı çıktı… Doğal olarak, ilkin, kanal numarasında yanılmış olabileceğimi düşünerek kumanda aygıtını bir süre yukarı aşağı gezdirdimse de senfonik müzik kanalına ulaşamadım… Bu sabah yine aynı denemeyi yapıp aynı sonuca ulaşınca mesele anlaşılmış oldu: Digi Türk yönetimi, senfonik müzik yayınına son vermiş ve bu kanala “hard rock” yayınını kaydırmıştı… Neden? Bu nedeni öğrenmek amacıyla ve elden geldiğince sakin kalmaya çalışarak Digi Türk’ü aradım… Karşıma çıkan müşteri temsilcisi genç bayan, benden basmakalıp sözlerle kurtulamayacağını anlayınca bir süre beklememi rica etti… Paradoksa bakın ki bu oldukça uzun bekleme süresince, telefon aygıtından senfonik müzik parçaları dinletildi… Neden sonra karşıdaki aygıttan aynı ses, bu müzik yayınının kaldırılmış olduğunu, müşterilere bu gibi konularda açıklama yapma zorunluluğu bulunmamasına karşın şikâyetimin yönetime iletileceğini bildirdi… *** Digi Türk yönetimi “Senfonik Müzik” yayınını neden kaldırdı? Bunu yapmakla kalmayıp yerine “hard rock” yayınını koyarken, Klasik Batı Müziği severleri incitmiş, onlarla bir çeşit alay etmiş olacağını düşünmedi mi? B Nazik olmak iyi hissettirir! Gözü dönmüş bir bireycilik adına, nezaket uzun zamandır güçsüzlük hatta aptallıkla bir tutulup yok edildi. Nezakete eski saygınlığını vermek, kendine ve dolaylı olarak başkalarına iyi gelecek bir şey yapmaktır. Bu soruların yanıtını bu televizyon kuruluşunun yönetiminden bekliyorum. Bununla da kalmayarak medyadaki müzik sever yazarları, program yapımcılarını konuyla ilgilenmeye çağırıyorum. Yakın dostlarım, arkadaşlarım, benim yerine göre müziğin her türüne duyduğum sevgiyi bilirler. Başka türlü olabileceğini de zaten düşünemem. Bu sevgide, gönülden bağlı olduğum alaturka şarkılarımızın, eşsiz güzellikteki türkülerimizin yanı sıra, ender de olsa “arabesk”e bile yer vardır… Fakat “elit” sayılabilecek bir TV kurumunun, radyo kanalları içinden “senfonik müzik” yayınını kaldırıp atması, benim gözümde, liselerimizin edebiyat dersi kitaplarından Shakespeare, Goethe, Molière gibi adların çıkarılıp atılmasından ya da müzik dersinin zorunlu ders olmaktan çıkarılmasından farksızdır… (“Şarkı” ağırlıklı “klasik müzik” kanalı, “senfonik müzik” gereksinimi karşılayamaz.) *** Nice sorunlarla boğuşan ülkemizde bir TV kanalındaki senfonik müzik yayınına son verilmesini sorun edinmeyi anlamsız ya da çok kişisel bulacak okurlarım varsa, bunun böyle olmadığını hemen söylemeliyim. Ülkeyi her alanda ele geçirmekte olan kabalığa, barbarlığa, yine her alanda karşı koymak gerekiyor. Senfonik müzik dinleme gereksinimini karşılayabileceğimiz sayısız olanaktan kuşkusuz ki ben de yararlanmaktayım. Fakat bu, söz konusu TV kurumunun, sessiz sedasız, radyo kanalları içinden senfonik müzik yayınını çıkararak yerine “hard rock”ı koymasındaki kabalığı, inceliksizliği ve ayrıca da kendi müşterilerine karşı saygısızlığını önemsiz kılamaz. Digi Türk kurumunun 431 no.lu kanalından senfonik müzik dinleyen tek kişi olmadığım umuduyla, medyadaki arkadaşların yanı sıra, aynı görüşü paylaştığımız Digi Türk üyelerini de tepkilerini göstermeye, birçok başka yayınını zevkle izlediğimiz Digi Türk yönetimini de hatadan dönmeye çağırıyorum. ataolb@ cumhuriyet.com.tr Çok nazik, çok çok nazik... Nezaket kötü şöhretli. Sırasıyla aptallık ya da ikiyüzlülük, hatta bir nevroz olarak algılandı. Ne var ki nezakete tam güven duymadıkça, kendimizi görmezden gelmiş olmuyor muyuz? Başkalarını da? Bize nezakete son verin, ama gerçekte ne olduğunu da anlayın diyenler de var. Onlara göre başkalarına özen göstermenin kendisiyle ilişkiyi kesmek demek olduğuna inanmak “trajik”tir. İki çıkarıma ulaşan siyah beyaz bir vizyon: “Başkaları için hiç de yeterli bir şey yapmadım” ya da “Kendimi kurban etmiş olmamak için hiçbir şey vermeyeceğim”. Oysa besleyici ve dengeli gerçek iyi niyetlilik, iki devinimden oluşmuştur: Ötekine yönelik ve kendine yönelik. İnsan yüreğinin doğası, kendininki de dahil, her bir insan varlığının kırılganlığını ve tekliğini tanıyan temel bir iyilik taşır. Bugün, evrim uzmanları, yardımlaşma ve dayanışmanın kimliğimizin odağında olduğunu kabul ediyorlar, çünkü insanlığa varlığını sürdürmesini onlar sağlamıştır. Cangıl yasaları, türler içinde yırtıcı kavgalar doğurmaktan uzaktır, yunuslarda, büyük maymunlarda, kargalarda da dayanışmacı davranışlar gözlemlenmiştir. Stres altındaki yaşamlarımızın ve gergin ilişkilerimizin bize düşündürdüğünün aksine, insan insanın kurdu değildir. Gerçekte, diğer sosyal hayvanlar gibi, genetik olarak empatiyle donanmışızdır. Yeni doğanın ağlaması doğumevindeki öteki komşularının da ağlamasını tetikler. Gürültü onları rahatsız ettiği için değildir bu aynı ses yüksekliğindeki diğer ses uyaranlarına karşı kayıtsız kalırlar genel imdat uyarısına katılırlar ve bunu yaymak isterler! Bir kez yetişkin olduğumuzda ise, başkalarıyla birlikte ağlamayı unuturuz artık... NAZİK OLMAK MORALİ YÜKSELTİR Kahvaltı masasında çocuklara yüreklendirici birkaç söz etmek, yaşlı bir hanımın alışveriş merkezinde yürüyen merdivene adımını atmasına yardımcı olmak, bir huzurevinde bir dilim ev keki sunmak... Küçük ilgilerimizin bizi iyi ruh haline soktuğunu hissederiz. Nezaket bulaşıcıdır. Ekmekçiyi, süpermarketteki kasiyeri, metrodaki gişeciyi bir kocaman tebessümle selamlayın, anında karşınızdakilerin çoğunun yüzünün ışıdığını göreceksiniz. Kendi yaydığımızı geri alırız dünyadan. “İnsanlara bir tür pozitif meraklılıkla yanaşırım” diyor 43 yaşındaki bir orkestra şefi “Kazıklanmak endişesi duymaksızın. Çoğu kez rahatlatır beni bu...” Naziklik bizim birçok gereksiz enerji harcamalarından kısıntı yapmamızı sağlar, sürekli hınç duymanın dayanaksız kuşkusundan korur. Direksiyonda başkalarına sövüp saymamızı gözlemlemek yeterlidir: Kalkmış omuzlar, asık bir surat, yolun sonuna berbat bir halde varırız. Bu tekrarladıkça stres doğar, sağlığı etkileyen sonuçlara yol açar. Ötekine karşı iyi donanımlı kişiler, kaygı ve depresyona daha az maruz kalırlar, daha iyi bir bağışıklık sistemine sahiptirler ve çok daha uzun yaşarlar. Nezaket, gerçeğe bir şans tanıyarak, gerçeğin ortaya çıkmasını sağlar. Ötekini örtüsünden sıyrılması, olduğu gibi ve uysal kalması için özgür bırakır. Geniş imgelem gücüne sahip bir yazar ve kişisel gelişimin “öncüsü” Aldous Huxley, kendisine “Varoluşumuzu düzeltmek için en etkili teknik nedir?” diye sorulduğunda: “Kendini biraz daha nazik kılmak” diye yanıtlamıştır... Psychologies’ten çeviren: EMRE ÇAĞATAY Kültür merkezlerime ne oldu? Aylin Kotil er geçen gün daha fazla alışveriş merkezi gözüme çarpmaya başladı. Aslında çarpmakla kalmayıp, beni rahatsız etmeye de başladı. Alışveriş merkezlerine hiçbir zaman ısınamadığımdan mıdır bilemiyorum?.. Bana hep çok kasvetli gelirler. Kasvetli, yüzeysel, mekanik, havasız ve kapana kısılmış gibi… Açıkta, cadde üzerlerinde, ara sokaklarda duran dükkânlar hep daha sempatik gelmiştir bana. Ancak herkesin benim gibi düşünmediği ortada. Yoksa bütün trafiği duman etmelerine rağmen kilometrekareye bu kadar çok alışveriş merkezi açtırmazlardı herhalde diye düşünüyorum! Merak ettiğim bunlar bu kadar peş peşe açılırken neden bir tiyatro salonu açılmaz? Hele de İstanbul’da? Son yıllarda açılan bir tane doğru dürüst kültür merkezi var, onun da girişindeki marketimsi şey (başka bir isim bulamadım) beni oldukça rahatsız ediyor. Özenmiyor hatta imrenmiyor değilim gelişmiş ülkelerdeki salonlara. Sadece konser verilen salonlar, sadece bale gösterisi yapılan salonlar, sadece tiyatro sahnelenen salonlar… Ülkemizde böyle bir bolluk olmadığından tiyatro, konser, bale hep H aynı sahnede sergileniyor maalesef. Farklı akustikler gerektirse de. Hal böyleyken alışveriş merkezleri gözüme daha bir çok batıyor. Hayal ediyorum bağımsız koskoca bir konser binasını, hemen ötesinde tiyatro salonlarını, kapısında kuyruk olan insanları… Girişinde market olmayan, alışveriş merkezinin içinde olmayan hatta bir iş hanının bodrumunda olmayan tiyatro salonlarını… Hayal ediyorum… Kültür merkezi adı altında açılıp da düğün salonu veya köy derneği toplantıları yapılmayan gerçek kültür merkezlerini gözüm arıyor. Geri dönüşümü az olmalı ki bir türlü yapılamıyor. Çocuklarımıza da tiyatroyu, konseri aşılayamıyoruz. Sene sonu gösterileri artık sadece anaokullarında kaldı. İlkokula giden çocuklar sadece ezber öğreniyorlar! Tiyatro kolları boş geçen derslere eş değer oldu. Arkasında kültür ve sanat eseri bırakan siyasiler azaldı. Onların yerini cami ve spor sahası yapanlar aldı. Spor derken de sadece futbol sahası! İşin en acı yanı iktidarın yaşama bakış açısı sol tandanslı siyasileri de etkisine aldı. Onlarda aradaki farkı unuttu ve sergileyemediler. Unuttuklarından mı yoksa geriye dönüşü olmadığından mı aslında o da tartışılır… İyi pazarlar. [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle