02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

R PAZAR 9 11/1/07 16:14 Page 1 PAZAR EKİ 9 CMYK 14 OCAK 2007 / SAYI 1086 9 PAZAR SÖYLEŞİLERİ Çevbir’in çağrısı Ataol Behramoğlu Çileli bir iştir çevirmenlik. Özellikle de yazınsal (edebi) ürün çevirmenliği. Bilimsel metin çevirilerini de bu gruba katmalıyız. Yazınsal bir metnin (şiiröyküroman) vb. çevirisinde, öncelikle, çevrilen yapıtın üslup özelliklerini yansıtmanız gerekir. “Doğru çeviri” olgusundan, onu da kapsamakla birlikte, daha farklı ve geniş bir kavramdır bu. Bu anlamda da, kimi kez olanaksız dedirtecek kadar güç bir iştir çevirmenlik. Bir yaratıcılıktır. Bilimsel metinlerin çevirisinde de (yazarına göre) üslup özelliklerinin de aktarılması önem taşınmakla birlikte, bu alanda asıl sorun kavramlara ilişkindir. Herhangi bir bilim alanında herhangi bir kavramın dilimize aktarılması çevirmene çoğu kez kök söktürür. Türkçemizin, bilimsel metinlerin genellikle yazıldığı Batı ülkeleri dillerinden farklı bir dil grubundan oluşu, bilimsel kavramlar alanında epeyce yol alınmakla birlikte istenilen düzeye henüz ulaşılamamış olunması gibi etkenler, bu türden yapıtların çevirmeni önünde aşılması kimi kez olanaksız engellerdir. Birkaç gün önce elektronik postayla gelen bir mektup bana bu konuları bir kez daha düşündürdü. O bizim dostumuz 1898 ilkbaharında, dönemin Tümen Komutanı ve Osmanlı Sultanı II. Abdülhamit’in yaveri Enver Paşa, Kübalı yurtseverlerin başlattıkları bağımsızlık savaşından haberdar olmak üzere, Sultan’ın Özel Elçisi olarak Havana’da dolaşırken; yeğeninin torunu, Nâzım Hikmet’in, tamamen farklı görevle, 60 yıl sonra, Fidel Castro’nun öncülüğünü yaptığı halk ayaklanmasının ardından, nihayet ulaşılan gerçek ve yeni bağımsızlığı haykırmak üzere, bir gün aynı şehri ziyaret edeceğini hayal bile edemezdi. Yine bir ilkbaharda, ama 1961 senesinde, büyük Türk şairinin gerçekleştirdiği ziyaret, erken yaşta aramızdan ayrılması nedeniyle, çok büyük bir ihtimalle büyük bir özlem duyduğu, dostluğunu ve tüm aşkını göstermeye vaktinin yetmediği dâhiyane halk devrimine adadığı, devrimci iyimserliğinin, gerçek bir şiiri olan “Havana Röportajı” adlı eseriyle baki kaldı. Ayrıca, bu dostluğun diğer bir sembolü olarak, evrensel ve ölümsüz eserlerin sahibi eşsiz şairin anısını ölümsüzleştirmek amacıyla, Havana’daki bir parka büstü konuldu. Ernesto Gomez Abascal / Küba Büyükelçisi Nâzım, Nicholas Guillen (Nâzım’a eğilerek bir şey söyleyen) ve Kübalı aydınlarla birlikte. Nâzım Küba’da... Rüçhan Akcan Selim Nâzım Hikmet’in 105. doğum günü vesilesiyle yine farklı platformlarda etkinlikler düzenleniyor. Bunlardan biri de Kadıköy Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde (NHKM), N Mektup, Çevirmenler Birliği, kısaltılmış adıyla Çevbir’den. Yönetim Kurulu adına Tuncay Birkan’ın imzaladığı mektupta, “sadece kitap çevirmenlerinin özgül sorunları üzerine odaklanacak meslek birliği Çevbir’in kurulduğu, birkaç ay içinde bu konularda önemli adımlar atıldığı” bildiriliyor. Neler midir kitap çevirmenlerinin özgül sorunları: Öncelikle telif sorunları. Yanı sıra, yaşam ve sağlık sigortası olanaklarından yoksunluk. Ve mektuptaki anlatımla “kitap çevirmenlerinin görünürlüğünü ve saygınlığını arttırma”… Kendi adıma konuşacak olursam, (şiir, öykü, roman vb.) imzaladığım çevirilerime de, şiirlerim kadar, bazen onlardan da daha çok değer veririm. Tıpkı şiirlerim gibi, onlar da benim yaratıcı ürünlerimdir. Zaten başka türlü yazınsal ya da bilimsel çeviri yapılması da mümkün değildir. Özetle, mekanik bir aktarım işi değildir bu. Ve böyle olmakla birlikte, çevirmenlik emeği, edebiyat yaşamında “üvey evlat”, ikinci sınıf bir iş gibi algılanagelmiştir. Ben yukarıdaki sorunlara bir de çeviri hırsızlığı, çeviri yağması konusunu eklemek isterim… Şu anda da, benim bir çevirimin çalınarak başka bir isimle yayımlanmasıyla ilgili açtığım bir dava sürmekte. Özellikle klasikler alanında bu hırsızlık ve yağma, hiçbir ölçü tanımayan bir ahlâksızlık düzeyinde sürmektedir. Çevbir’in izlemesi gereken en önemli çevirmenlik sorunlarından biri de öyle sanıyorum ki budur. www.cevbir.org sitesi ziyaret edilerek bilgi alınabilecek dernek, en büyük destek ve katılımı doğal olarak kitap çevirmenlerinden bekliyor. Kuruluşunu kutladığım, başarılar dilediğim Çevbir, bütün çalışmalarında beni her zaman yanında görecektir. Özellikle, içlerinden biri olduğum yazarçevirmenler, Çevbiri’i yürekten desteklemeli, çabalarına omuz vermelidir. [email protected] âzım Hikmet’in, 1961’de Küba’ya yaptığı ziyaretin ürünü şiiri “Havana Röportajı”ndan, şaire sempati duyan herkesin belleğinde bir iki dize de olsa kalmıştır mutlaka. İşte bu uzun şiir şimdi bir belgesel. Türkiye Komünist Partisi ve Küba Komünist Partisi arasında imzalanan Kültürel İşbirliği Protokolü uyarınca hazırlanan belgeselin yönetmeni Çağrı Kınıkoğlu. Sorduk, yanıtladı. Bu çalışma ile, öncelikle neydi amaçladığınız? Günümüz dünyasında emekçi halklara ve aslında tüm insanlığa dayatılanların nasıl aşılacağının anahtarlarını sunuyor bize Nâzım ve Küba. Nâzım’ın da, Küba’nın da ortak hayalini Nâzım’ın dizeleriyle ifade edebiliriz: “Çocukların birer kırmızı elma gibi güldükleri” bir dünyayı özlüyoruz. Küba’da çocuklar böyle gülüyorlar. Ne çocuk pornografisi, ne çocuk işçiler, ne toplumsal yabancılaşma… Küba’da tanıştığımız bir emekli ziraat mühendisi Türkiye’deki çocukları sormuştu bize ilk soru olarak. Durumu anlattığımızda “ne yazık, oysa çocukların Küba’daki tek ödevi oyun oynamak ve ders çalışmaktır” demişti. Oyun oynar gibi çalışmanın ve yaşamanın tek insanlık ödevi olduğu bir dünyaya nasıl ulaşacağımızı Nâzım ve Küba üzerinden anlatmak istedik. Film, ağırlıklı olarak Nâzım’ı tanıyan Kübalı aydınlarla yapılmış görüşmelere dayanıyor. Nasıl bir yol izlediniz? Evet aydınlar, ama sadece onlar değil. Filmde, 1961 yılında Küba’ya yaptığı seyahatte Nâzım’la tanışmış olan kimi şair ve yazarlarla yaptığımız görüşmeler üzerinden Nâzım’daki Küba’yı ve Küba’daki Nâzım’ı anlatmaya çalışıyoruz. Bu çerçevede, aralarında Lisandro Otero, Pablo Çağrı Kınıkoğlu (solda). Armando Fernandez, Fotoğraf: Kadri Erdem “Nâzım Haftası” kapsamında yapılacak bir film gösterimi. NHKM ve ICAIC (Küba Sanatlar ve Sinema Enstitüsü) ortak çalışması bir belgesel: “Nâzım Küba’da”... Kurgusu büyük ölçüde tamamlanan filmin bir prototipi 16 Ocak’ta, NHKM’de görülebilir… “Havana Röportajı” şiirinin Küba’da basılmış hali. Miguel Barnet gibi Nâzım’la tanışmış veya Guillermo Rodriguez, Waldo Leyva gibi Nâzım’ın edebiyatını iyi bilen veya Nâzım’ın şiirleriyle tanıştıktan sonra edebiyata yönelen çok sayıda Kübalı aydın ve sanatçıyla görüştük. Kübalı komünist şair Nicholas Guillen’in torunu ve Guillen Vakfı yöneticisi Nicholas Guillen ile Guillen ve Nâzım’ın dostluğu üzerine; Raul Valdes Vivo ile Karayipler’de bir sosyalist ülke olmanın ne anlama geldiğini konuştuk. Bunun yanı sıra Kübalı gençler ve çocuklarla görüşmeler yaptık. Film, NHKM ve ICAIC ortak yapımı. Nasıldı çalışma ortamınız, uyumunuz? Çekimler için Havana merkezli bir çalışma yaptık. Kübalı ekibin özverili çalışmasını ve harika mesai arkadaşlıklarını anmadan geçmek hata olur. Başta Küba Büyükelçiliği; filmin yönetiminde Gloria Rolando, yapımın örgütlenmesinde Denis Valle çok ciddi bir emek verdiler bu projeye. Çekimlerde görev alan diğer Kübalı arkadaşlar da… Belgeselden bir görüntü, Küba’da 1 Mayıs... Çekimler sonrası, yapımın Türkiye ayağında da kolektif bir çalışma yaptınız sanırım. Amaçlarımızdan biri de sinemanın kolektif karakterini ortaya koymaktı. Emin İgüs, Vedat Sakman, Ayşe Tütüncü gibi müzisyen dostlarımız; Metin Coşkun, Orhan Aydın gibi tiyatrocu dostlarımız, önerilerini ve fikirlerini esirgemediler. Metin Coşkun seslendirmeyi üstlendi, Ayşe Tütüncü kimi uyarlamaları ve besteleriyle filmin müziklerine katkı koydu, ufkumuzu genişletti. Bu işbirliği en sevindirici şeylerden biri bizim için. Yine Nâzım’ın sözleriyle, "Dostların arasında, güneşin sofrasında söylenen bir türkü" oldu bu filmin yapım süreci! Umarız, izleyicilere bunu da aksettirebiliriz. Film ne zaman gösterime girecek? Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’ndeki “Nâzım Haftası” kapsamında 16 Ocak’ta gösterilecek olan “Havana Röportajı” adlı 2005 yılı yapımı bir başka filmimizin yeni kurgusunda, bu çekimlerden kimi bölümleri de göstereceğiz… CHP’ye gönül veren kadınlar... Aylin Kotil eçen hafta gündemi eş durumu meşgul etti. Herkesin kişisel tercihidir, kimsenin kimseyi kişisel tercihinden dolayı yermeye hakkı yoktur. Bu da bir bireyin kendi özgürlük sınırını koruma çabasıdır. Çünkü tanınmakla birlikte birçok özgürlük biçimine de veda edersiniz. Ancak olayın farklı bir boyutu var: CHP bugün örgütsel anlamda kadınlarıyla var olmuş olabilseydi bu konu gündeme bile gelemezdi. Anadolu’da bugün hâlâ CHP’li kadınlar erkeklere göre iki kat çaba sarf ederek bir yerlere gelmeye çalışmaktadır. Hâlâ “kadındır” mantığıyla sözleri çok fazla dinlenmemektedir. Partinin kurulduğu ilk yıllardan bu yana kadın politikacılarda bir artış olmadığı gibi, kadınlar yerelde ve genelde erkek hegamonyasından sıyrılamamaktadır. Birçoğu sadece seçim zamanlarında yardımcı eleman olarak başvurulan kişiler anlamında siyaset sahnesinde yer alabilmektedir. CHP bugün kadınlarıyla, erkeklerde olduğu gibi, fiiliyatta da eşit konumda olabilseydi, Nimet Çubukçu bu sözleri söyleme cesaretini kendinde bulamazdı. G CHP Kadın Kolları’nın etkinliklerinden... Sivil toplum örgütlerini bu konu için göreve çağıran Baykal da buna gerek duymaz, kendi bünyesindeki partili kadınlardan gerekli desteği zaten görürdü. Ancak ne ekerseniz onu biçersiniz. Tek adamlığa oynarken parti içindeki kadınların da sesini kısarsanız gün gelip de desteğe ihtiyacınız olan konularda dahi yanınızda bir kişi bile bulamazsınız. Kendi yol arkadaşlarınız dururken dışardan destek alacak konuma gelirsiniz. Ayrıca sosyal demokrat bir erkek kendini savunma hakkını eşinin elinden alır ve onun yerine konuşursa durum çok daha acıklı bir hal alır. Ancak gerekli kişiler bunu bir uyarı olarak algılar ve yeniden bir yapılanmaya giderlerse durum toparlanabilir. Kadınlara hak ettikleri değeri oy kaygısıyla değil, buna gerçekten inandıkları için verirlerse CHP, kendini diğerlerinden farklı konuma sokabilir. Ona küskün binlerce kadının gönlünü partiye hiçbir emeği geçmemiş kişilere akşamdan sabaha unvan vererek değil, yıllarını bu partiye vermiş, çoluğundan çocuğundan zaman çalarak zor şartlarda politika üretmeye çalışmış kadınlara yer vermekle tekrar kazanabilir. Çünkü Anadolu’da olsun, büyük şehirlerde olsun, partili kadınlar erkeklerden çok daha fazla emek harcayarak politika üretmeye çalışırken, zaten az kadın kontenjanı barındıran partisinin hiç emek vermemiş kadınlara yer vermesiyle bir kez daha kırılmaktalar ve incinmektedirler. CHP’nin bunu bir milat kabul edip kadının sesini duyuracak platformları başkalarına gerek kalmadan kendi bünyesinde hazırlaması gerekmektedir. İyi pazarlar. [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle