Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
PAZAR EKİ 4 CMYK 4 17 EYLÜL 2006 / SAYI 1069 Güneye, daha güneye, Şili’ye... Plaza de las Armas panayır yeri gibi bir meydan (sağ üstte). Fiyordların arasında, kargo gemisiyle Puerto Natales’e gitmek donmuş bir cennetin içinden geçmek gibiydi (ortada). Yol üzerindeki köylerde, balıkçılıkla geçinen, dünyanın en yalnız insanları yaşıyor (altta). Penguenler de turizm potansiyelinin bir parçası. Turistler için vazgeçilmez bir görüntü bu. Akdeniz iklimiyle buzulları aynı coğrafyada görmek mümkün mü? Evet. Bu ülke, dünyanın en güneyindeki Şili... Bakir güzellikleri, hâlâ karanlık siyasi tarihinin gölgesinde. Kentleri yoksul, bakımsız, karanlık, insanları acılı, ta 11 Eylül 1973’ten beri! ekleme ve aktarmaları hariç on sekiz saat süren uçak yolculuğunun ardından Santiago de Chile’ye indiğimde sanki zaman içinde bir yolculuk yapmış, 1980’lerin İstanbul’una gelmiştim: dökülen havaalanı, yolcuları karşılamaya gelmiş birbiri üstüne yığılan kalabalık, uzun kuyruklar, suratsız polisler, insanın yanına yaklaşıp merkeze en ucuza kendisinin götüreceğini söyleyerek müşteri kapmaya çalışan kaçak taksiler... Havaalanının eternit çatılı, açık otoparkından bindiğim eski püskü Chevrolet de dahil her şeye “retro/eskiye dönüş” bir hava hâkimdi. Dönerken sadece havaalanının değil, karış karış gezip çok sevdiğim Şili’nin bütününün “retro” bir ülke olduğunu düşünüyordum! Santiago, su kıyısında olmayan bir başkent. Ilıman bir iklimi var. And dağlarının eteklerindeki konumu nedeniyle müthiş bir hava kirliliğinden mustarip. Araçlar tekçift plaka uygulamasıyla trafiğe çıkıyorlar. Buna karşın evlerde hemen hiç ısıtma kullanılmıyor. Yanında kaldığım Cecilia, kiralık evinin odalarını kiralayarak iki çocuğunu bü B Pınar Savaş Fotoğraflar: Pınar Savaş Üniversiteye giriş sınavla ve bu sınava öğrenci hazırlayan dersaneler servet kazanıyor! Konuştuğum gençlerin çoğu ya ABD ya da Avrupa’ya kapağı atmayı tek çıkış yolu olarak görüyorlar. Sağlık sisteminin de eğitim isteminden pek farklı olmadığını öğrendim. Şili’nin ana geçim kaynağı bakır. Dünyanın bir numaralı bakır üreticisi. Başlıca ticareti ABD ile ancak ABD bakırı işlenmiş olarak almıyor, bu da Şili’nin ciddi anlamda gelir kaybetmesine neden oluyor. Oysa, sekseni aşkın milli parkı, Patagonya buzulları, Tierra del Fuego, kuzeyindeki dünyanın en kurak yeri olan Atacama Çölü’yle; penguenleri, fokları ve daha nice akıllara durgunluk veren flora ve fauna zenginliğiyle bakîr Şili, akıllı bir planlama ve yerinde yatırımlarla dünyanın en çok turist çeken ülkelerinden biri olabilir. Kaybedilenlerin yakınları bugün de adalet arıyor... Bu duvarda dünyanın seçimle işbaşına gelen ilk Marksist başkanına ve çalışma arkadaşlarına sıkılan kurşunların ve saldırının izleri olduğu gibi duruyor. Santiago yoksul, bakımsız, hüzünlü ve karanlık bir kent. Başta Peru ve Bolivya olmak üzere, daha yoksul öbür Latin Amerika ülkelerinden çok göç aldığı belli. Kent sokaklarına biraz aşina olunca sınıflar arasındaki müthiş uçurumu görmemek mümkün değil. Kentin ana meydanı “Plaza de las Armas” halkın çoluk çocuk gezintiye çıktığı, türlü marifetlerini sergileyerek para toplamaya çalıştığı, Perulu müzisyenlerin And dağlarının tempolu ve hüzünlü müziğiyle ortalığı inlettiği; dilencileri, başıboş sokak köpeği sürüleriyle bir panayır yeri gibi. Şilili gençler kilise kapılarından bile esirgemedikleri grafiti benzeri karalamalar, düşük belli pantolonları ve “piercing”leriyle çağdaşlarını izlemeye çalışıyorlarsa da, yıllar öncesinden kalma punk tarzları ve yeni yeni kotarmaya çalıştıkları breakdance figürleriyle insanın yüreğine dokunaklı bir sıcaklık yayıyorlar. Kısa süre önce olaysız geçtiği iddia edilen öğrenci gösterileri sırasında istisnasız tüm vitrinlerin kırıldığı bir caddede yürürken Cecilia’ya “Zenginler nerede?” diye sorduğumda gülerek, “Kayaktalar. Buralarda takılmazlar,” yanıtını verdi. Hayattaki en büyük kaygısı iki çocuğunun geleceği olan Cecilia’nın anlattıklarından ülkenin eğitim sisteminin aynı Türkiye’ninki gibi olduğunu çıkardım. İyi okulların tümü paralı, devlet okullarındaysa durum acınası. lıyor ya da ısıtmasızlar. Birkaç alışveriş merkezi ve taksitli satış imkânı dışında, “kent” anlamında sakinlerine pek bir şey sunmuyorlar. Çoğunda belediye hizmetleri yetersiz. Bu bölge Mapuche yerlilerinin toprakları, çoğunlukla tarımla geçinilen yerler. Bölgede hatırı sayılır bir Alman nüfusu var. 1800’lerin ortalarında, nüfusu artırmak için Devlet Başkanı Manuel Montt Torres’in desteğiyle bölgeye gelmesi teşvik edilen Alman göçmenlere II. Dünya Savaşı’ndan sonra buraya kaçan Almanlar da eklenmiş. Arjantin’de Peron’un pasaport verdiği on bin Nazi’den söz ediliyor. Savaş suçlusu olarak aranmaya başlayınca Andların ardındaki ulaşılmaz Şili’ye kaçan, sonra da Pinochet’in desteğini alan Nazilerle ilgili hâlâ karanlık öyküler anlatılıyor. Kargo gemisiyle fiyordların arasından Puerto Natales’e yaptığımız üç günlük yolculuk donmuş bir cennetin içinden geçmeyi andırıyordu. Dünyanın en yalnız insanlarını gördüm: Seyrek uğrayan bu geminin yolu üzerindeki biriki köyde, balıkçılıkla geçinen, kara ulaşımı, elektriği, akar suyu, televizyonu olmayan birkaç yüz kişi. Hava sıcaklığının eksi on beşleri bulduğu bu yolculuğun ana hedefi granit “dişleri”, buzul gölleri ve donmuş güzelliğiyle gerçekten soluk kesici bir yer olan Torres del Paine’ye ulaşmaktı. Puerto Natales’ten biraz daha güneydeki Punta Arenas’tan daha güneyeyse kara yolu yok! Pinochet’in ısrarıyla müthiş paralara ve insan hayatına malolarak yapılan “Ruta Austral” var, ama yolun açık kaldığı mevsim çok kısa olduğu gibi, ancak 4x4lerle gidilebiliyor. Kuzeye, yeniden Santiago’ya çıkmanınsa gemi hariç iki yolu var: Uçak ya da otobüs. Otobüsü seçince, Şili fiyordlarının arasında yol olmadığı için Arjantin’e geçmek, Pampa’da otuz altı saatlik zorlu bir serüvenin ardından tekrar Şili’ye girmek, sürgiden doğalgaz savaşları nedeniyle birbirleriyle pek de iyi geçinemeyen bu iki komşunun gümrüklerinde bir süre hırpalanmak gerekiyor. Şili her şeyin jandarmadan sorulduğu bir ülke. Bir başka ilgi çekici şey de, bilet almak gibi en basit işlemler için bile durmadan pasaport numaranız dahil secerenizin sorulması. Bu, belki de uzun yıllar süren diktatörlük döneminden kalma, kimsenin değiştirmeyi henüz akıl etmediği, artık işlerliğini yitirmiş bir kontrol mekanizması. ??? NAZİLERİN KARANLIK ÖYKÜLERİ... Santiago’dan sonra otobüsle güneye indik. Otobüslerin son derece düzgün işlediği Şili’de tümü özelleştirilmiş otobanlar da insanı kıskandıracak nitelikte. Demiryolu hemen hiç yok! Bir kargo gemisiyle dünyanın en güneyine doğru yola çıkmadan önce Temuco’da ve başkentten 1100 km. uzaklıktaki Puerto Montt’ta kaldık. 17 milyon nüfuslu Şili’nin büyük kentlerinden sayılan bu “kent”lerin hepsinin istisnasız “Plaza de las Armas” adında ağaçlıklı ve büyük bir meydanı var. Yüksek yapı hemen hemen hiç yok. Evler genellikle ahşap ya soba yakı yütmeye çalışan genç bir kadın. Şili’de asgari ücret yaklaşık 200 dolar civarında. Bachelet hükümeti günde 7,5 saat çalışma yasasını çıkarmış olsa da, işverenlerin aldırdığı söylenemez. Günde 12 saat çalışıp ayda 200 dolar kazanmaya akılları yatmayan Şilililer, başta evlerinin odalarını kiralamak üzere, muhtelif alternatif geçim kaynakları yaratmışlar.. Ayağımın tozuyla Moneda Sarayı’nı gezmeye gittim. Geniş avlulu, sade, “saray” görkeminden uzak mütevazı bir yapı. Sarayın dışında Salvador Allende’nin heykeli var. Pinochet, iktidarı sırasında sarayın ön cephesine kendi heykelini yaptırdıysa da, sonradan yıkılarak yerine bir havuz kondurulmuş. Sarayı yetmişli yılların filmlerinden fırlama üniformalarıyla, nedense yaşı hayli geçkin askerler bekliyor. Sanki emekli askerler saray muhafızlığına atanmış gibi! 1973’teki darbede epey yara alan saray sonradan restore edilmiş ama sağ cephesi olduğu gibi bırakılmış. Şili, dünyanın seçimle işbaşına gelen Marksist başkanı Salvador Allende’yle bir yol ayrımına gelmişti. 11 Eylül 1973’te, Pinochet darbe yaptı ve ülkenin seyri değişti...