Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
PAZAR EKİ 10 CMYK 10 17 EYLÜL 2006 / SAYI 1069 Yüreklerimizde “BAKİ” kalan “Sessizlerin sesi, kimsesizlerin kimsesi”... Gazeteciyazar Baki Koşar’ı en iyi bu cümle anlatıyor. Plazalarda uzun süre çalışamama nedenlerinden biri de işte Koşar’ın bu tercihiydi. Haberlerinin konuları Batman’da kadın intiharları, işsizlik, kültürel yağma, boşaltılan köyler oldu... Geçen şubatta öldürüldü, o şimdi bir kitapta, “Dicle’nin Gözyaşları”nda! Gülbin Özbey aki Koşar... 1970 Batman doğumlu... Gazeteci... TV muhabiri... Yazar... Kader Otelinde Bir Aşk Cinayeti, üç kitabından biri... O şimdi yazdığı öykünün içinde yaşıyor... O tıpkı hikâyesindeki gibi bir aşk cinayetinin ya da gazetelerin tabirine göre bir eşcinsel (!) cinayetinin kurbanı... İnternette tanıştığı bir âşığın bıçak darbeleriyle hayatını yitirdi o... O olsaydı bu habere “Aşkı için öldü” başlığını atabilirdi belki de... Şimdi 42 isim bu cinayete dikkat çekmek için bir araya geldi. Cinayet kurbanı Baki Koşar’ı “Dicle’nin Gözyaşları” adlı kitapta yazdılar. “Babıâli”den bir kuyruklu yıldız gibi kaymıştı Koşar... Ardında başarılı bir gazeteci mirası ve pek çok dost bırakarak... Reyhan Yıldız da böyle kadim dostlarından biriydi iki arkadaşıyla birlikte Baki’yi, öteki bakilere anlatmak üzere zor bir göreve soyundu... Lawrence Durrell “Kendi felaketimizi kendi ellerimizle hazırlarız; bizim parmak izlerimizi taşırlar” demişti. Ne yazık ki Baki’nin ölüm şeklini yaşam şekli belirledi. Seçtiği yaşamın bedelini de çok acı, ama bu şekilde ödedi. Yapacak çok haberi, yazacak çok kitabı, söyleyecek çok sözü olan birinin bu nedenle ve bu şekilde öldürülmesi karşısında sessiz kalır, bir süre sonra da unutur gidersiniz. Ya da bunun karşısında durur, elinizden gelen şey neyse onu yaparsınız. Bizim elimizden gelen buydu. Kalemlerimizden başka silahımız yok. KİTABIN GELİRİ AİLESİNE... Kimler yazdı Baki Koşar için? Önsözünü yazmak nezaket ve ‘cesaretini’ Doğan Hızlan gösterdi, bizi kırmadı sağolsun. Diclenin Gözyaşları’nda Solmaz Kamuran, Perihan Mağden, Nihan Taştekin, Emine Çaykara, Ece Temelkuran, İpek Çalışlar, Oral Çalışlar, Mert Özmen, İnci Hekimoğlu, Sevin Okyay, Ersin Kalkan, Handan Öztürk, Fikri Nazif Ayyıldız, Celal Başlangıç, Ferhat Uludere gibi gazeteciyazarların yazıları var. Baki’yi lise yıllarından beri tanıyan Batman Çağdaş gazetesinin sahibi Arif Arslan, Hami Çağdaş ve Cem Erciyes gibi tanınmış gazeteciler, ressam Nihal Güres ile Pınar Selek, Ayten Görgün, Sinem İnce gibi akademisyenler kitap için yazdılar. Yine Baki ile gazete ya da televizyonlarda çalışmış Ayşenur Yazıcı, Candan Yıldız, Deniz Gökçe, Fuat Uğur, Füsun Altınok, Göksan Göktaş, İlkin Sungu, Nur Nirven, Oğuz Durmaz, Sayım Çınar, Saynur Çetiner, Tülay Yavuz, Yurdaer Erkoca’yı ekleyebilirim. Baki’nin iki yakın arkadaşı Avni Yanıkoğlu, Mustafa Korkmaz, Turuncu Medya’nın sahibi ve aynı zamanda yazar olan, Baki’nin de Kader Otelinde Bir Aşk Cinayeti ve Tarkuşu romanlarını yayımlayan Tunç Erden Yakar, yönetmen Tayfun Pirselimoğlu yazı aldığımız isimler arasında. Habertürk Genel Yayın Yönetmeni Melih Meriç; kitap için yazmanın dışında Baki için hazırladığımız belgeseli de yayımlamayı kabul ederek bize cesaret verdi. Bir de Fikri Bey’in annesi, Nokta’da çalıştığı zamanlarda Baki’yi birçok kez evinde konuk etmiş Sevim Ayyıldız’ı ekleyebilirim. Erko Yayıncılık’ın sahiplerinin de kitap fiyatını yükseltmeyerek dayanışmayı paranın önüne koymasını da göz ardı etmemeliyiz. Kitabın geliri Baki’nin Batman’da yaşayan ailesine bırakılacak, dolayısıyla satışı azaltabilecek yükseklikte bir fiyat olmaması bizim için çok önemliydi. Eleştiren oldu mu? Bu kitap bir güzelleme değil, içinde eleştiri diyemeyeceğimiz ama Baki ve Türk Basını ile ilgili yapılmış çok yerinde tesbitler, zekice gözlemler, gülümseten anılar var. Özellikle Nihan Taştekin, Fikri Nazif Ayyıldız ve Tunç Erden Yakar’ın yazıları bu kapsamda ilk aklıma gelenler. B Baki Koşar ile ilgili bu kitap projesi nasıl doğdu? “Dicle’nin Gözyaşları” 42 ismin bir araya gelmesiyle oluştu. Bu isimleri bir araya getiren de, kitabı yayımlayacak yayınevinin bulunmasından, kapak tasarımının, yazıla rın tashihinin, sayfa düzenlerinin yapılmasına her aşamasında emeği olan üç kişi. Nokta dergisi eski Genel Yayın Yönetmeni Fikri Nazif Ayyıldız ve gazeteci yazar ajanı Sayım Çınar, bir de ben. Galiba en önemli kaygımız, bu cinayete dikkat çekmek, Baki’nin ismini ve ölümünü unutturmamaktı. Çünkü kitap fikri Baki’nin ölümünden sonraki bir hafta içinde şekillendi ve o sırada hepimiz faili ya da faillerinin bulunması konusunda çok endişeliydik. Bir neden daha var; ailesi İstanbul’a gelmiş, Adli Tıp’tan alınan cenaze bir camideki bir avuç insanın kıldığı namazın ardından ambulansla Batman’a götürülmüş. O sırada ben ve Baki’nin birçok arkadaşı birbirimizi, gazeteleri, televizyonları arayarak cenaze ne zaman, nereden kalkacak onu öğrenmeye çalışıyorduk. Ama maalesef ambulans yola çıktıktan sonra haberini alabildik. Baki’nin bu kadar yalnız ölmesi kadar, bu kadar yalnız “gitmesi” çok üzücüydü. Eminim ailesi “15 yıldır yaşadığı bir şehirde, bu kadar az mı arkadaşı seveni vardı” diye düşünmüş ve üzülmüşlerdir. Belki de biz onlara Baki’yi ne kadar çok sevdiğimizi, böylesine hümanist bir insan, bu kadar iyi bir gazeteci ve önemli bir yazar olduğu için Baki ile gurur duy maları gerektiğini göstermek istedik. Bu kitap Batman’a gönderdiğimiz bir selamdır, inanıyorum ki bu selam yerini bulacak. Kitapta Baki Koşar’ın hangi özellikleri üzerinde duruluyor? Celal Başlangıç “Sessizlerin sesi, kimsesizlerin kimsesiydi” demişti, işte bunun için Baki Koşar. O, Batmanlı bir Kürttü ama Batman’daki kadın intiharlarını, Güneydoğu’daki işsizliği, Hasankeyf’teki kültürel yağmayı, boşaltılan köyleri, terörün karşılıklı açtığı yaraları dile getirmesinin ardında onun Kürt kimliği değil, muhalif bir gazeteci olması, yeryüzündeki bütün insanlık dramlarına duyarlı bir insan olması yatar bana göre. Hani Marcos CIA’in çıkardığı “eşcinsel” dedikoduları kendisine hatırlatıldığında “Evet, Marcos Harlem’de bir zenci, Polonya’da bir Yahudi... New York’ta da bir eşcinseldir” şeklinde bir yanıt vermişti ya; ilk kitabını “yeryüzünün bütün azınlıklarına adayan” Baki de öyle. Kitapta da Baki bu çerçevede değerlendiriliyor. Baki Koşar’ın ölüm şekli mi size bu kitabı hazırlattı, yaşam şekli mi? Kadınlar Tuvaleti Ceyda Aşar’ın öykülerini topladığı “Kadınlar Tuvaleti”nde kahramanlar yalnız, huzursuz, bırakmaya ya da gitmeye her an hazır olan, savrulmayı göze alamayan ya da hiçbir şeyi onarmak istemeyen kadınlar... Aşar, kahramanlarını, bazen histerik duygularla da olsa tepki vermeye çağırıyor. Ertekin Akpınar ade gibi görünen bütün metinler sarsıcıdır da. B sınıfı filmler, tek bir enstrümanla söylenmeye çalışılan akordu bozuk şarkılar, konuşma balonları olmayan karikatürler, Syd Barrett’ın hayatı, tamamlanmamış resimler, başlandıktan sonra bitirilememiş figürler, Jean Rhys’ın insanı delik deşik eden romanları insanın önüne uçurumlar çıkarabilir. Başka ruhlara dokunmak çoğu zaman yaşadığımız hayattaki uçurumları kapama şansı sunmaz! Bir aidiyet duygusunun yitirilişidir bu. Kant, “aklımızın bizi mutluluğa götürmediği”ni söylediğinde, yeryüzünde ispatlanmamış bilim neredeyse kalmamıştı. Mutluluk, o gün “tuhaf bir hava”yı işaret ediyordu. Durum bugün de çok farklı değil! Ödev ve görev sorumluluğunun bizi mutlu etmediğini artık biliyoruz. Sınırları geçmek günümüz dünyasında hep bir bedel ödemeyi işaret ediyor. Bedel ödemek tam da bu nokta da bireyi acımazsızlaştıran en güçlü mevzi gibi duruyor. Artık yanlışlardan kurulmuş plazalar, doğrularla yıkılmış kötürüm binalar, ne söylediği çok önemli olmayan bilboardlar, anlamsız görüntülerle bir gerçeklik duygusu yaratılmaya çalışan diziler var. Sanki sürekli halüsinasyonlar gördüğümüz yapay bir gerçekliğin ortasındayız. S Kısacası, her şeyi bir çırpıda özetleyebileceğimiz yanlış bir çağın rüyasında gibiyiz. Her şey aslında, “miş gibi”, “gibi gibi”. Bütün bu sınıflamaları iyice kategorik hale getirmek pek mümkün değil. Çünkü Heidegger’in, “metin hakikatin projesidir” argümanı çok gerilerde kaldı. Hakikatin günümüzde bir “gerçeklik” projesi yok, o şimdi attığımız taşların yankısını duyduğumuz karanlık bir kuyu. Artık biliyoruz ki; hiçbir yanıt, bir sorunun anlamsızlığını içerecek kadar açıklayıcı değil. Ceyda Aşar’ın kadın kahramanlarında dikkat çeken en önemli nokta; yalnız, huzursuz, merkezde olmak isteyen ve orada yaşayan, bırakmaya ve gitmeye hemen hazır olan, savrulmayı göze alamayan, hiçbir şeyi onarmak istemeyen bir kadınlar topluluğu. Yazar aslına bakarsanız, Katherina Mansfield, Wirnia Woollf, Sevim Burak, Jean Rhys öykülerinin izlerini sürüyor. Karmaşık değil, düz yoldan giderek! Aşar’ın öyküleri ıssız bir otobanda yol almak gibi. Bazen soğuk, bazen sisli, bazen neşeli, bazen bıçak gibi keskin. Ama en çok kadın. Kadın olmanın bütün ruh halleri var Kadınlar Tuvaleti’nde. Fatih Özgüven’in yalnız yaşayan kadınlarla ilgili çok güzel bir açıklaması vardı. Şöyle demişti: “Yalnız yaşayan bütün kadınlar tatlı tatlı kaçırırlar”. Ceyda Aşar’ın kahramanları, kendi kendisine en acımasız davrandığı zamanlarda bile, kendilerini yanlış önermelerle anlatma zaafına düşmüyorlar. Her defasında kendi dünyalarına yaptıkları yolculuğu ya da kendilerine dair referansların kodları karışık değil. Yazar alttan alta kahramanlarına, aciz bir dünyanın, aciz duygularına karşı bazen histerik duygularla tepki vermesini istiyor. Bunun için de yeterli ve özenli sözcükler kullanıyor. TANRIÇANIN KİRİ Aşar’ın öykülerinde beden dil’i diyebileceğimiz hareket, jest ve eylemler var. Konuşma dili gereksiz ayrıntılardan ve anlam süslemelerinde uzak. Sağa sola yalpalamayan sert ve direkt bir dil var. Bu dil’in en önemli özelliği de hisse’lerin kıssa’ya dönüşmemesi. Yazarın, Kadınlar Tuvaleti’nde kullandığı anlatım biçimi, kendi varlığının anlamını bulmaya çalışan bir zenginliği işaret ediyor. Kitaptaki öyküler özellikle Tanrıçanın Kiri, Hayalet Aşk asla karalamaya gerek duymayacağınız mükemmel bir dil arayışının izlerini taşıyor. Okuyunca göreceksiniz ki, her öykünün bir rengi, müziği ve sesi var. Yazar kullandığı kitap boyunca kullandığı dil’i tıpkı bir jimnastikçi gibi senkronize ruh hareketleriyle hayata dönüştürüyor. İşte, karşınızda: Ceyda Aşar! RUHUNU YIRTMIŞ BİR YAZAR Yukarıdaki ayrımları kategorikleştirmeyen ama sınıflayan bir kitap var şimdi karşımızda: Kadınlar Tuvaleti. Yazarı, Ceyda Aşar. Kitap boyunca her öykü sakin ve gürültüsüz bir şekilde başlayıp, çağrışımlara, anlatının farklı kanallarına doğru akıp gidiyor. Her öykü kendi katmanları içerisinde, kendi yapısını yeniden üretiyor. Yazar, okuyucuyla metin arasındaki mesafeyi gittikçe yakınlaştırıyor. Ceyda Aşar’ın öykülerinde hiçbir öneri, hiçbir sorun ya da hiçbir yıkım çözümün olamayacağını işaret etmiyor. Kitaptaki on üç öykünün “ortak kaderi” tam da bu!