Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
PAZAR EKİ 2 CMYK 2 EDİTÖR’DEN nın bir kelime oyunundan ibaret olduğu zamanlarda büyüyen kuşaklarla, anı hayatın tek ve gerçek bilgisi gören kuşaklar arasında dayanılmaz, baş döndürücü bir uçurum var. Önceki kuşakların bütün dünyayı, insanlığı kucaklayan, derin, eskimeyen, unutuşa izin vermeyen, ille bir yüzleşme, hesaplaşma isteyen, sonraki kuşakların ise korkulu, boşluklu, sadece kendisini yakan, debelendikçe artan, çıkışsızlığın baştan kabullenildiği acılarının adı da “an”. Belki ikisi de öğreti, belki ikisi de iğreti, ama bugün için artık cirosu yüksek, bedeli ağır bir hayat bilgisi... Bu hayat bilgisinin tedavüle sokulduğu zamanla, dünyanın siyasi rotasının çizildiği zaman birbirine paralel. Biri diğerinin öğretisi. An, siyasi olduğu kadar, ekonomik bir “ihtiyaç”tan doğan küreselleşmenin sosyal ve psikolojik jargonu. Yüzünü geçmişe ya da geleceğe çeviren insana hızla tükettirmenin, tüketirken haz duyurmanın, böylece onu orada tutabilmenin imkânsızlığını kıran bir zaman bilgisine ihtiyaç vardı, ve an bir kez daha imdada yetişti... İnsan “an”ın kapanına sıkıştı. Volkan Aran, “Zamanın ortasına fırlatılmış insan” başlıklı yazısında insanın işte bu halini anlatıyor... Geçen hafta, “an”ın dışında kalan geniş, zorlu, acılı olayların yıldönümleriyle geçti. 11 Eylül, Şili darbesinin 33., İkiz Kuleler’in bombalanışının beşinci yıldönümüydü. 12 Eylül ise, Kenan Evren başkanlığındaki generallerin Türkiye’de yaptığı darbenin 26. yılı. Bu haftaki kapak konumuz Şili, ama bu kez Pinochet ülkenin ekonomik ve sosyal durumunun sorumlusu küçük, ama ağır bir figürü. Yani darbeyi değil, doğasıyla, gündelik yaşamıyla, ve elbette siyasi tarihin izleriyle bir buçuk ay kaldığı Şili’yi anlatıyor Pınar Savaş. İkiz Kuleler’in bombalanmasını ise 11 Eylül’den beş hafta sonra kendisiyle yapılan röportajda Derrida’nın verdiği yanıtlar ve bu yanıtlar üzerine değerlendirmelerle konu edindik. Cogito dergisinin düzenlediği “Terör ve Felsefe” konulu konferansa katılan Derrida uzmanı Prof. Dr. Michael Naas ile Nilüfer Zengin konuştu. Bu iki konu da “anı yaşamak” bilgisine nüfuz edenlerin dışında kalıyor elbette. Üstelik “an” başardığı depolitize ruhla, şimdi olanla da bir bağ kuramıyor. Diyarbakır’da, sekizi çocuk on kişinin öldüğü bombalama, bombanın tam da bir kez daha ateşkesin ve barışın talep edildiği zamanda patlatılması da bu yeni hayat bilgisinin dışında... Nasıl olsa, eylemi üstlenen “TİT” de unutulmuştu, değil mi? 17 EYLÜL 2006 / SAYI 1069 An’a ilişkin bütün tutumumuz, bulmaca çözerken, yukarıdan aşağıya ya da soldan sağa “En kısa zaman dilimi” sorusuna verdiğimiz yanıttı. Sonra “An” her şey oldu. Dijital makinelere ya da kameralı cep telefonlarına doldurulan, “Ferrarisi’ni Satan Bilge” ya da “Şimdi’nin Gücü”yle kışkırtılan bir “hayat bilgisi”. Bu bilgiye başkaları sızmıyor, yüzleşmeler, tarihin kırılmaları da... Bu öylesine bir “haz” hali ki, bir şey öğretmiyor da üstelik, hatta hazzın Fotoğraf: FATİH ERDOĞDU A kendisini de... Zamanın ortasına fırlatılmış insan! Volkan Aran E vlerdeki eski fotoğraf albümlerinin yerini, bilgisayarlardaki “resimlerim” klasörlerine kaydedilen dijital fotoğraflar alıp, arkasına not düşülmüş fotoğraflar, gerçek zamanlı bir cep telefonu iletisine dönüşürken zamana ve geçmişe yönelik algımız da değişiyor . Zaman karşısındaki tavrımız, “çıktığı” sevgilisinden ayrıldığından beri geçmişi unutmaya çalışan ergenleri çağrıştırıyor. Şimdiki zamanın hazları bize kendimizi unutturuyor, ama aynı zamanda, hayal kırıklıklarıyla dolu geçmişimizi ve bir anlam yükleyemediğimiz geleceği de... Artık uzak durulması gerekiyor siyasi bir konudaki mitingden ya da uzun vadeli çaba isteyen bir “dava” peşinde koşmaktan. Nasıl olsa artık mesajlar arabanın CD çalarından etrafa yayılan pop müziğin nakaratlarıyla veriliyor: “Aman unut her şeyi / Aman salla dertleri / Aman nasıl olursa yeni bir gün doğacak”... Bir başka kişisel gelişim kitabı “Şimdi’nin Gücü”nde verilen mesaj, kitap arkası metinde şöyle anlatılıyor: “Üstat Eckhart Tolle bilgelik dolu bu eserinde bilincimizde ve yaşamımızda mucizevi bir değişim yaratabilecek evrensel bir öğreti sunuyor. Tolle, tüm ıstırap, endişe ve korkularımızın, dolayısıyla mutsuzluğumuzun gerçek kaynağını çarpıcı bir biçimde gösterip, onu şimdi ve burada nasıl aşabileceğimizi, huzur ve mutluluğa hemen şimdi nasıl kavuşabileceğimizi, bilincimizi hemen şimdi dönüşüme uğratıp nasıl aydınlanabileceğimizi, gerçek Var’lığımızla hemen şimdi nasıl birleşebileceğimizi anlatıyor.” Bu öğretiye göre her şey insanın kendine ve etrafına bakış açısında gizli. Bilgelik sanıldığının aksine politik bir dünya görüşünü, etrafında ve dünyada olup biten ve insanları etkileyen konularda merak duymayı ve fikir sahibi olmayı hiç de gerektirmiyor. Bilgelik hayatın mucizelerine inanıp, kalbinin sesini dinlemekte ve büyük riskler alıp, bambaşka bir hayata yelken açmakta gizli! Hele de bu karar para kazanmayı ve başarılı biri olarak tanınmayı da sağlarsa o zaman oturup “bilgelik” kitabı yazma sırası insanın kendisine de gelebilir! Robin Sharma: Ferrari’sini Satan Bilge. den öldürdün”denildiğinde, kameralara sanki çoktan unutulmuş bir geçmişi hatırlatan bir soru sorulmuş gibi bakıyorlar. Konya’nın Ereğli ilçesinde tartıştığı annesini boğarak öldürdükten sonra, cesedi saklayıp, evde arkadaşlarıyla parti düzenleyen ve içki içerek eğlendiklerini anlatan lise öğrencisi kız Saba S., geçmişi ve geleceği üzerine hiçbir fikre sahip değil şimdi. Irak’ta 14 yaşındaki Abeer el Cenabi ismindeki kız çocuğunu tecavüz edip öldüren Amerikalı asker Justinn Cross’un “her an ölebiliriz diye tecavüz ettik”lerini açıklaması, yaşanan an dışında bir gerçekliğin olmadığına dair inancı çağrıştırıyor. GEÇMİŞ GEÇMİŞTİR... Peki, anı kutsayan bu hayat felsefesinin yerine önerilen şey, geçmişin kabuk bağlamış yaralarında sıkışıp kalmış bir ruh hali mi? Çeyrek yüzyıl öncesine, örneğin bir darbenin çektirdiği acılara dönüp bakmak, bunu sorgulamak, sorgulanmasını istemek, geçmişe takılıp kalmak mı? Biz o geçmişi yaşadıkça, sadece kendimizi bugünden ve gelecekten uzak tutuyor olmuyor muyuz? Öyleyse bir faydası var mı geçmişin? “İnsanlık uyguladığı vahşetin sonuçlarını görürse ve bunlarla yüzleşebilirse insanoğlunun şiddetten arınması için bir ümit olacaktır” diyordu Freud, Einstein’a, ama 1. Dünya Savaşı’yla yüzleşemeden, aynı temeller üzerine yeni bir dünya savaşı başlamıştı bu sözlerden birkaç yıl sonra. Bu diyaloğu bize psikiyatr Doç. Dr. Levent Küey hatırlatıyor ve ekliyor: “Ama bizim postmodern çağımızda çok yüceltilen ‘carpe diemanı yakala’ denen psikolojik mekanizma çok yüceltildi ve ütopik bir kült haline dönüştü. ‘Geçmiş geçmiştir, geleceği bilmiyoruz, o zaman anı yaşayalım’ deniyor. Oysa anımız, geçmişten gelen yaşantılarla kurulmuştur ve geleceğe yönelik tasarıları içerir.” Anı yaşamayı kutsamanın ve insanı geçmişle hesaplaşmaktan ya da geleceğin tasarımlarından koparmanın, şiddeti meşrulaştırdığı bir gerçek. “Olanları unutalım” demenin, “eski düşmanlıkları kaşımayalım”ın altında yerini bulmayan bir adalet yatıyor aslında. Zamanın şiddetle bağlantısı yalnızca hesaplaşma ekseninde değil üstelik. “Yaşadığınız an asıl amaçsa, dürtüler ön plana çıkıyor” diye ekliyor Doç. Dr. Küey. “Dürtüsel, sorumsuz, tarihsiz ve geleceksiz kaldığınızda da, anlık ihtiyaçlarınız, arzularınız, güç gösterileriniz öne çıkıyor. Bu da şiddeti besliyor”. Zamanın ortasına fırlatılmış insan, ya can sıkıntısını yenmek için hıza dayalı bir eğlenceye, madde ya da seks bağımlılığına ya da o an yaşanan güç savaşında kendini ispata yöneliyor. Her gün yaşadıklarımız bu durumları örnekliyor aslında. Hiç yoktan çıkan kavgalarda insanlar ölürken, öldürenler o ana öylesine kaptırmış olmalılar ki kendilerini, geçmişleri ve gelecekleri uçup gidiyor gözlerinden. “Ne Berat Günçıkan bguncikan@yahoo.com ŞİMDİ, BURADA OLMAK VE... Anı yaşamanın, şiddet ve öldürme güdüsünün peşinden gitmenin belki nedeni değil ama gereği olduğunu söyleyen psikiyatrlar, ölümün başka bir gerçeği de ortaya çıkardığını vurguluyorlar. “Geleceğe ait umudunu kaybedenler o ağır şartlarda gaz odasına girmeden ölüyordu” diyor 2. Dünya Savaşı’nda Auschwitz toplama kampında esir olarak kalan psikiyatr Victor Frankl, “Benim hayatta kalışımda en büyük yardımcım da gelecekte tüm bunların biteceği, insanlığın dersler çıkaracağı ve benim de bir psikiyatr olarak bu gözlemlerimden çıkardığım sonuçlarla insanlara yardımcı olabileceğim hayaliydi.” Frankl’a göre ölüme yakın anların öğrettiği zaman algısıyla ilgili bir başka gerçek de ölüm anında bir insanın yaşamının tümü bir film gibi gözlerinin önünden geçerken hissettikleriyle ilgili. “O anda insan artık geçmişten ibaret olduğunu ve asıl gerçeğin geçmişe kaydettikleri olduğunu anlıyor.” Peki anı yaşamak ve hayattan tam şu anda zevk almak gerçekten olumsuz bir yaşam felsefesi mi? “Hayır, tabii ki, kendini ‘şimdiburada’ hissedebilmek, varoluşumuzu algılayabilmek ve haz alabilmek açısından önemli ve gerekli; ama bu da ancak, bir ‘geçmiş ve gelecek bilinci’yle mümkün” diye yanıtlıyor Doç. Küey, “geçmişle, örneğin geçmişin travmalarıyla yüzleşilmeden de ‘anı yaşamak’ zaten mümkün değil ki. Geçmişten taşınan, çözümlenmemiş izler, şimdiki zamanın içine geçmişin hayaletleri olarak doluşurken...” İnsana özgü tüm zevkleri tatmak ve her şeyi unutarak bugünü doyasıya yaşamak aslında insana değil, ama insanların “tüketmesi” üzerine kurulu bir ekonomik sistemi memnun ediyor. Zamandan kopuk, depolitize olmuş tüketici artık sorun çıkarmayacak. Çünkü onun hatırladığı bir şey yok, ya da kurmak istediği yeni bir şey... “An”a hapsolmuş insanlar, mucize anlarını bekliyor, “just do it” sloganlarını yineliyor ve şimdiki zamanın güç tuzaklarında sürükleniyor. Çünkü gittikleri bir yer yok. Unutmamaya söz verdikleri anıları da... Cumhuriyet DERGİ* İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Editör: Berat Günçıkan Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Güray Öz Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli/İstanbul (0212)343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdür: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Koordinatör: Neşe Yazıcı Reklam Müdürü: Dilşat Özkaya Rezervasyon: Mete Çolakoğlu / Mustafa Doğan (0212) 251 98 7475 / 343 72 74 Baskı: İhlas Gazetecilik AŞ 29 Ekim Cad. No: 23 Yenibosna/ İstanbul (0212) 454 30 00 *Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir. Yerel süreli yayın. cumdergi@cumhuriyet.com.tr Yıllar öncesinin gelecek umudu yüklü şarkılarına inat, “yeni bir günün doğacak olması” ilk kez bu denli anlamdan yoksun, ilk kez bu denli postmodern bir hedonizm anlayışının izlerini taşımakta. Çok satanlar listesinin başlarında yer alan kişisel gelişim kitaplarında, hatta kitapların yazılışında bile hep şimdiki zamanın anlık mucizeleri gizli. Geçen hafta Türkiye’ye gelen “Ferrari’sini Satan Bilge”nin yazarı Robin Sharma, Sabah gazetesine verdiği röportajda, avukatlık yapıp “iyi de para kazanırken” nasıl olup da bu kitabı yazdığını şöyle anlatıyor: “Sonra bir gün bir şey oldu. ‘Ben annem için hukuk okudum ve kendim için ne yapmak istediğimi bilmiyorum’ dedim. O noktadan sonra başka bir boyuttaydım. Etrafıma farklı bir gözle bakmaya başladım ve oturup yazdım. Biraz yaşadıklarım, biraz anlatmak istediklerim derken ortaya ‘Ferrari’sini Satan Bilge’ çıktı.”