Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 TEMMUZ 2006 / SAYI 1058 5 PAZARIN PENCERESİNDEN Bir yaz gecesi rüyası... Selçuk Erez Şimdi havası ılıman bir ülkede, eserleri yüzyıllardır sahtesiyle değiştirilmemiş bir arkeoloji müzesini dolaştıktan sonra anıtlı bir meydanda o kızla bir banka oturup gelene geçene bakmak isterdim. Bir süre, her sabah elimize aldığımız gazetelerde bu görgüsüzlerin ne zırvaladıklarını okumak zorunda kalmamanın ne büyük bir mutluluk olduğunu algılamak bize iyi gelirdi. Banktan kalkıp yürürdük. Tek yolun özellikle yüzyıllar önce kaleme alınmış kılavuzların tariflerinin doğru olmadığını çok iyi bildiğimizden pek tanımadığımız bu kentte dolaşırken her köşede durana yol sormazdık. Eninde sonunda uzun isimli bir sokakta bir eskiciantikacı pazarında bulurduk kendimizi: Bu pazarda bir süre gezinmek, küçük, ilginç bir şeyi O’ndan önce keşfetmek ve farkettirmeden satınalıp gece çıktığımızda O’na vermek isterdim. Otele dönüp akşam yemeğe gitmeden önce tıraş olurken her zaman acele ettiğimde olan olur, çenemi keser, o zaman o sırada benim gibi saçını başını derlemekte olan kızdan “fon dö ten” isterdim. Çıkınca nereye mi giderdik? Belçika midyelerinin yenebileceği bir yere.. Buraya doğru yürürken herhalde denize akan bir suyolunu aşan eski bir köprüden geçerdik. Orada çığırarak uçan martılar olurdu. Ben de bu kuşlardan neden bu kadar hoşlandığımı düşünür, belki de “Bunları benim gibi koşuşkan olduklarından ve sesleri benimki kadar kötü olduklarından mı seviyorum?” diye düşünür, her solfej okuduğumda elini başına götürüp “Bocomoy!” (Aman Allahım’ın Beyaz Rusçası) diyen piyano hocam Bn. Sumpatova’yı hatırlardım. HAVVA’LAR BİRLEŞİN! Rekabet kadınların doğal davranış biçimi mi, mesele bir palavradan ya da klişeden mi ibaret, yoksa kadınların baş etmesi gereken ciddi bir sorun mu? Leora Tanenbaum’un “Saç Saça Baş Başa” adlı kitabı raflardaki yerini alırken bize de kadın rekabetini Ayşe Düzkan, Serpil Çakır, Leyla Navaro ve Neslihan Acu ile birlikte bir kez daha sorgulamak düştü. Neslihan Acu... Serpil Çakır... Leyla Navaro... Melike Tümer Az ötedeki dört yol ağzında rüzgâr esince ve kızın saçları karışınca fotoğraf makinemi otelde unuttuğuma hayıflanırdım. O az sonra katedralin önünde güldüğünde ve lokantada konuşurken ağzının kenarı yukarı doğru büklümler oluşturduğunda bu hayıflanma güçlenerek yenilenirdi. Önümüze iki tabak getirirdi garson: Birinde tepeleme midyeler, diğeri, kabuk biriktirmeye yarayanı boş olurdu. Biz midyelisini düz eder, boş olanında kabuklardan bir piramit oluşturur, bunun Keops mu, Kefren mi, Mikerinos mu olduğunu tartışırken sadece ikimizin anlayacağı bir dille konuşurduk. Bu sırada bir şişe beyaz şarap tüketilmiş olurdu.. Eluard’ın bir şiirini okumaya kalkardım: “İnsanlarda tek sıcak kanunüzümden şarap yapmalarıKömürden ateşÖpücüklerden insan üretmeleridir..” Sonra? Aklıma sonrası gelmediğinden ayaküstü bir çift mısra uydurur, şiiri, bunlarla bitirirdim. Şiir rezil olur, kız çok gülerdi. Otele dönerken o geniş, ışıkları bol caddedeki vitrinlerden birinde nefis bir Uşak halısı görünce, birimiz, “Biz Türkiye’yi bu zırvalıklarla değil işte böyle sanat ürünleriyle tanıtmak isteriz Dünya’ya!” der, diğeri de ona hak verirdi. Bir yaz gecesinde, pencereleri açıp yorgansız uyurken neden böyle gezi rüyaları görür, derli toplu, tutarlı ve akıllı insanların yönettikleri ülkelerde bir süre gezip dolaşmak isterim? Bu takıyyecilerden, bu cahillerden, bu çağdışı sergilemelerden kaçmak için mi? Yok be sen de! Bu takıyyecileri, bu cahilleri, bu görgüsüzleri daha da iyi yerden yere vuracak enerjiyi iyice biriktirmek için isterim ben bunları... erezs@superonline.com “Ne ile uğraşmayı seçerse seçsin her kadına başarma hakkının tanınması gerektiği düşüncesine kendini adamış bir feminist olmama rağmen, benimle aynı kulvarda yarışan bir kadının tökezlemesiyle kendini güvende hisseden bir yanım var” itirafında bulunuyor Leora Tanenbaum. Bu sözleriyle belki birçok kadının kendine bile açık açık söyleyemediği duygularına tercüman oluyor. Gerek iş dünyasında, gerek entelektüel hayatta, gerek de magazin dünyasına hapsolmuş “camia”nın üyeleri arasında yaşanan çekişmelere hemen her gün tanık olmalarımız, konuyu oldukça güncel hale getiriyor. Ancak kandırılmış duruma düşmek de var sonunda; zira “rekabetçi kadın”, yaratılmış bir klişe ise eğer, kadınları birbirine düşürmenin, birleştiklerinde yaratacakları sarsıntıdan korkan erkek egemen sistemin oyununa gelmiş olacağız. Neden erkeklerin rekabetçiliğinden bahsedilmiyor dersiniz? “Bir erkeğin emrinde çalışmayı bir kadının emrinde çalışmaya tercih ederim” demesi birçok kadının, erkeklerin rekabet hırsı taşımayan “masumlar” oluşundan mı? Tanenbaum’a göre, kadınlara pastanın büyük parçasına sahip olma ve kazanma hakkı tanınsaydı, kırıntılar için birbirleriyle rekabet etmek zorunda kalmazlardı. Pastanın neredeyse tamamına, ellerine yüzlerine bulaştırıncaya kadar gömülen erkek çoğunluğun, “Burada herkese yetecek kadar yer var” düşüncesiyle “masum” görünmesi de bundan olsa gerek. “Kendini güçsüz hisseden birinin (kadının) gerçek güce sahip olanla (erkekle) uğraşmak yerine kendi gibi güçsüz birine çatması daha uygun. Erkeklerin oluşturduğu çembere meydan okuması, o çemberin dıLeora Tanenbaum. şında kalması demek. Ama diğer kadınları aşağılayarak üstünlüğünü diğer kadınlara kanıtlayabilir ve böylece çembere bir adım daha yaklaşmış olur” diyor Tanenbaum. ni otoriteyi ele geçirdiğinde zayıfı kadını ezmeye başlıyor. Kraldan çok kralcı oluyor.” Erkekler ve erkek egemenliği karşısında ezilen konumdaki kadınlar bir arada bu egemenliğe karşı durmaktansa aralarında yarışmayı ve ayrışmayı neden seçiyorlar? Yoksa bu, erkek sistemin kendi sürekliliğini sağlamak için desteklediği bir şey mi aslında? Bu sorular Ayşe Düzkan’ın benzer sorularla karşılık vermesine yol açıyor: Bu kadar emekçi, neden birleşip sermayenin egemenliğini yıkmıyor da işyerlerinde birbiriyle rekabet ediyor? Ya da bütün bu emekçiler neden tutup da sağcı partilere oy veriyorlar ha bire? PARÇALA VE YÖNET! İÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden Doç. Dr. Serpil Çakır, tüm ezilen kesimler üzerinde hâkim olan parçala ve yönet anlayışının kadınlar üzerinde de geçerli olduğunu düşünüyor. “Kadınların eşitliğe, özgürlüğe kavuşmaları, dahası karar verme pozisyonlarına gelmeye başlamaları ve güçlenmeleriyle saldırıların dozu daha da artıyor, rekabetçi kadın klişesine vurgu yapılıyor. Ataerkil yapı pek rahatsız bu gidişten. Ataerkil mekanizmanın nasıl oluştuğunu, işlediğini teşhir etmekle başlanabilir işe. Bir yerde muktedir olan kadının, başka bir yerde aynı zamanda ezilen olabileceğini ortaya koymak gerekir. Tüm kadınlar, derecesi sınıf ve ırk temelinde farklılaşsa da cinsiyet ayrımcılığının yarattığı olumsuzluğa aynı derecede maruz kalıyorlar. Bu durum feminist bilinçle, özgüvenle ortadan kaldırılabilir.” Konuya bir de tersten bakmak gerekiyor. Rekabetin olumsuz bir tutum olduğu bilgisi, mutlak doğru mu? Kadınlara sessiz kalma, “hanım hanımcık”, evinin kadını olma rolleri biçildiğinden, iş dünyasında var olmaları ve rekabetle var olmaları kötü bir şey olarak gözümüze sokuluyor olabilir mi? Zira erkeklere ait olarak belirlenmiş alanlara kadınların ayak basmaları yadırganıp ayıplanabiliyor ya da alay konusu edilebiliyor. Bir düşünün, bugün kaç tane kadın futbol hakemi ya da kadın otobüs sürücüsü var? Neslihan Acu da bu tersyüz etmeye katılıyor ve rekabetin aslında sanıldığı gibi olumsuz bir şey olmadığını söylüyor: “İnsan ancak rekabet ortamında daha iyisini yapma arayışları içine girebilir, kendini aşabilir. Kadının rekabetle var olması, işini diğer kadınlardan daha iyi yapmaya, daha özgün fikirler üretmeye çalışması anlamına geliyorsa iyi bir şeydir. Düzen, kadına hayatta var olabilmek için iki yol bırakıyor: Hanım hanımcık olup bir erkeğin (kocanın) kanatları altına sığınmak ya da iş hayatında kelimenin tam anlamıyla bir ‘bitch’ olup yukarılara oynamak. Oysa kadınla erkek arasında bir eşitlik olsa, daha demokratik hayatlar yaşasak, kadın böyle iki farklı uç arasında tercih yapmak zorunda kalmayacaktı.” Ayşe Düzkan... timinde. O yüzden onlara kendini beğendirmeye çalışıyor.” Yazar Leyla Navaro ise rekabetin kadın ya da erkek, her insanın doğasında olduğunu vurguluyor: “Rekabet güçle birlikte kullanılan bir duygu olduğu için, toplumca erkeklere daha çok yakıştırılıyor ve erkeğin erkeksiliğine katma değer katıyor; toplumsal cinsiyet kalıplarına göre. Erkekler küçük yaştan itibaren rekabet gerektiren oyunlarla (futbol, basketbol, yarışma, tavla, vb.), yani kazan/kaybet sistemiyle haşır neşir olup bu duyguya aşina oluyorlar. Kızlar ise bu tür oyunlardan genelde uzak durduklarından rekabetlerini daha gizli ve örtük yapmayı öğreniyorlar. Ancak açıkça rekabet edebilen kadınlar her iki cins tarafından da yadırganıyor.” BİR KADINLA ÇALIŞMAK MI? ASLA! İş yaşamı daha çok para kazanmak, yönetimi ele geçirmek ya da çalışanlar arasında öne çıkan olmak için yarışılan yegâne rekabet alanı. Tanenbaum’a göre çalışan kadın sıkıntısını, içinde bulunduğu durum için bir şeyler yapabilecek olanlara (şirketi yöneten, terfi, çalışma saati ve şirket içi işleyiş hakkında son kararı veren erkeklere) söylemediği için, bu sıkıntıyı kendisi gibi önemsiz bir güce sahip olanlara yöneltir; diğer kadınlara. Yazar Neslihan Acu, kadınların doğasında kendilerini erkeklere beğendirmeye yönelik bir rekabetçilik olduğunu, ancak bu masum rekabetçiliğin modern dünyanın acımasız iş düzeninde bambaşka boyutlara taşındığını söylüyor. “Kadınerkek eşitliğinin olmadığı bizimki gibi ülkelerde, kadının kendini ispatlamak ve yükselmek için bir erkekten iki kat fazla çaba harcaması gerekiyor. Bu kadar baskı altında kalan kadın, biraz olsun yükseldiğinde, ya AÇIK VE GİZLİ REKABET Gazeteci Ayşe Düzkan da aynı fikirden yola çıkıyor ve “Kadınlar iş hayatında her şeyi genellikle çok zor elde edip, çok kolay kaybedebiliyorlar. Bu nedenle daha hırslılar ve canları pahasına rekabetin içindeler. Erkekler ise zaten egemen olduklarından, bir eksik bir fazla fark etmeyebiliyor onlar için” diyor. “Rekabetçi kadın imajı yaratılmış bir şey midir, yoksa kadının doğasında hırslı bir rekabet isteği var mıdır” sorusuna Düzkan şöyle yanıt veriyor: “Bu türden bir doğası yok insanların, ama kadınların yaşadığı koşulların onları rekabete ittiği doğru. Bu doğal, çünkü kadınlar ve erkekler arasında böyle bir egemenlik ilişkisi varken iki cinsin davranışlarının simetrik olması mümkün değil. Kadın, iş hayatında da erkeklerin yöne CUMHURİYET 05 CMYK