14 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

PAZAR EKİ 12 CMYK 12 KARA GÜNEŞ Küçük Dev Adam, Akbabanın Üç Günü, Arizona Rüyası ve tabii ki Bonnie ve Clyde, Faye Dunaway'in rol aldığı filmlerden birkaçı. Annesinin “Güney’in sıradan yaşamından kurtul" öğütlerine uyarak oyuncu olan Dunaway, hep okaktan gelen müzik sizi öyle cezbeder ki cebinizdeki son bozukluğu vermekten çekinmezsiniz. Aslında bu karşılıklı bir alışveriştir. Onlar sokakta müziğini sizinle paylaşırken, siz de anınızı müzikle doldurmanın keyfini yaşarsınız. Kara Güneş de sokakta müzik yapanlardan. Grup, Özgür Yalçın, Önder Yalçın ve Gencer Savaş’tan oluşuyor. Enstrümanları ise gitar, santur ve perküsyon. Kendilerini gezgin olarak nitelendiriyorlar ve sokak müziğini insanlarla iletişim kurmanın yolu olarak görüyorlar. “Sokakta tek tip insan, zaman sınırlaması ya da iş saati yok. İstediğimiz her yerde gibi müzik yapabilme şansına sahibiz. Hatta istersek aynı parçayı iki kere bile çalabiliriz” diyorlar “Anlık, tasarlamadan müziğimizin geldiği her yerde müzik yapıyoruz”. Kara Güneş, 1997 yılında Ankara’da önce Amargi adıyla seslerini duyurdu, isimleri aynı zamanda bir şarkılarının da ismi. Şarkı, gündüz doğmaya kodlanmış bir güneşin gece doğuşunu anlatıyor, yani gündüzün makineleşen yaşam biçimine imkânsızı isteyerek karşı çıkıyor. Grubun üç demosu ve birçok bestesi var, ama henüz bir albümleri yok. Bu bir kayıp değil, tercih: “İnsanlar arasında genel bir önyargı var. Bir grubun kendini ifade edebilmesinin tek yolunun plak firmalarıyla anlaşmak olduğunu düşünüyorlar. Plak şirketlerinin de müzik üretenlerin karşısına koydukları sözleşmeler bağlayıcı maddelerle dolu ve zaten sadece pazarlanabilir buldukları ürünlerle ilgileniyorlar. Biz de ürettiklerimizi iletebilmek için bu tür bir yol denedik, ama anlaşabildiğimiz bir yapımcı da olmadı.” Bestelerinin temelinde deyişler ve tasavvuf var, bu şarkılarına kök arayışı ve evrensellik temalarıyla yansıyor. Kimi şarkıları ise kapitalist sisteme ve yaşam biçimine doğrudan itiraz ediyor. “Gerçek bağlar kuramayan politik var oluşların çoğu lafta, dergi ve gazete sayfalarının arasında kalıyor” diyorlar “Bir şeyin iyi olmasını istemeniz yeterli değil. Kendi hayatınızda gerçek, elle tutulur, tutarlı davranışlar sergilemeniz gerekiyor”. Taksim Tünel arasında, Beşiktaş ya da Kadıköy iskelesinde karşılaşabileceğiniz Kara Güneş izleyende hem ilgi hem merak uyandırıyor. Merakın nedeni enstürmanlardan birinin İran santuru olması. Neden mi santur? “Çünkü sesi gür ve etkileyici olduğu için sokakta müzik yapmaya çok uygun” diye yanıtlıyorlar. 8 EKİM 2006 / SAYI 1072 Sokağın sesi... Candeğer Muradoğlu S gerçekçi projelerin peşine düştü. Bunlardan biri de, ilk yönetmenlik deneyimini de yaşadığı Tennessee Williams’ın Sarı Kuş’u. Dunaway, şimdi de Terence McNally’nin Master Class oyununu çekmeye hazırlanıyor... Bonnie, yani Faye... Aslı Selçuk K ırk üçüncü Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde onur ödülü verilen, Amerikan sinemasının önde gelen kadın oyuncularından Faye Dunaway, 14 Ocak 1941’de Bascom, Florida’da bir subayla bir ev kadınının kızları olarak dünyaya geldi. Babasının işinden ötürü değişik Avrupa ve Amerikan kasabalarınının askeri garnizonlarında büyüyen Dorothy Faye, annesinin sürekli öğütlediği “Güney’in sıradan yaşamından kurtul” sözleriyle Boston Üniversitesi’nin Tiyatro Bölümü’nü 1962’de bitirdi. Soldan sağa: Önder Yalçın, Özgür Yalçın ve Gencer Savaş. Fotoğraf: Candeğer Muradoğlu Altmışlarda önemli oyunlarda yer alan Dunaway’e sinemadan ilk ciddi öneri ünlü yönetmen Otto Preminger’den geldi. Genç aktrisle altı yıllık bir sözleşme yapan sinemacı ona bir çiftçi ile evlenmek zorunda kalan yoksul Güneyli kız rolünü verdi. Kendi de Güneyli olan Faye, Hurry Sundown adlı melodramda oynamakta zorlanmadı, ama güzel, sevimli kız rollerini istemediğinden zekâsı sayesinde sözleşmeyi bozarak kalıcı, gerçekçi projelerin peşine düştü. Oyunculuk yaşamına Bonnie ve Clyde (1967) filmi yön verdi. “Film hem ABD’de hem de dünyada çok izlendi, sevildi. Bonnie Parker karakteriyle büyük bir çıkış yaptım. Harika bir gruptuk, yönetmen Arthur Penn, senarist Robert Benton, ününün zirvesinde bebek yüzlü Warren Beatty, o zamanlar hiç tanınmayan Gene Hackman” diye anlattı bu çıkışını “Çok özel bir takımdık, ekip ruhuyla çalıştık. Film beni yıldızlığa taşıdı”. Bonnie ve Clyde’ı öteki önemli roller izledi: The Thomas Crown Affair/Kibar Soyguncu/1968, Amanti/1968, The Arrangement/Kader Değişmez/1969, Little Big Man/Küçük Dev Adam/1970, Chinatown/1974, Three Days of the Condor/Akbabanın Üç Günü/1975, Network/Şirket/1976, Mommie Dearest/Sevgili Anneciğim/1981... kalmadı. Onlar çevrelerine ışık saçıp herkesi büyülüyorlardı. Şimdiki kadın oyuncular çok daha yaşamla içiçeler, ama böylesi bence daha iyi. Cate Blanchett, Kate Winslet, Helen Mirren hepsi birer yıldız, ama ulaşılmaz tanrıçalar değiller. Sanırım benden sonra starlık kavramı da epey değişti, kadın oyuncular bireylere dönüştüler”. YAŞAMI SANAT BELİRLER... Seksen ve doksanlarda Avrupa’da da çalışan Dunaway Barfly/Barbet Schroeder/Bar Kelebeği/1987, On a Moonlight Night (Lina Wertmüller/1990), The Handmaid’s Tale (Volker Schlöndorff/1990), Arizona Dream/Arizona Rüyası, Emir Kusturica/1993, The Messenger/Luc Besson/1999 filmlerinde oynadı. Yaratıcı sinemayı, Wong Kar Wai, Alejandro Gonzalez Inarritu, Michael Haneke gibi yönetmenleri sevdiğini vurgulayan oyuncu Hollywood’u şöyle eleştiriyor: “Orada salt yapımcıların sözü geçer. Francis Ford Coppola gibi çok az yönetmenin Final Cut (yönetmenin kurgusu) hakkı vardır. Sinema tam bir endüstri olarak algılanır. Sanatçılarla iş adamları arasında bir denge kurmak gerekiyor aslında. Hollywood’da herkes büyük bir savaşım veriyor. Gençken kim olduğumun, ne yapmak istediğimin peşindeydim. Olgunlaştıktan sonra kendimi keşfettim, rol seçimi yapmaya başladım, ama önerilen rollerin sayısı azaldı. Kadın oyuncular her yaş döneminde büyük savaşımlar veriyor. Genç oyunculara köşenizde oturmayın gidip kendi rolünüzü bulun, kendinizi yaratın diyorum”. Yakın dostu yazar Tennessee Williams’ın Sarı Kuş adlı kısa öyküsünü beyazperdeye uyarlayarak (2001) ilk yönetmenliğini yapan Dunaway şimdi de 1996’da Maria Callas’ı canlandırdığı Terence McNally’nin Master Class oyununu çekmeye hazırlanıyor: “İyi bir yapıt çıkarmak istiyorsanız elinizde kesinlikle iyi bir metin olmalı. Kendime dramları, trajedileri daha yakın buluyorum. Dünyayı daha iyiye ancak dramlarımızı, trajedilerimizi anlatarak götürebiliriz. Yaşamı sanat belirler. Ben de kamera önünde ve arkasında sanatımı yaparak yaşama kendimce katkıda bulunuyorum.” SAHNE SİZE YAŞAMA SARILMAYI ÖĞRETİR Norman Jewison, Vittorio de Sica, John Frankenheimer, Elia Kazan, Roman Polanski, Sydney Pollack, Sidney Lumet gibi özgün sinemacılarla çalışan, sinemayla birlikte tiyatro yaşamını da sürdüren Faye Dunaway iki oyunculuk arasındaki ayrımı “Sahne size yaşama sarılmayı öğretir. Sürekli tekrar yapar, her gece sınırlarınızı dener, kendinizi yeniden üretirsiniz. Rolüme girerken elimden geldiğince araştırırım. Araştırma yapamazsam karakteri düşgücümde yaratırım” sözleriyle özetliyor. Hollywood’un efsane yıldızı Joan Crawford’u, 1981’de, “Sevgili Anneciğim”de canlandıran Dunaway iyi bir yorum yansıttığını belirtiyor: “Çok beğendiğim bir aktristtir, filmde onu karikatürize ettiler, ama aslında o trajik bir kişilikti. Günümüzde Joan Crawford, Marlene Dietrich, Greta Garbo gibi yıldızlar BUSH UYAN ARTIK! Ali Deniz Uslu uhalif rock müziğin ağır topu Rage Aganist The Machine’nin solisti Zack De La Rocha’nın ve Soundgarden’ın şair/müzisyen lideri Chris Cornell’in gruplarından ayrılmasının yakın zamanlara denk gelmesi rock müzik adına büyük bir şanstı. Çünkü bu zamanlı ayrılıklar Audioslave gibi bir grubu yarattı. Chris Cornell ve Rage Aganist The Machine’in esas adamı Tom Morello anlaşıp “Audioslave”ı yarattığında ilk albümleri yayımlanmadan “yıldızlar topluluğu ve süper grup” sıfatlarını sahiplenmişti. Neyseki ani gelen bu süslü sıfatların ağırlığı altında ezilmediler, hatta onları gölgede bırakacak bir performans sergilediler. Kendi isimlerini taşıyan ilk albümlerinden çıkan “Like a Stone” ilahi gibi söylenmeye başlandı. Chris Cornell bu parçada: “Orada senin için bekleyeceğim, bir taş gibi ve yalnız” derken ölümü ima ettiğini açıklaması ise şarkının bir sevgiliye yazıldığını düşünenleri oldukça şaşırttı. Yine aynı albümde yer alan anarşist bir tavra sahip “Show Me How To Audioslave yeni albümü “Revelations” ile grunge ruhunu selamlıyor. Geçen yıl Küba’ya gidip, ABD karşıtı gösterilerin merkezi Havana’daki Antiemperyalizm Meydanı’nda konser veren Audioslave, “Küba’da konser veren ilk Amerikalı grup” unvanını da taşıyor. Audioslave’in bu albümünde hedefi: George Bush. M Livebana nasıl yaşanılacağını göster” de çıkışlarını sağlam temeller üzerine yapmalarını sağladı. İkinci albümleri “Out Of Exile” geçen yıl yayımlandığında, “Be Yourself” kulakların pasını sildi. Bu dönemde grup bir ilki gerçekleştirerek Küba’ya gitti ve o efsane konserlerini verdi. Belgesel niteliğindeki bu konser “Live In Cuba” ismiyle DVD olarak yayımlandı. Geçen haftalarda grubun yeni bir albümü daha piyasaya çıktı: “Revelations”. Albüm kendi ismini taşıyan “Revalations” ile açılıyor ve “Chris Cornell vokalı işte budur” diyorsunuz. “One On Same” farklı gitar tınıları ile heyecan yüklü. "Sound Of A Gun" ileride çok sık dinleyeceğimiz, albümün gizli kahramanlarından. “Original Fire” ise tam bir çıkış parçası, ama şunu söylemek gerekli, albüm ondan çok daha fazlasını veriyor. “Wide Awake” ABD’nin en büyük doğa felaketi olarak tanımlanan “Katrina” kasırgasında her şeylerini kaybeden insanlar için yazılmış, ama sözlerin asıl hedefi Bush. Şarkıda Bush’un artık başkaları için kâbus olan rüyasından bir an önce uyanıp kendine gelmesi dile getiriliyor. Cornell hayranlarına bir haber daha, imzasını, yeni “James Bond” filminin jeneriğinde de göreceğiz...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle